Serkan Fırtına
GÜNIŞIĞINA MEKTUP
Dramatik Yayınları etiketi ile okuyucularla buluşan oyun hakkında, henüz izleyemediğim için şimdilik sadece metin düzleminde aklıma düşenleri sizlerle paylaşmak istiyorum: Akıcı bir anlatıma sahip olan oyun, okurken ilgiyle takip edebileceğiniz, merak öğesini sürekli diri tutan bir gelişim sergiliyor. Yazarın diyalog kullanımındaki başarısı, oyun kişilerinin çözümlenmesine ve olaylar dizisinin anlaşılmasına hizmet ediyor. Oyundaki her satırın ince bir işçilikle oluşturulduğu göze çarpıyor. Eksik veya fazla olan hiçbir şey yok gibi. Konuşma örgüsü içerisinde karakterlerin kim oldukları, nasıl hareket edecekleri, yaşadıkları çevre ve dönem hakkında önemli bilgiler ediniyoruz.
Bireyi derinlemesine bir şekilde sorgulamaya iten oyun; hasta evladı için her şeyi yapmaya hazır bilim insanı bir annenin, kızının hayatını kurtarmak pahasına girdiği eylemler sonucunda ortaya çıkan gerçekleri ele alıyor. Geçmişle hesaplaşma, sevgi, umut, bağlılık, aşk, yoksulluk, endişe, yalnızlık, gerçek, yalan, etik, adalet, eşitlik, gibi kavramlar üzerinde geniş bir evren yaratıyor.
Oyun; “Mülteci sorunu” olarak geçiştirilmeye ve dudak bükülmeye çalışılan bir meseleyi de olay dizisine yerleştirerek, bu topraklara ait bir hikâye üzerinden evrensel mesajlar ekleyerek sunuyor. Toplumsal bir yarayı, gerçekçi bir şekilde ama insan ruhunun derinliklerini ve çelişkilerini yok saymadan yüzümüze vuruyor. Karşımızda üzerini toz kaplamış meseleleri üfleyerek temizleyen, nefesi kuvvetli bir metin var.
Günışığına Mektup; okuyucunun ve seyircinin alımlama-etkilenme süreçlerinin, önemli yansımalar oluşturacağını düşündüğüm bir oyun.
Oyun kişileri; Anne İpek, kızı Ebru ve onun erkek arkadaşı Murat’ın birbirlerine yakınlaşma ve uzaklaşma noktaları, birçok duygunun sırlarını ele vererek, karakterlerin psikolojik boyutlarını gösteriyor. Karakterler arası ilişkilerin ve olayın yarattığı ana çatışma üzerinden diğer çatışmalarda ortaya çıkıyor. Mesleği ve ilkeleriyle, hayatta en sevdiği insan arasında kalan İpek; yine aynı şekilde ilkeleri, hayatı ve ailesi arasında kalan Ebru; kendi değer yargıları ile iki kadın arasında bocalayan Murat… Hepside gerçek yaşamdaki insanlar gibi, güçlü ve güçsüz yanları ile resmediliyor.
Oyun, psikanalitik çözümlemeye ilgi duyanların da ayrıca dikkatini çekebilecek doneler sunuyor. Elektra karmaşasından, karakterler arası ilişkilerdeki davranışların psikolojik nedenlerine kadar birçok durum analiz edilebilir.
Yazar; konu ile biçim arasındaki bağı sıkı bir şekilde örerek, iskeleti sağlam, dramaturgik olarak yetkin bir oyun ortaya sermiş. Oyunun estetik dengesi -tema durum ve oyun kişisi üçlüsünün- oyunun amacına göre başarılı bir şekilde dengelenerek sağlam bir bütünlük oluşturuyor.
Yazar, sahneyi ve onun dünyasını iyi bildiği için, dramatik olan’ın ‘oynanabilir olmak’ ilkesine uygun bir metin kaleme almış.
Yazarın, Göç Dalgası (Dramatik Yayınları) ve Yabancı (Mitos Boyut Yayınları) adlı oyunlarına, Günışına Mektup’u ekleyince, kendi üslubunu oluşturmaya başlayan bir yazarla karşılaştığımızı rahatlıkla söyleyebilirim.
Yusuf Dündar’ın dünyasına girin, pişman olmayacaksınız. Hatta ileride şöyle söyleyeceksiniz; “Bu yazarın ilk oyunlarını izlemiştim.”
YANGINLAR DENİZİ
Son zamanlarda okuduğum etkileyici oyun metinlerinden biri de Onur Erbilen’in Yangınlar Denizi (Dramatik Yayınları) adlı ödüllü oyunu.
Okurken, sinematografik bir anlatımı hissettiren oyun, kurgu anlamında sürükleyici ve ilgi çekici bir seyir izliyor. Flashback ve flashforwardların kullanıldığı oyun ‘Sinematografik Tiyatro’ içerisinde değerlendirilebilecek sahneler taşıyor; bu yönüyle sahnelendiği zaman seyirciye daha da ilginç ve etkileyici bir atmosfer yaşatacak potansiyel taşıyor. Yönetmenlerin reji anlamında yaratıcılıklarını ortaya çıkarabilecekleri, sahnelenebilirliği yüksek bir oyun.
Yangınlar Denizi’nin Türk tiyatrosuna sahneleme anlamında çıta atlatabilecek düzeyde bir eser olduğunu düşünüyorum. Oyun yabancı dillere çevrilip, rahatlıkla yurt dışında sahnelenebilecek evrensel temalar da içeriyor. Yazar; hikâyenin içinde Kibritçi Kız masalı, Kürk Mantolu Madonna ve Romeo Juliet’e göndermeler yapıyor. Böylece kendi öyküsüne -edebiyatın ve tiyatronun engin denizi içerisinden- yeni yol arkadaşları ekliyor.
Oyun; Türkiye’nin çeşitli tarihsel dönemlerine girip çıkan kurgusuyla, siyasal, kültürel ve toplumsal yapı üzerine önemli doneler sunuyor. Diyarbakır’ı odak noktasına alarak; İzmir’e, İstanbul’a, İsviçre ve Almanya’ya uzanıyor.
Yazar, acı ve hüznün bu toprakların tarihsel trajedisi olduğunu göstererek modern bir tragedya örneği sunuyor. Yüzeyde bir aşk öyküsü ile başlayan hikâye, arka planda ülkenin yakın tarihinin önemli siyasal sorununu farklı yönleri ile gerçekçi bir şekilde gösteriyor. Eleştirisini karşıt görünen iki kutba da yapmaktan geri durmuyor. Siyasal ve toplumsal sistemleri slogancı bir anlatıma düşmeden, dram sanatının gereklilikleri çerçevesinde, başarılı bir dramaturgi ile oyuna yansıtıyor. Sahnelemek isteyenlerin özellikle buna dikkat etmeleri gerektiğini düşünüyorum.
Kitabın girişinde Yar.Doç.Dr. V.Yasin Akyüz’ün, Erbilen’in oyun yazarlığı ve “Yangınlar Denizi” hakkında bilgilendirici bir yazısı bulunuyor.