Bir Dünya Tiyatro Günü’nü daha geride bıraktık.
Ulusal ve uluslararası bildiriler yayınlandı. Bu bildirilerin toplumsal gerçekliğe ve içinde bulunduğumuz konjonktürde tiyatronun haline yeterli karşılık vermediği düşünülmüş olmalı ki alternatif bildiriler de yayınlandı. Eşten dosttan mesajlar geldi günümüzü kutlayan. Medyada tiyatronun önemine dair güzellemeler arzı endam eyledi. Hatta Cumhurbaşkanlığımız sürpriz yapıp “oyuna gelen” tiyatrocularımızın seslendirdiği bir klip bile yayınladı, “Sanat Varsa Hayat Var” özlü sözüyle Günümüze anlam kattı.
Dünya Tiyatro Günümüz kutlu oldu.
O sırada oyuncu Cenk Dost verdi sosyal medya paylaşımları nedeniyle 8 aydır hapisteydi. Nazlı Masatçı oynadığı “Palto” oyunu nedeniyle 2 aydır hapisteydi. Ankara Üni. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro bölümünün akademisyenleri iki yıl önce barış billdirisine imza attıkları için KHK ile akademiden ihraç edilmiş ve binlerce akademisyen gibi hala haklarını geri kazanamamış durumdaydı. Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun yürüyüşü kaymakamlık tarafından yasaklanmıştı. Tiyatromuzun duayeni Metin Akpınar’ın özgürlüğü hala yurt dışına çıkış yasağıyla kısıtlanmıştı. Yasaklanan oyunlar, Kültür Bakanlığı ve hatta bazı yerel yönetimler tarafından kara listeye alınan topluluklar sıradan gelişmeler haline gelmişti. Mikro ya da makro düzeyde iktidarı elinde tutanların sanatçıları kendine biat eder hale getirmek istemeleri ve buna zorlamaları, ellerindeki iktidarı keyfi kararlarına payanda yapmaları vakayı adiden sayılır olmuştu. Ekonomi yönetiminin basiretsizliğinden kaynaklanan kriz ilk başta “vazgeçilebilir kalem” sayılan kültür sanat alanını vurmuştu.
Dünya Tiyatro Günümüz kutlu olmuştu.
Bu ahval ve şerait karşısında tiyatrocularımız ne yapabilir? Kadıköy Tiyatrolar Platformu’nun düzenlediği ve yasağa rağmen sanatçıların katılım gösterdiği yürüyüşteki dayanışma ve direnç kalıcı hale getirilebilir mi? Cenk Dost Verdi’nin kalmakta olduğu Kandıra Cezaevi’nde Pirandello’nun Ağzı Çiçekli Adam oyununu sergileyecek olması biz “dışarıdakiler”e bir şeyler söylemiyor mu? Metin Akpınar’ın baskılara rağmen susmayan tavrı örnek teşkil etmiyor mu? Bütün bu baskı ve sansür/otosansür iklimi içinde yalnız olmadığımızı idrak etmek için birbirimizle ve seyircimizle dayanışmanın, sanatımıza daha çok ve daha derin sarılmanın elzem olduğunu görmemiz gerekmiyor mu? Dayanışmak ve içinde yaşadığımız dünyayı sahici ve nitelikli bir dille kavramak düsturumuz olmasın mı? Olsun.
Dünya Tiyatro Günlerimiz Kutlu Olsun.