Mehmet Zeki Giritli
Sezon yavaş yavaş sona ererken bu sezon izlediğim oyunlara kısa kısa değinmek ve aynı zamanda genel olarak tiyatronun ülkemizdeki gidişatı üzerine birkaç söz söylemek isterim. Öncelikle yazıda yer alan oyunlarda herhangi bir sıralama gütmediğimi belirtmem gerek zira tiyatro oyunlarından Top 10 listesi yapmanın gayet problemli bir yaklaşım olduğu kanaatindeyim. Dolayısıyla oyunları karışık bir sıralamayla yazmayı tercih ediyorum.
Öncelikle bu yıl 22. Tiyatro Festivali’ni geride bıraktık. Festivalde izlediğim yabancı oyunlar ve işim itibarıyla ziyaret ettiğim ülkelerde gördüğüm oyunlarla İstanbul’daki tiyatro topluluklarının sahnelediği oyunları karşılaştırdığımda, bizim oyunlarımızın ve tiyatro topluluklarımızın genel olarak gerçekçi tiyatronun ve geleneksel dramatik öğelerin kalıplarına sıkışmış olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırım. Bunu kesinlikle oryantalist bir bakış açısıyla söylemiyorum. Sadece dünya tiyatrosundaki eğilimlerle ülkemizdeki eğilimler arasındaki ayrım üzerine bir tespit olarak vurguluyorum. Bizim tiyatro topluluklarımız deneysel estetik arayışlardan ziyade hikaye anlatıcılığına ve geleneksel dramatik kurgulara bağlı bir sezon geçirdi gibi görülüyor. Fiziksel Tiyatro Araştırmaları gibi birkaç topluluğu bu genellemenin dışında tutuyorum. Festivalde gördüğümüz iki başyapıt “Alarmé” ve “Amor” dan sonra bizim ülkemizde neden böyle işler yapılamıyor diye sorguladığımı itiraf etmek zorundayım. Fakat elbette bu yapılan işlerin tamamının kalitesiz işler olduğu anlamına gelmiyor. Sadece bizdeki estetik arayışların ve deneysel girişimlerin daha yetersiz olduğu izlenimi uyandırıyor. Öncelikle bu sezon aklımda kalan ve sezonu kurtardığını düşündüğüm bazı oyunlara gelecek olursak, listedeki oyunların çoğu daha önceki sezonlarda başlamış oyunlar fakat sadece yeni oyunlar üzerine yazmak gibi bir ayrıma gitmedim. Sezonda sahnelenen tüm oyunlar arasından bir derleme yapmaya çalıştım.
Kader Can / Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin
Her iki oyun da kalemini çok beğendiğim Murat Mahmutyazıcıoğlu tarafından yazılmış oyunlar. Her ne kadar iki oyun da karakter hikayelerine ve geleneksel dramatik öğelere dayanan oyunlar olsa da güçlü bir kalem tarafından yazılmış olmaları ve sahnelemelerindeki koreografik denemelerle sezonun öne çıkan oyunlarıydı. Oyunların bir başka güçlü noktası da şüphesiz ki iki oyunda da yer alan oyuncularıydı. Özellikle Deniz Karaoğlu’nun Kader Can’daki performansı son yıllardaki en iyi erkek oyuncu performanslarından biriydi. Öyle ki Deniz Karaoğlu’nu sadece takdir duygusuyla değil biraz da kıskançlıkla izledim sahnede. Şunu da rahatlıkla söylemek gerekir ki Murat Mahmutyazıcıoğlu’nu ülkemizde son 10 yılın en iyi oyun yazarlarından birisi olarak görüyorum. Çoğu zaman tahammül edilemez oyunların yazıldığı ve sahnelendiği tiyatro dünyamızda böyle kaliteli ve istikrarlı yazarlara çok ihtiyacımız var. Fakat estetik arayışlar ve tekstle aksiyonun bütünlüğü konularında çok daha cesur ve yaratıcı işler yapabilecek potansiyelde olduğuna da inanıyorum.
Şatonun Altında
Fiziksel Tiyatro Araştırmaları’nın çok ödüllü oyununu ancak bu sezon izleme fırsatım oldu. Yazının girişinde bahsettiğim tiyatro topluluklarımızın yeterince cesur ve deneysel olmamasına meydan okuyan bir oyundu Şatonun Altında. Bu yönüyle de bu sezon sahnede olan diğer oyunların hepsinden ayrılıyordu. Kendine has bir sahne dili/bir estetik anlayış oluşturmayı en üst seviyede başarabilmiş bir oyun ve buna hizmet eden fevkalade başarılı oyuncular izledik. Bu tür oyunlardan çıktığımda gözlerimin dolduğunu fark ediyorum yapılan işin kalitesinden. Ekibi ve oyuncuları birebir tanımıyorum ama bu yazıyı hasbelkader okurlarsa buradan tebriklerimi sunmak istiyorum. Umarım bu çizgide ilerlerler. Tek küçük eleştirim zaten seyirciyle inanılmaz bir bağ kuran bir oyunda, seyircinin arasına girip yapay bir bağ oluşturma çabasına hiç gerek yokmuş aslında.
