Sanatta Anlam Olgusu ve Hamlet Makinesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Banu Çakmak

Sanat eseri bir şey anlatmalı mı? Yapıt bir anlamın taşıyıcısı olmak zorunda mı? Yüzyıllar boyu tartışılagelmiş ancak bir türlü uzlaşılamamış bir mesele bu kuşkusuz. Bu sorulara verilen cevaplar türlü gerekçelerin ardına sığınarak kişisel kalıyor. En genel kabul ise sanat eserinin bir şey anlatmak durumunda olduğu, hele yazılı bir metne dayanıyor, kitleyle paylaşılıyorsa… Dolayısıyla oyun ya da sahne metni üzerinden olsun, tiyatronun hep seyirciye bir şeyler anlatması, bir şeyler iletmesi gereği üzerinden bakılmıştır, en azından yakın zamana dek…

Sözünü ettiğim sanat eseri ve anlam ilişkisi üzerine birçokları gibi ben de epey kafa yormuşumdur. Vardığım sonuçsa eserin, -türü ne olursa olsun, hele hele söz konusu, seyirciye sunulan bir tiyatro eseriyse- en az bir anlamı olması gerektiği yönünde olmuştur. Hiçbir anlam kırıntısına ulaşamadığım eserler sıkar beni çoğunlukla, diğer yandan her anlamı tüm çıplaklığıyla kör göze parmak misali sunup hiçbir gizem bırakılmaması da sıkıcı gelir bana. Sanırım bunun ölçüsünü tutturmak, dengesini yakalamak bir hayli güç. Eser belli belirsiz bir yorum olanağı bırakıyor, bir yerinden tutup yakalayabileceğim bir anlam parçası veriyorsa keyif alırım. Hele hele çok anlamlılığın, yorum zenginliğinin söz konusu olduğu eserlerde bu keyif katlanır.

Adına postmodern ya da modern sonrası denen çağımızda, mutlak bir anlamın varlığı, iletişimin olanaklılığı, anlam denen şeyin neye denk düştüğü, görsel ya da sözel düzlemde dilin anlamı iletme gücü bir hayli tartışmalı olduğundan, bu çağın koşullarına denk düşen oyun metinleri de postdramatik ya da dram sonrası diye adlandırılmakta. Dramın asal öğeleri olan öykü, olay, karakter, çatışma, merak, gerilim öğelerinden yoksun bu metinler, tam da çağımızda tartışmalı olduğu için anlamı bulanıklaştırmakta. Bu metinlerin en tipik örneklerinden biri de Heiner Müller’in Hamlet Makinesi adlı oyunu. Batı tiyatrosu için oldukça tanıdık hatta neredeyse eskimeye başlamış olan bu oyun, bizim tiyatromuz için oldukça yeni ve alışılmadık nitelikte. Oyun bu sezon İstanbul Devlet Tiyatroları’nda Ayşe Emel Mesci yönetmenliğinde oynanıyor.

Hamlet Makinesi’ni defalarca okudum, her okuduğumda farklı anlamlar çıkardım, hiçbir yorumumdan emin olamadım, metni tüm çıplaklığıyla anladım diyemedim hiçbir zaman ama kafamda muğlak anlam kırıntıları oluştu ve bu keyif verici de oldu. Üzerine yazılanları, metni ortaya çıkartan çağımız koşullarını düşündüğümde oyunu kafamda daha sağlam yerlere oturtabildim. Batı tiyatrosu ve kültürünün kült metinlerinden Shakespeare’in Hamlet adlı oyununun farklı bir yeniden okumasıyla biçimlendirilmiş olan metin, orijinal oyundan çekip çıkarılmış ama kesinlikle ondan farklı bir kolaj özelliği taşıyor. Oldukça kısa olan metin, daha çok sahnelemeye olanak tanıyan yollar açıyor. Bu noktada kendime en çok sorduğum ve cevaplayamadığım ya da cevaplamakta yetersiz hissettiğim sorulardan biri de bu oyunun nasıl sahneye koyulabileceğiydi. Ancak İstanbul Devlet Tiyatroları’nda izlediğim sahneleme bu soruma güzel bir cevap bulmamı sağladı.

