Siyasal İslamın Sefaleti

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ergin Yıldızoğlu’nun Cumhuriyet’te yayınlanan yazısının bir bölümünü okuyucularımızla paylaşıyoruz.]

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in başına gelenlere hiç şaşırmadım. Siyasal İslam, Türkiye’de, emperyalizmin desteği, “yetmez ama evet” soytarılığının katkısıyla iktidara yerleştiğinden bu yana ülkenin modern seküler kültürüne yönelik saldırıların ardı arkası kesilmiyor. Şimdi, sanatın alanı adeta bir “Çorak Ülke”: “Hangi kökler kavrar, hangi dallar büyür / Bu taş döküntüde?” 

Noel gecesi Londra’da televizyonu izlerken bunları düşündüm. Doksanlı yıllarda, bir gün Kadıköy-Karaköy vapurunun yolcu salonundaki ekranda Devekuşu Kabare’nin skeçlerini, uzun, çok uzun bir aradan sonra ilk kez izlediğimde etraftan bana bakanlara aldırmadan nasıl kahkahalarla güldüğümü anımsadım. Birkaç ay sonra konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Metin Akpınar’ı görünce yanına gitmiş, kendimi tanıtmış, saygılarımı ve hayranlığımı ifade etmiştim. O gün kendimi çok mutlu hissetmiştim. 
Türkiye yeni yıla Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e yönelik saldırılarla, siyasal İslam dalkavuğu pespaye sanatçı, mizahçı taklitçilerinin sosyal medyadaki hem tiksindirici hem de acınası paylaşımlarıyla girmeye hazırlanırken, Londra’da 4. Kanal’da Peter Cook ve Dudley Moore’un, 35 yıl sonra bulunan 9 kayıp komedi skecini, bu iki sanatçıyı sevgiyle anarak ilk kez sergileyen bir program vardı. 
35-40 yıl öncesine ait bu skeçlere birçok kez kahkahalarla güldüm. Özellikle Tarzan rolünü almak için başvuran tek ayaklı adam, kışın ortasında plajda tatil yapmaya çalışan iki proleter karakter, Dudley Moore’un, bir an evvel bitirip gitmek isteyen piyanistin Beethoven’dan bir parçayı büyük bir beceriyle hızlandırarak çaldığı skeçler çok şaşırtıcı ve komikti. Programa, izlemek ve düşüncelerini paylaşmak için katılan genç komedyenler de bu ikiliye hayranlıklarını, onlara olan borçlarını biteviye vurgulamadan edemiyorlardı. 
60’ların ikinci yarısında, İngiltere’de Peter Cook – Dudley Moore ikilisi, komedi anlayışını altüst eder, adeta devrim yaparken, aynı dönemde Türkiye’de de Metin Akpınar, Zeki Alasya’yla birlikte Devekuşu Kabare topluluğunu kuruyor ve Cook – Moore ikilisi gibi bir atılımla modern komediyi başlatıyordu. Bir farkla ki Akpınar ve Alasya’nın skeçleri Cook ve Moore’unkilere kıyasla, çok daha siyasi ve kültürel bir keskinliğe sahipti.

***

Modern sanat, özgürlük yokluğuna tepkiden, siyasi otoritenin eleştirisinden, estetik ürünün metalaşmasına direnme, eski ifade biçimlerini terk ederek yenilerini bulma çabasından kaynaklanır. Bu nedenle muhafazakâr sanat (bu çabalar muhafazakâr dünya görüşüyle karşılaştığında oluşan gerginlikleri içerdiği ölçüde ortaya çıkan çok ender durumların dışında) bir imkânsızlıktır. 
Türkiye’de siyasal İslamın iktidarı, bu iktidara yanaşan kapıkulu icracılar bu imkânsızlığı çok güzel sergiliyor. 
Müslüman entelijansiya arasında bir ara saman alevi gibi parlayarak sönen “muhafazakâr sanatı” savunma çabalarının sergilediği düşünce sefaleti de siyasal İslam ile sanat sözcüğünü bir araya getirmenin imkânsızlığını kanıtlıyordu. Sanata, sanatçılara yönelik saldırının, kültür sözcüğünü duyunca silaha sarılma arzusunun, eğitimli insana yönelik kinin, cehaletin yüceltilmesinin arkasında bu imkânsızlık, kültürel iktidarsızlığın, karşı çıktığı şeyin karşısındaki yetersizliğin getirdiği kin yatıyor. 
Siyasal İslam sanat ve sanatçı üretemiyor. Çünkü, siyasal İslamın etrafına toplanan estetik üretici ve icracılar, özgürlük yokluğunu kabulleniyor, siyasi otoriteye teslim oluyor, tüm bunları, ürünlerini metalaştırmak, para kazanmak için yapıyor… 
Bu tipler insana, feodal dönemin saray, kilise desteğiyle, saray ve kilise için çalışan estetik üreticilerini anımsatıyor ama ürünlerinin düzeyine bakınca, insan, “Bunlara Kitch demek bile bir iltifat olur” diye düşünürken, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen gibi SANATÇILARIN değerinin ayırdına bir kez daha varıyor.

Devamı için tıklayınız.

Cumhuriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.