Mehmet K. Özel
öznur yalgın’ın yazdığı, galataperform & platform 0090 ortak yapımı “when in rome”u ocak ayında moda sahnesi’nde izledim.
yapımın göze çarpan, akıl oynatan özelliği rejisi (mesut arslan) idi. rejinin en belirleyici kararı ise; muhafazakârlık, mahalle baskısı, ikiyüzlülük, bastırılmışlık gibi konuları esas alan oyunu iki seyirci tribününün, aralarında sahne mesafesi kalmayacak şekilde karşılıklı yerleştirilmesiyle oluşturulmuş bir tiyatral düzenlemede oynatıyor olmasıydı. örneğin ters dönmüş kare tabanlı bir prizmanın yüzeylerinin seyirci platformu yapılıp, yine ortada sahnenin kalmadığı ama bu sefer dört yönlü bir düzenleme yapılsaydı, şu anki ikili olanından daha anlamlı olmazdı, zira yaşadığımız ülkede herhangi bir fikir ayrılığına düşüldüğünde verilen ilk refleksler “diğerini ötekileştirmek” ve “derhal iki kutba ayrılmak”. zaten oyuncuların dağılımında da bu ikilik hali var: iki kadın, iki erkek, iki çift.
sahnenin seyirci koltuklarının arasındaki ve yanındaki koridorlara dönüşmüş olması ve seyircilerin zaman zaman oyuna çeşitli şekillerde dahil edilmesi rejinin, metinden yola çıkarak vermiş olduğu zekice bir karar; rejinin metni doğru ve isabetli bir şekilde okuma şekli, yorumu. arslan’dan daha azı da beklenemezdi zaten, zira şimdiye kadarki işleriyle (istanbul tiyatro festivallerinde izleme şansına erdiğimiz “betrayal” (aldatma) ve “verborgen gezicht” (gizli yüz) tiyatral yerdeki seyirci-oyuncu-mekan ilişkileri bağlamında çıtayı çok yükseltmişti. keza, istanbul’da uzun bir süre sahnelenmiş olan “oda ve adam” da bu bağlamda arslan’ın es geçilmemesi gereken işlerinden bir diğeri.
zemindeki renkli şeritlerden oluşan mekana dair etkisiz yüzeysel tasarım ve sahnelemeye hizmet etmeyen ışık tasarımı bir yana, dört oyuncunun (yeşim özsoy, pervin bağdat, sermet yeşil, ersin umut güler) en az rejinin ustalığı ölçüsünde, kendi performanslarına eğildiklerini ve başarılı olduklarını söyleyebilirim.
peki reji ve oyunculuklar “when in rome”u kurtarıyor mu? maalesef benim bu soruya yanıtım olumlu değil. neden derseniz ilk söyleyeceğim şey; reji ve oyunculukların ne yapmak istediğini, yani oyunun konseptini ilk 5 dakikada idrak ettikten sonra, geriye beni gerek metin, gerek oyunculuk gerekse reji açısından heyecanlandıran, diri tutan hiçbir şey kalmadı; yeşim özsoy’un şarkı sahnesi dışında.
can yakıcı/alıcı konusu ülkemizin toplumsal ve kültürel atmosferine cuk oturan bir oyunda seyirci; bu konunun etrafında geliştirilmesini, kafa yorulmasını umut ettiğim tartışmayı değil, kendisinin yahut yanında oturanların oyuna nasıl dahil olduğunu, olduğunda yüklenen görevi ne kadar becermeye çalıştığını/çalıştıklarını veya kendini/kendilerini oyuncular gibi ne kadar kaptırıp kaptırmadığını/kaptırmadıklarını izlemekle geçiriyor zamanını. dikkat edilirse, oyunda o an interaktif olarak oyuna dahil olmayıp da “seyreden” seyircilerden tepki gelen/alınan anların/durumların büyük çoğunluğu oyuncuların seyircilerle interaktif ilişkiye girdikleri anlar. seyirci salona girdiği ve koltuğuna oturduğu andan itibaren, interaktif ilişkinin heyecanı, beklentisi ve eğlencesi peşinde. seyirci salondan; fikren oyunun dert edindiği konu hakkında zenginleşmiş olarak mı, yoksa tiyatro mekanında daha önce çok nadir karşılaştığı bir oturma düzeni ve sahneleme fikrinin cazibesine kapılıp mest olmuş bir şekilde mi çıkıyor. sanırım ikincisi. “when in rome”da sanki, araç olması gereken şey amacın önüne geçmiş. en azından, bendeki hissiyat bu yönde.
istanbul sahnelerinde yakın zamanda birebir bu sahneleme düzenine sahip bir yapım daha vardı; yanılmıyorsam o oyunun yazılış aşamasından itibaren genel konsepti bu yöndeydi. talimhane tiyatrosu’nun 2014-2015 sezonunda sahnelediği tim crouch’un “yazar” adlı oyunundan bahsediyorum. ingiltere’de çok tutmuş olan bu oyun, bizde maalesef hiç ses getirmedi. “yazar”ın etkisiz kalmasındaki en önemli etkenlerden biri seyircinin oyuna dahil olmadaki ürkekliğiydi; en azından benim, seyrettiğim akşamki gözlemim bu yöndeydi. son yıllarda açılan birçok kara kutu tiyatro mekanında farklı sahneleme düzenlerini deneyimlemiş seyircimiz “when in rome”da artık kıvama gelmiş, kendisine “bulaşılmasını” bekler olmuştu.
seyircimizin alışageldiği konvansiyonel seyretme alışkanlığını bütünüyle yıkan bu kadar radikal bir yapımın sezon boyunca düzenli olarak sahneleniyor/sahnelenecek olması tiyatromuz açısından büyük bir artı.
1 Yorum
‘geriye beni gerek metin, gerek oyunculuk gerekse reji açısından heyecanlandıran, diri tutan hiçbir şey kalmadı’ de yazının sonunun övgüyle bitir. Türkiye’de konvansiyonel seyir alışkanlığı bu oyunla mı yıkıldı. Radikal ilk oyun olarak bunu mu seyrettin Mehmet Özel? Mehmet Özel’e bu yazı yakışmadı.