Üsküdar Tekel Sahnesi’nde izlediğim sahnelemede, yönetmenin baskın etkisini hissettim. Metnin kendisinde yarattığı evreni sahneye taşımak adına metne büyük katkılar yapmış, sahne olanaklarını son derece estetik düzeyde örgütlemiş. Bütün bir sahnelemeye, sahnenin anlam dünyasına tamamen hakim olamasam da, tıpkı oyun metninde olduğu gibi sahnelemede de birçok anlam parçacığı geçti elime. Öncelikle sahne açılmadan önce projeksiyonla yansıtılan ve dünyanın oluşumunu anlatan büyük patlama görüntüsü karşısında kendimi un ufak hissettiğimi itiraf etmeliyim. Evrende küçücük bir yer kaplayan dünyaya oradan da dünyada ufacık yer kaplayan Danimarka krallığına ve Hamlet’in dünyasına doğru daralan görüntü, varlık sorunu karşısında kendi küçücük dünyasına saplanıp kalan Hamlet’in tıpkı insanlık gibi ne denli trajikomik olduğunu hissettirdi bana. Ardından görsel ve işitsel bir estetik kuşattı sahneyi. Grotesk makyajlar, kostümler, tuhaf ama çok hoş danslar, keskin bedensel devinimler, jestler, ilginç mimikler ve müthiş etkisiyle canlı müzik…

İnsanlığın varlık sorununun yanında Hamlet’in sorunları ne denli küçük ve saçma görünüyordu. Mezarcıların tabutundan Yorick’in kafatası yerine Hamlet’in kendisi çıkıyor, kafatasları yerine insanlığın büyük anlam atfettiği kalın kitaplar sahneyi sarıyor, bu görünümüyle çağımızda artık anlamını yitirdiklerini itiraf ediyorlar sanki. Öte yandan oyun kişileri parıltılı kırmızı ağaçlarla sahneyi sarıyor, her şeyin birkaç ağaçla başladığını söyleyerek belki bizim topraklarımızda yaşanan siyasi olayları ve uygulanan şiddeti ima etmeye çalışıyor hem de insanın trajedisinin doğaya müdahaleyle başladığını düşündürüyorlardı bana. Ancak tekrar etmek gerekirse bütün bunlar yine de kişisel yorumdan öte bir anlam taşımıyor. Ayağımızın altından anlam dediğimiz şeyin kayıp gittiği, aklımızın alamayacağı kadar küçük ve anlamsız kaldığımız şu evrende bir oyundan anlam çıkarmaya çalışmakla belki de komik duruma düşüyoruz tıpkı Hamlet gibi.

Oyun bittiğinde kısa bir sessizlik oldu. Bir süre alkış gelmedi. Kimse başı, ortası, sonu olmayan bu oyunun bittiğini de anlamamıştı. Ardından oyunu defalarca izlemiş birkaç kişinin başlattığı alkış devam etti. Oyun her bittiğinde bunun yaşandığını söylediler çıkarken, kulak misafiri oldum. Bence bu güzel bir şey… Belirli bir seyir alışkanlığı edinmiş olan izleyici için bu oyunun kelimenin tam anlamıyla farklı bir deneyim yaşattığını gösteriyor. Anlamı bu kadar bulanık hale getiren, seyircinin koşullanmışlığına hizmet etmeyen, bizim tiyatromuz için oldukça yabancı olan bu nitelikte bir oyun, sezonun başından bu yana kapalı gişe oynuyor. Sanırım bunun nedenini de sözünü ettiğim bu farklı niteliğe bağlamak gerek. Seyirci farklı olana rağbet ediyor.

Hamlet Makinesi tiyatromuz için önemli bir çalışma çünkü her şeyden önce yeni, farklı ve deneysel. Sanat eserinin tüm çıplaklığıyla bir iletiye, söyleme hizmet etmek zorunda olmadığını, sahneyi baştanbaşa estetik bir şekilde donatırken seyirciye küçük anlam parçacıklarıyla bir yapboz oynama hazzı yaşatmanın doyuruculuğunu gösteren değerli bir sahneleme. Ne bütüncül bir anlam elde edilebiliyor ne de hiçbir şey anlamadan çıktığını söyleyebiliyor seyirci; anlamın bir yerinden tutuyor ama tamamını ele geçiremiyor. Seyirciye yorum olanağı tanımayı da sağlayan o zor olan ölçü tutturulup denge yakalanıyor. Sanat eserinin anlam olgusuyla ilişkisini sorgulamada kimileri için iyi bir başlangıç kimileri içinse bu sorgulamada varılacak son adım olarak bu oyun mutlaka görülmeye değer…

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Banu Çakmak Duman

Yanıtla