Antalya'da Her Şeyi ile Yüzde Yüz Türk Operası: Lale Çılgınlığı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Libretist Şefik Kahramankaptan (1949), suyun akışını değiştirmiş.  Genellikle besteciler bir konu bulup libretiste giderlerken, bu kere kendisi libretist olarak Türkiye-Hollanda ilişkilerinin 400. yılı dolayısıyla bir opera eseri yaratmayı düşlemiş. Librettoyu kaleme alıp, besteciye iletmiş.

Tarihteki Lale Çılgınlığı’nı (Flemenkçesi Tulpenmanie) konu olarak seçmiş. Lale Çılgınlığı, Hollanda’da 1637 yılında lale soğanı fiyatlarının aniden aşırı yükselişine verilen isim oluşu ve terimin günümüzde de fiyatların gerçek fiyattan sapmasını ifade eden bir benzetme olarak kullanılışı da seçtiği konuyu belirginleştirmiş, iki perdelik bir halk operasının ilk bölümü işte böyle meydana gelmiş.

Kahramankaptan, ikinci perdede ise, Osmanlı tarihinde 1718-1730 yılları arasında yaşanan yenilikçi dönemi anlatmayı yeğlemiş. Her iki perdede anlatılan olaylar arasında seksen yıl var demeyin, yaratıcının “muhayyile”sine müdahale eylemeyin!

Libretist varsın iki dönemi birbirine eklesin, bana sorarsanız hiç de kötü etmemiş.

Murat Atak’ın Ustalığı

Kahramankaptan, 2. Perdede Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın Pasarofça Antlaşması’yla barış dönemine girilmesinden sonra, Batı’yı örnek seçmesini konu olarak seçmiş. Herhalde, Paşa’nın Haliç’in ıslahı için Sadabad Kasrı’nı yaptırışından, Kâğıthane Deresi ve Haliç çevresine yeni bir görünüm aldırışından, kasır çevresindeki lale bahçelerinin İstanbul halkının varlıklı kesimi arasında hızla yayılan lale yetiştirme modasını kışkışlamış oluşundan etkilenmiş.

İzmir Devlet Opera ve Balesinde (DOB) şef olarak görev yapan Ali Hoca (1961), librettoyu müzikle kanaviçelemiş, Usta Yönetmen Murat Atak (1961) eseri ustalara özgü hünerlerle sahneye getirmiş.

Eleştirilerim

Pekiii… Dünya prömiyeri Antalya DOB tarafından yapılan eserde, eleştirilecek yan yok mu? Eseri eleştirmen izler de olmaz olur mu? Kollarımı sıvayıp, öncelikle Ali Hoca’ya, keşke resitatif söyleyiş biçimlerinde “parlando” yer alsaydı diye sesleneceğim. Çağda Çitkaya için, Haarlem kentinin meydanında geçen tablonun Jan den Boyl’un evine ve Galata Rıhtımı tablosunun Damat Paşa’nın konağına dönüşümünde yanlardan sırıtan demir putrelleri ne yapıp edip saklasaydı; Paşa’nın konağının duvarında Paşa’nın portresi yerine keşke ağaç, yaprak, bulut motiflerinin kullanıldığı yazma eserler kullansaydı diyeceğim. 2. Perde 3. Tabloya hiç mi hiç “limonluk” havası vermemesini eleştireceğim, ama tablo değişimlerinde kar yağdırışının, içinde kar yağan küreyi çağrıştırması açısını ve kar yağan kürenin konuya uyumunu öveceğim.

Işık tasarımını yapan Fuat Gök’ün, Fink’in şarkısı bölümünde maviyi biraz daha yüklemesini ve Hollandalı ressamın yaptığı resmin üstüne bir çivi spot attırmasını isteyecek; Nursun Ünlü’nün kostümleri için matluba” uygun, Mehmet Sipahi’nin koreografisi için “eh” diyeceğim.

Bu arada, Murat Atak’ın kulağına: “Keşke 2. Perdede o dönemde Osmanlı’da tasvirin “günah” olduğunu dikkate alıp, Rum ressama Paşa’nın portesini yaptırmasaydın” diye üfleyeceğim.

Murat Atak’ın Rejisi

Murat Atak sahneyi, eylemin gereklerine uygun olarak geniş sınırları içinde tasarlamış. Eylemin kendisini de diğer yönettiği opera/müzikal eserlerde olduğunca gene en ince ayrıntısına varıncaya dek perde perde, sahne sahne, şarkı şarkı sıralamış. Operacıların teatral yeteneklerini olabildiğince ortaya çıkarmış. Karakterlerin gerçeğe uygunluğunu, heyecanların anlatımını, metnin isteklerini, olayların mantığını, sahne üzerindeki durumları, oyuncuların doğallığını, grup simetrisini mükemmelen tasarlamış. 2. Perdenin başına uvertür yerine kanun taksimi koyarak oyuna fevkalade ilginç bir yorum katmış. Hayal perdesi gerisindeki Pas de Deux’yle, ayrıca Fink van Broot ile Gülendam’ın limonluktaki sedire uzanmaları tablosunda esere 1. Keman’ın eşliğinde estetik cinsellik pompalamış. Lalelerin ve Amiral lalenin açışlarını dansçılara çizdirerek; diğer taraftan “Bahar gele, hoş gele” terzetinde dansçıları fon olarak kullanarak pek de iyi yapmış.

Oynanış

Oynanışa sıra geldiğinde diyeceğim o ki, Mahir Seyrek yönetimindeki koro özellikle “ensemble”larda oyuna katkı sağlıyor. Hakan Kalkan yönetimindeki orkestranın yaylıları iyi, ama kimi yerlerde entonasyon hataları kulak tırmalıyor. Diğer enstrümanlara sözüm yok. Oyunculara gelince, tümü genel anlamda başarılı. “Yüreğim deli gibi atıyor” düetinde Soprano Burcu Bükem Kuru ile Tenor Barış Yanç’ı dinlemenin/izlemenin bir şans olduğunu kabullenmek gerekiyor.  Soprano Esra Aslantürk nedense sesini sakınmakta. Soprano Ebru Kaptan da pürüzsüz sesiyle oyuna renk katıyor. Özellikle “Bilirim sizin gibileri” şarkısında insanın içinden Kaplan’ı alkışa tutmak geliyor.

Bariton Bora Baran, hele bir de “kalacak” sözcüğünü “kalıcak” diye okumasa…

Bariton Ümit Burak Tekinay, eserdeki soprano-tenor-bariton üçgenine başarıyla sacayağı oluştururken, Bart karakterinde sesini ustaca kullanıyor.

Bas Şafak Güç, güçlü sesi ve yorumuyla başarıyı yakalamakta; Tenor’lar Fatih Şanal, Özhan Gümüş, Metin Yakar Soprano Semiha Karadeniz, Bas Murat Özbek görevlerini savsaklamadan yapmakta.

“Lale Çılgınlığı” entrikası, gerilimi olmayan bir eser, ama her bir şeyi ile yüzde yüz Türk operası olarak alkışa hak kazanmakta.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla