Tiyatro Herkes İçindir

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bu ülkede hüküm süren iktidar anlayışının toplumu kompartımanlaştırarak iş görme eğiliminde olduğunu hepimiz biliyoruz. Devleti elinde tutan güçler Kürtleri, Ermenileri, Müslüman dindarları, gayrımüslimleri, kadınları, eşcinselleri vb. grupları dışlayan ve ayrımcılıktan beslenen bir niteliğe sahip. Bizse bu köşede her zaman,  söz konusu oyunu bozmamız gerektiğini ve tiyatronun işlevinin iktidar tarafından kodlanmış bu türden ayrımları yeniden üretmek değil, demokrasi ve insan hakları temelinde farklılıklarımızı koruyarak birlikte yaşama kültürüne katkı sunmak olduğunu vurguladık.

Bu bağlamda geçmişte Vakit gazetesinin,  Yala ama Yutma adlı oyunun dine hakaret ettiği yolunda asılsız iddialarda bulunarak, oyunu sahneleyen gruba yönelik bir linç kampanyası başlatmasını nasıl şiddetle eleştirdiysek, şimdi de Ankara Devlet Tiyatrosu’nun Genç Osman adlı oyununda sadece başörtülü oldukları için bir grup seyircinin uğradığı muameleyi de aynı biçimde kınıyoruz. Tiyatro yapmak olduğu kadar tiyatro izlemek de toplumun her kesiminden insanın en doğal hakkıdır. Üstelik söz konusu olan vatandaşların vergileriyle ayakta duran bir kurumsa, bu konudaki duyarlılığın çok daha yüksek olması beklenir. Söz konusu durumu gerek tiyatro gibi toplumsal bir sanatın ruhuna, gerekse oyunculuk etiğine aykırı buluyor ve olaya sebebiyet veren kişileri kınıyoruz.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: EDİTÖR

6 yorum

  1. İlker Yasin Keskin Tarih:

    Devletin tiyatrosu olmaz. Olmamalı. Olursa da işte böyle saçma sapan olaylar olur.
    Devlet ve tiyatro… Bu iki kelime yan yana gelince bile ne kadar çirkin duyuluyor. Peki; devlet ve tiyatro hiç yan yana gelemez mi? Gelir elbette. Vatandaş vergileriyle beslenen devlet, o vergilerin belirli kısmı ile bin bir türlü alanlar açarak sanatı destekler. Kısacası, ancak ve ancak devletin desteklediği tiyatro sektörü olabileceğini düşünüyorum.İlla ki devlet sanatı diye bir şey olacaksa, o da özel sektörün önündeki köhnemiş engeller olarak durmamalı diye düşünüyorum.
    Nedense bu saçma sapan vaka, bana başörtüsü sorunuyla birlikte bunları düşündürdü. Paylaşmak istedim…

  2. ceren okur Tarih:

    Olayın henüz yeterince açıklığa kavuştuğunu düşünmüyorum. Gerçekten ne oldu orada, salonu terk edenler kaç kişiydiler, daha sonra olaya sebep olduğu öne sürülen tiyatro oyuncusu bakandan özür dilemeye götürüldü mü, AKP’den birilerinin Sümeyye Erdoğan’ın özel yaşamında hiç sakız çiğnemediği halde tiyatro salonunda sakız çiğnediği ve oraya kasıtlı gittiği iddiası, 150 kişinin mi 300 kişinin mi salondan çıktığı, polislerin mi polis koleji öğrencilerinin mi salondan çıktığı henüz açıklık kazanmamıştır.Aslına bakarsanız kişisel olarak bunların detaylarında boğulmayı da anlamlı bulmuyorum.

    Devletin tiyatrosu olur mu? evet pekala olabilir. Böyle mi olmalıdır bu başka bir konu. Bu krizden yola çıkarak bunu tartışmayı da uygun bulmuyorum.

    Bir grubun ya da kurumun hangi nedenden ötürü olursa olsun tiyatroyu yasaklamasını, linç girişimine dönüşebilecek durumlar yaratması elbette kabul edilebilir değildir. Ancak burada söz konusu olan şey “Yala ama Yutma” oyununun başına gelenle aynı değildir.

    Tiyatronun seyircisiyle var olduğu savından yola çıkarsak tiyatroda oyuncunun rolünü istediği gibi oynama serbestisi vardır, seyircinin de seyretme ya da seyretmeme serbestisi en basit yaklaşımla. Orta oyununun özüne döndüğümüzde ise bu serbestlik oyuncuya çok daha geniş bir alan yaratır.

    Oyuncu sahnede mesleğini dilediği gibi icra etme hakkına sahiptir, örnekte de DT’de alışık olunmadığı biçimde oyuncu aslında mesleğini icra etmiş görünüyor. Seyirci-seyirciler de oyundan çıkmak gibi bir tercih kullanmışlar. Olan biten sadece budur.

    Kınadığımız nedir? Bir oyuncunun rolünü istediği gibi oynama özgürlüğü müdür? Bu özgürlüğü devletin kurumunda kullanması mıdır? Seyirci haklıdır gibi kutsal bir yaklaşımın zarar görmesi midir? Bir kişi yerine yüzlerce kişinin salonu terk etmesi midir? Ben bunları kınamıyorum!

    Şimdiye kadar pek çok oyundan aklıma, zamanıma, estetik beğenime, düşüncelerime, inançlarıma, cinsiyetime sahneden hakaret edildiğini düşünerek çıktığım oldu pek çoğumuz gibi. Örnek olayda bunlardan sadece biridir.

    Sorun nedir?

    Ne tiyatro kutsaldır ne seyirci. İki tarafın isteğiyle oluşan bir buluşmadır, iki taraflı olarak istendiği zaman kesilebilir.

    Günlerdir eksik yanlış bilgilerle pek çok yazı yazıldığını kınamanın yapıldığını görüyorum. Elbette bir olay hepimize farklı şeyler düşündürtebilir, bir olayın vesilesiyle pek çok başka şeyi sorgulayabiliriz. Ancak ahkam kesiciliğe gerek olmadığını düşünüyorum. Olaya dinci-laik, seyirciye hakaret-oyuncuyu savunma ekseninde bakmaktan öte seyir yeri-oyun yeri bağlamında bakmalıyız gibi geliyor bana.

    Bu olayın sadece seyircinin beğenmediği, hakarete uğradığını düşündüğü oyundan “şimdi oyuncuya ayıp olur” diyerek seyretmek yerine, oyundan çıkabileceğini düşünmesi, bunun ne tiyatroya ne oyuncuya saygısızlık olmadığını düşünmesi için bir fırsat olmasını diliyorum.

    Tiyatro ve oyuncu açısından ise DT’de hep eleştirdiğimiz “memur oyunculuğunun” dışına çıkılabilmesi için bir fırsat olarak görüyorum.

    Ne tiyatro kutsaldır, ne seyirci.

  3. Fırat Güllü Tarih:

    Ceren Okur’un temel dertlerine katılmakla beraber yukarıdaki tartışmanın biraz daha incelikli yürütülmesi gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta yaşanan olaya Brechtyen bir bakış açısıyla bakarak temel jesti tartışmamız gerekiyor. Bildiğimiz gibi klasik İtalyan sahne oyuncuya garip bir iktidar alanı yaratır. Seyirci kendi iradesini kurulan atmosfer gereği oyuncunun eline teslim eder. Diğer bir deyişle tiyatro bir iktidar alanıdır ve Boal’in bir çok çalışmasında analiz ettiği gibi bu iktidar geleneksel tiyatro modelinde sahneden salona doğru akar. Dolayısıyla oyuncu tüm koşullar kendisinden yana olacak bir biçimde seyirciye üstün bir konuma geçer. Zaten estetik kodlar eşliğinde her türlü mesajı da bu şekilde iletir. Tabii eğer, yine Brecht’in dediği gibi, seyirciyi düşünen bir varlık olarak görüyorsak ya da öyle olmasını arzuluyorsak onun da en doğal hakkı en baştan bu iktidar biçimini sorgulamak ve hatta reddetmek olacaktır. Aslında gerçekleşen olay bu denli basittir. Oyuncu tiyatronun adabı muaşaret kurallarına uygun olmadığına inandığı bir jesti (sakız çiğneme) üstelik de o ön koltuklara layık olmadığını düşünüdüğü (başörtülü olduğu için) kişilerce gerçekleştirildiği için kendi iktidar alanını kullanarak teatral gösterinin içerisine dahil edilmiş jestlerle eleştirmeyi denemiştir. Ama bu ilişki biçimini reddeden seyirci salonu terk ederek söz konusu müdahalenin altını boşaltmıştır. Tabii bu arada arka planda bu iktidar biçiminin gerçekte kurgu olduğunu, çünkü oyuncunun kurgusal iktidarını boşa çıkaran bir gerçek iktidarın varlığının hatırlanması gerektiğini de unutmayalım. Zaten oyuncunun duvara tosladığı noktada bu olmuştur. Bu noktada oyuncu kendi iktidarının kurgusal olduğunu ve kendisinden büyük bir “başbakan” olduğunu hatırlayarak suskunları olmayı yeğlemiştir. Bunu yapmayabilir miydi? Elbette yapmayabilir ve jestinin arkasında durabilirdi. Ama bunu yapsaydı bile bu, oynanan iktidar oyununda onun masum bir özne olduğu anlamına gelmeyecekti.

    Kısacası kişisel görüşüme göre: Oyuncu kesinlikle masum değil, seyirci salonu terk ederken doğal bir hakkını kullanıyor, ancak kurgusal iktidar duvara toslayınca gerçek iktidarın devreye girmesi ve oyuncuyu cezalandırması da savunulası bir durum değil.

    Bu yüzden sürekli olarak gerçek muhalif sanatçı iktidarla arasına mesafe koymayı becerebilmelidir tezini savunmayı sürdüreceğiz. Muhalif olmanın ilk şartı bu gibi görünüyor.

  4. ilker yasin keskin Tarih:

    Ben yine de tartışmanın Devlet Tiyatrosunun kendisi olduğunu düşünüyorum.
    Güleceksiniz ama şöyle bir mantık yürütüyorum. Şimdi bu olayda da bahsi geçiyor: Seyirci kurulan interaktif ortamdan rahatsız olup salonu terk etmiş. Diyelim ki böyle bir olay özel bir tiyatroda gerçekleşsin. Madem seyirci o oyundan rahatsız oldu; bir daha ki sefere o salona, o grubun diğer oyununa gelmez. O kadar… O da bilet parası ile oyunu ve grubu kendince cezalandırmış olur. Yani oyunu protesto etme şansına sahip olur. Ancak DT case’inde böyle bir şey olamaz. Sen o oyuna gitmesen dahi o kurumun giderleri senin vergilerin tarafından karşılanmaya devam eder.

  5. ilker yasin keskin Tarih:

    Ayrıca seyirciyi kasten rahatsız etme vs. gibi her zaman için tatlı da olsa risk barındıran estetik üsluplar devlet tiyatrosu mantığı içerisinde (vatandaşın tiyatro hazzını giderme) bir “lüks” diye düşünüyorum. Garip gelecektir ama bu vakada aklıma ilk gelenler bunlar oldu benim.

Yanıtla