Vanya, Sonya, Maşa ve Spike
İtiraf etmeliyim önyargıyla gitmiştim oyuna. Beğeneceğimi pek düşünmüyordum ama yanıldım. Gayet klasik bir oyun aslında. Çok farklılık sunmuyor seyirciye fakat oyunun izlenebilirliğinde oyuncuların performanslarının çok büyük etkisi var tabii. Özellikle Tilbe Saran ve Şerif Erol gibi iki tiyatro efsanesinin rol aldığı bir oyuna olumsuz yaklaşmanız pek mümkün olmuyor. Tek küçük eleştirim Kassandra rolündeki Başak Meşe’nin performansıyla ilgiliydi. Ben Başak Meşe’nin bu rolü çok daha fazla parlatabileceğine inanıyorum. Diğer oyunculardaki doğallık (bunu oyunculukta “doğallık” anlayışını savunduğum için değil, diğer oyuncular tarafından paylaşılan ortak bir yaklaşım olduğu için vurguluyorum) Kassandra rolünde hissedilemiyordu. Tiyatro dünyası için çok değerli bir isim olan Nesrin Kazankaya’nın ise ses kullanımında bazı sorunlar vardı. Belki bizim izlediğimiz seansa özgü bir durumdu bilemiyorum.
Kürklü Venüs
Tek kişilik ve iki kişilik oyunlar oyuncular ve yönetmenler için her daim çok tehlikelidir. Ortaya çıkan ürün çok başarılı da olabilir tamamen hayal kırıklığı da. Kürklü Venüs birinci kategoriye verilebilecek bir örnek. Bunda iki oyuncu arasındaki etkileşimin de önemi büyük. Sahnede yaratılan estetik dil metinle büyük bir uyum içinde. Üzerine de iyi oyunculuklar eklenince ortaya çok başarılı bir ürün çıkmış.
Eleştirinin ilk kuralı zayıf noktaları söylemeden önce olumlu noktaların altını çizmektir ki böylece fazla itici görünmemiş olursunuz. Ben de bu yüzden sezonun benim için hayal kırıklığı olan oyunlarını sona sakladım.
Mutluyduk Belki Bugüne Kadar
İnanılmaz yaratıcı denemeler ve arayışların yapıldığı günümüz tiyatro dünyasında bu tür metinler ve sahnelemeler ne yazık ki biraz demode kalıyor. Seyirciyi tatmin edebilecek bir ürün ortaya çıkarmıyor. Sadece bir grup arkadaşın bir araya gelip olabildiğince günlük bir dille konuşmalarını ve sonunda birtakım mesaj kaygılı sırların ortaya çıkmasını izlemek tiyatro adına pek heyecan verici değil.
Kürk Mantolu Madonna
Yönetmenliğine hayran olduğum Engin Alkan ne yazık ki ilk defa tatmin edicilikten uzak bir sahnelemeyle karşımızdaydı. Sadece romanın ve Tuba Ünsal’ın popülerliğine dayalı bir ürün çıkmış ortaya ama ne yazık ki tiyatro adına pek iç açıcı değil. Özellikle sesini ve beden dilini kullanamayan bir başrol oyuncusu oyunun en olumsuz özelliği olarak öne çıkıyor.
Meçhul Paşa
Tarzlarına ve estetik anlayışlarına hayran olduğum Tiyatro Adam ilk kez hayal kırıklığı yaratan bir oyunla karşımıza çıktı. Elbette bu fikrimden dolayı bir hayli linç de yedim sosyal medyada oyunu beğenen seyirci tarafından ama grubun diğer oyunlarını da yakından takip ettiğim için bu oyunlarını ne yazık ki zayıf buldum. Evet oyun politik vurgusu olan bir oyun amenna fakat bunun bu kadar göze sokulduğu bir metin seyirciye biraz haksızlık olmuş. Bununla birlikte sahneleme ve oyunculuk anlamında da birtakım uyumsuzluklar ve olumsuz anlamda amatörlükler göze çarpıyordu. Önümüzdeki sezonda grubun özlerine döneceğini ümit ediyorum.