Mehmet K. Özel
adında “hisler” olan bir yapıt hakkında yazacağım ilk şey, o yapıtın bana hissettirdikleri olacak. “hisler arşivi: istanbul”un, birbirlerinden kısa filmlerle ayrılmış yedi bölümü var. sırasıyla bu yedi bölümün bende uyandırdığı hisler şunlar: yabanilik, şefkat, cemiyet, ürkünçlük, dehşet, sıkışmışlık ve sükunet.
“hisler arşivi: istanbul”u iki defa seyrettim; prömiyerinde ve ondan yaklaşık bir ay sonra. genellikle bir yapıtı ikinci defa seyrettiğimde daha iyi kavrarım, ilkinde kaçırdığım detayları yakalarım. “hisler arşivi”nde böyle olmadı. bir yandan; ilk seyredişimde bazı bölümlerde ne kadar kaybolmuşsam, ikincisinde de aynı bölümlerde yine o kadar kayboldum, o bölümlere yine hiç bir anlam veremedim. diğer taraftansa; ilkinde beni etkileyen özellikler ikincisinde de yine etkiledi. yani, onlarla ikinci kere karşılaşmak, üzerimde yarattıkları etkiyi ve duyguyu azaltmadı.
bölümlerin bende hissettirdiklerini tariflediğim kelimelerden bazıları, bölüm aralarındaki kısa filmlerin bazılarında başlık olarak gördüğüm kelimelerle örtüşüyor, ama ben bunları yazarken o başlıklardan ilham almadım. zaten benim bu hisleri yakıştırdığım bölümler ile o kısa filmlerin öncelik-arkalık ilişkisi sanırım pek yok. bölüm-his eşleştirmem oldukça kişisel. bölümler seyircide tam da benim tanımladığım hisleri uyandırsın diye tasarlanmamıştır büyük ihtimalle. tasarımcı nasıl kendi kişisel dünyasından yola çıkıyorsa, alımlayıcı da kendi kişisel dünyası üzerinden okuyor seyrettiğini.
yapıtın bende uyandırdığı hislere topluca baktığımda, ilk fark ettiğim, karşıtlıkların olması; yabanilik de var, cemiyet de, dehşet de var sükunet de. işte belki istanbul böyle, içinde yaşayanı bi-polarlaştıran bir yer.
gösterinin en güçlü imgesi ise tekrar tekrar çağırıyor kendini zihnime: bulut kafalı bedenler (maske tasarımı: leyla okan).
bulut kafalar; ak bulut kafa, kara bulut kafa. ak ile kara, onlara yakıştırdığımız geleneksel anlamlarıyla; aydınlık ile karanlık, olumlu ile olumsuz, iyi ile kötü, yin ile yang. yani, karşıtlıklar; birbirlerini tamamlayan ve tanımlayan karşıtlıklar; biri olmadan diğerinin anlam kazanmadığı.
bu bağlamda benim için gösterinin iki can alıcı sahnesi var. ilki; şemsiyeli ak bulut kafalının kendi bulutundan parçalar koparıp yere atarken, arkada duran diğer ak bulut kafalının bu duruma verdiği reaksiyon ve sonrasında ikisi arasında gelişen etkileşim. diğeri ise; sanırım süre olarak yaklaşık ortalara denk gelen bir vakitte oynatılan kısa filmde kara bulut kafalının kolunu uzatıp, elini masanın diğer tarafında oturan ak bulut kafalının bulutunun içine sokması.
dramatik bir etkileşim hissettiğim bu iki sahne benim için yapıtın kalbini oluşturuyor. bu iki sahneyle bağlantılı olarak gösterinin rengarenk bulut kafalı son bölümü ve o bölümün oditoryumla (seyircinin bulunduğu alanla) kurduğu ilişki de benzersizdi.
yazımın başında yapıtın strüktürünün parçalı olduğunu, birbirlerinden kısa filmlerle ayrılmış yedi bölümden oluştuğunu belirttim. bunlar; ak bulut kafalı sırasıyla solo, duo ve trio, kara bulut kafalı kuartet, biri ak ikisi kara bulut kafalı trio, kara bulut kafalı solo ve rengarenk bulut kafalı kuartet.
kısa filmlerin ayırıcı değil birleştirici görev üstlenerek, organik bir şekilde veya kavramsal olarak sahnedeki canlı icrayla bir bütün oluşturduğunu düşünüyor olanlar vardır eminim. ben öyle alımlamadım. kısa filmlerin çeşitliliği (farklı mekânlarda geçmeleri, farklı türde animasyonlar içermeleri ve farklı film ve ses kayıt kalitelerinin olması) beni canlı icradan kopardı. o kadar ki, acaba bu filmler kostüm-maske değişimlerine zaman kazandırmak için mi bölüm aralarına kondu diye bile düşünmedim değil. bir tek; yukarıda ayrıntılı bahsettiğim kısa film benim için bu yapıtın ruhuyla ilişkiliydi ve sahnedeki canlı gösteriye hizmet ediyordu.
