Zafer Diper
“Bilmece bildirmece el üstünde kaydırmaca”nın yanıtını bilirsiniz, kolaydır: “Sabun.”
Ama ben biraz zorunu sorayım: “Yasaklama yasaklamaca dil üstünde kaydırmaca?” Hayır uydurmadığımı, saçmalamadığımı anlayacaksınız. Siz düşünedururken ben kimi ipuçlarını sıralayayım; yolumun üzerindekilere değineyim, o pek özetlenemez kimi belgelerin-bilgilerin kıyısından köşesinden geçerek de olsa, yürüyeyim yürüyebildiğimce köşem boyunca… “Kitap yakma” tarihine süredizinli (kronolojik) başlıyordum, aralık ayının son “Ha yakılıyor ha yasaklanıyor” yazısında: “M.Ö. 605’te ilk yakma eylemini görüyoruz. M.S. 392’de İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılışı var. M.S. 405, antik Roma’da doğa, tıp bilgilerini içeren Sbylline kitapları yakılıyor. Kitapların en çok yakıldığı dönem Ortaçağ…” diyor ve sürdürüyordum, daha önceleri de dile getirmeye çalıştığım “yasaklar”ı yine konunun içine alarak.
“Yakmalar-yasaklamalar-sıkıdenetimler” (Kitaplara, tiyatrolara, filmlere, şarkılara, toplantılara, heykellere, resimlere daha neler nelere) alıp başını gidiyor, en başta “savaşlar”la birlikte tarih boyunca. Tümünün karşısında direnerek duracağımız sözcüklerden biri de belki: “Barış.” Saldırıyor adamlar, ezmek, güçlü egemen olmak için, örnekse geçmişte: Hitler, Mussolini, Franco, Pinochet ve benzerleri; ne kıyımlara uğratmış insanlığı, ne kıyınçlara yol açmışlar! Şimdilerde de varsıl güçlüler topu tüfeği, düşüngüsü (ideolojisi), her yönüyle saldırıyor yoksul-güçsüzlere tüm alanlarda yandaş kurumları, kuruluşlarıyla, günümüz buyurganları (diktatörleri) ile işbirliği içinde. İşte burada da işin içine “Sadece Diktatör” giriyor. (Yöneten: Caner Erdem, Yazan: Onur Orhan, Oynayan: Barış Atay, Görüntü Yönetmeni: Barış Aygen, Kamera: Hasan Hüseyin Güneş, Kurgu: İlker Savaşkurt). Oyunun yanı sıra, Barış Atay’ın kendisi de yasaklanıyor. Bu bağlamda ilk yaşanmışlıklar değil Cumhuriyet dönemi Türk tiyatrosunda ve görünen o ki son da olmayacak. Ülkenin, ne diyorlar: “Fıtratında var.” Bir öykücük (anektod): 2000-2001 döneminde (siyasal erk AKP’de değil daha) yönetip oynadığım “Ölüm Uykudaydı” oyunu önce baskılar, derken yasaklamalara uğruyor ve de derken ülkenin çeşitli yerlerinde o zamanın üsterişimine (rekor) ulaşıyor ve tam 13 dava açılıyor ki bu düşünüldüğünde bana değil, gerçekte tiyatroya yapılıyor, iş bir anlamda sanatın yargılanmasına dönüşüyor. Ne oluyor? Basında boy boy yer alıyoruz önce, çeşitli TV kanallarına çıkıyoruz dert anlatmaya, e sonra? E gündem(ler) değişiyor. Kalıyoruz 13 dava ile baş başa. Kim sahip çıktı, hangi örgütlenme? Başka benzer güzel uygulamaları(!) da yaşamadık değil bu coğrafyada. Sanat, bu halkın, kimlerin nereye dek umurunda? Var mı karşıtçı örgütlenmelerinin, birilerinin izlencelerinde “bir sanatsal etkinlik yasaklanırsa” ne yapmaları gerektiği üzerine bilgi, deneyim, girişim, düşünce?
“Sadece Diktatör” için yapılacak ne var(dı)? Başta meslek kuruluşları, olmak üzere, kimi kurum ve kuruluşlar, bir şöyle en azından sokakta boy mu gösterselerdi, neydi?
Derim ki sevgili Barış; takmayasın çok, dünyanın sonu değil, yapılacak iş çok, sen oyunculuğunla görevini yaptın, oyun bu Diktatör, biter gider. Bırak oynasınlar, bırak, onlar da (Oyuncular Sendikası, CHP, DHP, DİSK vd.) zil takıp oynasınlar biraz…