Ayça Güngör
“Yazmak istiyor musun? Telaş etme”
Önce ağzımızda bir nidayla doğarız. Nida, ardından ses ve kelimelere dönüşür. Sonra anlarız; anlatacak ne çok şeyimiz var. Yazma eylemi anlatma ihtiyacının ete kemiğe bürünmüş halinden ortaya çıkar. Hepimiz biraz tamamlanırız yazdıkça (belki de daha çok eksiliriz). Akıl sağlığını tedavi etmenin bile oldukça külfetli olduğu bir toplumda, yazarak terapisini yaparız çelişkili kişiliklerimizin. En ucuz tedavi yolu yazmaktır ne de olsa!
Yarım asırdan fazla bir ömrün heybesine onlarca kitap sığdırmış bir yazar; Turgut Özakman… Yazdığı oyunlar, romanlar ve verdiği derslerle “Benim de yazacak bir hikayem var” dedirten insan… “Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği” kitabında hepimizin kurgulayacağı bir hikâye olduğuna bizi ikna eden insan… “Telaş etmeyin” derken, zamansızlıktan değil; teknik ve bilgi noksanlığının telafisinin mümkünlüğünden bahseden insan.
Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği kitabını, başlığındaki “teknik” kelimesine takılıp öyle bilmediğiniz terimlerle dolu sıkıcı bir ders kitabı sanmayın. Tersine öyle akışkan ve yalın bir dille kaleme alınmış ki; verilen somut örneklerle de sıkılmadan okuyup kendi günlük yaşamınızdan, her gün tanık olduğunuz olaylardan bile ne hikâyeler çıkarabileceğinizi görüyorsunuz. Kitabın sonuna geldiğinizde tarihten, pedagojiye, Rönesans’ tan günümüze dolu dolu bir birikimle terk ediyorsunuz kitabı. Hatta terk edemeyip sürekli elinizin altında kalsın istiyorsunuz. Kitabın başlığındaki “oyun ve senaryo” kelimeleri de beklentinizi daraltmasın. Radyo oyunu yazımından romana, şiirden sinemaya kadar her alana dokunup zihninizi elverişli bilgilerle donatıyor. Georg Büchner’in henüz yirmi iki yaşındayken Woyzeck oyununu nasıl yazabildiğini, Ahmet Arif’in yalnızca bir şiir kitabıyla nasıl hafızalara kazındığını da anlıyorsunuz. Stanislavski’nin günümüz sözcüsü misali karşımıza çıkıp; “yetenek işin -yüzde oranında- en düşük kısmıdır, asıl mevzu çalışmak ve yol alınması hedeflenen alanda teknik donanıma sahip olmaktır” diye haykırıyor sanki. Ve bu anlamda eteğindeki tüm o güzel taşları paylaşarak oldukça cömert davranıyor.
“Türk tiyatrosunun ve sinemasının yeni yazarlara ihtiyacı var.” Okuyucuyu ve yazar adayını oldukça yüreklendiren bir cümle kuruyor Turgut Özakman. Bu cümle, içinizdeki hikâyeyi harekete geçirmeye yetmiyorsa o zaman da şu empatiyi kuruyor sizinle: “Tıkanırsanız, ara verin, çay, kahve pişirin kendinize, televizyon seyredin, roman okuyun, kitaplarınızı yeniden sıralayın, not defterinizi karıştırın, sözcükle oynayın, müzik dinleyin, çıkıp yürüyün, alışveriş yapın, sinemaya gidin, birinden biri sizi havaya sokabilir. Aptal bir klip bile insanda, kliple hiç ilgisi olmayan bir dizi düşünceye yol açabilir. Sonra yine masanın başına geçin.”
Kitap yalnızca size yazım koçluğu yapmakla kalmayıp, teknik açıdan oldukça kafa açıcı noktaları da içeriyor. Dramatik türler için gerekli olan çizelgeyi alt başlıklar halinde teker teker inceleyerek, okuyucunun zihninde nefes aldıran ve güven veren bir alan yaratıyor. Bu alanda dizi senaristleri için paket program niteliğinde teknik bilgiler, yazarın ilkesel boşlukları noktasında tamamlayıcı örnekler ve sanatın ölçü-işlevsellik birlikteliğinde farklı alanların ortak ve ayırt edici özelliklerinin beraber değerlendirilmesi de mevcut. Turgut Özakman bu kitapla, ülkemize pek çok değerli yazar ve senarist kazandırmış olan DTCF Tiyatro Bölümü’nde 30 yıl boyunca verdiği “Dramatik Yazarlık” derslerini damıtılmış hale getirerek, yazar olmak isteyenler için arayıp da bulamayacakları bir fırsat sunuyor.
O halde tekrar soralım; “Yazmak istiyor musun? İstek, yeteneğin belirtisidir. Bilginizi artırın ve yazın! Birçok yetenek, çevreye, imkana ve fırsata bağlı olarak, zaman içinde ortaya çıkmıştır.”
Hadi bakalım pamuk eller kalemlere…
1 Yorum
Pingback: AYÇA GÜNGÖR AŞIK – Nar Sanat