“hisler arşivi: istanbul”un tasarım, koreografi ve yönetimi koreograf/dansçı gizem aksu’ya ait. yapıtta dört kadın performansçı hareket ediyor: zeynep günsür, leyla postalcıoğlu, suzan alev ve ekin tunçeli. bu dört kişi dans/performans nesli, geçmişi ve birikimi olarak birbirlerinden farklılar, dolayısıyla sahnede dört farklı bedene, dört farklı hareket niteliğine, dolayısıyla dört farklı kimliğe sahip dansçılar seyrediyor olmalıyım. ancak, yapıt boyunca icrada bulunmadıkları bölümlerde sahnenin iki yanında seyirciye arkaları dönük oturdukları ve bir bölümün sonlarına doğru olan bir sahne dışında her an bulut kafa maskesi taşıdıkları için, onları, önceden çok iyi tanıyanlar/bilenler dışında, birbirlerinden ayırt etmek o kadar kolay değil. ayrıca, sadece dansçı kimlikleriyle değil, bazı bölümlerdeki bir-iki kıyafet kodunu saymazsak, cinsiyet olarak da kadından ziyade androjenimsi bir kimliğe büründürüldükleri için, bu dört performansçı birbirlerinden kolaylıkla ayırt edilemiyorlar (örneğin ikinci bölümdeki dansçılardan birinin unisex pantolon-gömlek giymesi gibi).
yapıtın künyesine baktığımda ise; son yıllarda gerek yurtdışında gerekse de yurtiçindeki çağdaş dans yapıtlarında genellikle olduğunun aksine, performansçılara koreografi işinin/görevinin verilmemiş olduğunu görüyorum. yani, tasarım ve yönetimden sorumlu olan gizem aksu aynı zamanda koreografiyi de tasarlayan tek kişi. o zaman da, gizem aksu eğer bu potansiyelden faydalanmayacak ve hepsini az-çok anonimleştirecekseydi, neden bu kadar birbirinden farklı hareket geçmişine, birikimine, niteliğine ve bedene sahip bu dört dansçıyı seçti diye sormadan edemedim kendime.
bu sorumu bir tarafta saklı tutarak, yapıtın koreografisine odaklandığımda; gizem aksu’nun solo’dan kuartet’e çok farklı dinamikleri olarak hareket parçalarını ustaca tasarladığını, gerek sololarda gerekse de kuartet’lerde oyun alanının mekansallığını performansçıların bedensellikleriyle ustaca örtüştürdüğünü, ve parçalı bir strüktür kurmasına rağmen koreografik tasarım sayesinde parçaların bütünselliğini yakalayabildiğini düşünüyorum.
bir moda sahnesi yapımı olan “hisler arşivi: istanbul”da kurum sanatçıları bengi günay ve irfan vanlı, gizem aksu’nun ortaya koyduğu hisleri sakin ama etkili sahne ve ışık tasarımlarıyla destekliyorlar.
gösterinin diğer bir önemli birleşeni olan müziğin (özgün müzik: emre malikler ve ayrıca ah! kosmos’un “anneanneminin koah’sı” ve dEUS’un “quatre mains” adlı eserleri) ise gereğinden fazla, yüksek ve abartılı olduğunu, sahnedeki atmosferi bastırdığını, koreografiden ve hareketlerle yaratılan hislerden rol çaldığını düşünüyorum.
sorgulamalarımı ve çekincelerimi mahfuz tutarak, “hisler arşivi: istanbul” ile ilgili izlenimlerimi şöyle bitiriyorum: belki ilerde bu gösterinin içeriği aklımda kalmayacak ama o güçlü mü güçlü “bulut kafalı bedenler” imgesi beni hiç bir zaman bırakmayacak, ve bu imgeyi hatırlayıp gösterinin bütününün hissini tekrar yaşayacağım. çünkü o ak, kara ve rengarenk bulut kafalarla hareket eden bedenler, değil sadece istanbul’un, bütün bu coğrafyanın son döneminin hissiyatını soyut ama çok etkili bir şekilde görselleştiriyorlar.