Metin Boran
Kültür ekonomisinde tiyatronun payı arttıkça büyük firmalar, özel üniversiteler ve vakıf ve derneklerle işlerini yürüten cemaatler de bu piyasaya ilgi duymaya başladılar… Büyük firmalar sahne açıyor, oyuncu istihdam ediyor ve görsel niteliği güçlü, büyük prodüksiyonlara imza atıyor ve yüksek fiyatlarla bilet satıyorlar…
Diğer yandan özel üniversiteler de tiyatro ve sahne sanatları bölümleri açarak (gerekli altyapı oluşturmadan) oyuncu yetiştirmek üzere fahiş fiyatla öğrenci alıyor ve mezun ederek piyasaya sürüyorlar…
Son yıllarda hayatın her alanında görünür kılınan tarikat ve cemaatler de bulundukları belde ve muhitlerde sağcı güçlerden aldıkları maddi, manevi desteklerle özellikle çocuk tiyatrosu ve yetişkin tiyatrosu alanında söz sahibi olma gayreti içinde alanda kendilerini göstermeye başladılar… Bu gruplar anlayış olarak tiyatroyu içerik, biçim ve dil yönünden muhafazakarlaştırma gayreti ile çalışmalarını sürdürüyor…
Bu anlamda Türkiye’de artık tiyatro ortamını ve pratiğini belirleyen özel tiyatro ve ödenekli tiyatrolarla (Devlet Tiyatroları ve Belediye Şehir Tiyatroları) birlikte holdinglerle tarikatlar da söz sahibi olmaya başladı.
Peki, bu durum tiyatro sanatı için olumlu bir gelişme mi, yoksa sanatın salt ticarileşmesinin pervasızca önünü açan bir durum mu?
Öncelikle büyük firmaların, sanata ve kültürel etkinliklere ilgisi yeni değil… Bugüne kadar spordan müziğe, resimden sinemaya, yetersiz de olsa tiyatro ve operaya büyüklü küçüklü yatırımlar yaparak kendi adlarından kamuoyunda söz ettirdiler…
Son yıllarda dizi ve sinema alanında yapılan üretimler ve bu ürünlerin içeride ve dış piyasada pazar oluşturmaları ile birlikte holdinglerin ilgisi bu alana da kaydı… Holdinglerin tiyatro ve gösterim sanatları alanına girmesi ve nitelikli üretimler yapıyor olması ilk bakışta tiyatronun gelişmesi ve yaygınlaşması bağlamında önemli bir kültürel pratik olarak görülebilir ancak bu gelişme yanıltıcı sonuçlar doğurabilir…
Firmalar yerli ve yabancı yazarların oyunlarını büyük paralarla sahneye taşıyor… Yanı sıra yurt dışından topluluklar getirerek yapımları yüksek fiyatlarla seyirciyle buluşturuyorlar… Bu yapımlar genellikle düşünsel arka planı ötelenmiş, görsel niteliği ön plana çıkarılmış gösteriler olarak karşımıza çıkıyor. Bu saptama başka bir yazının konusu olarak tartışmaya açık… Ancak reel olarak bu durumun iki boyutundan söz edilebilir; sanatın ve estetik etkiliğin ticari bir alan olarak piyasalaşması ve sanatsal estetik içeriğin niteliği…
Büyük prodüksiyonlar yapan firmalar öncelikle rekabet ortamını yok ederek, kendi dinamikleri ile tiyatro üreten özel toplulukları uzun vadede bir bir ortadan kaldıracak ve piyasanın tek egemen gücü olarak tiyatro pratiğini önemli oranda belirleyecek gibi görünüyor…
Bu gerçeklik karşısında kendi küçük imkanlarıyla deneysel çalışma yapan, estetik niteliği yüksek gruplarla, tiyatroyu toplumsal eleştiri bağlamında görevlendiren ve toplumsal değişim misyonu ile üreten muhalif topluluklar, seyirci karşısında asimetrik konuma düşecekler… Ekonomik destekten yoksun bırakılan ve seyircisini yitiren topluluklar bir zaman sonra zorunlu olarak alanı terk edecekler…
Fakat holdinglerin tiyatro alanında egemen güç olma yolunda ilerlemesi, belki de en çok devlet tiyatrosu ve şehir tiyatrolarını tedirgin edecek… Bu ödenekli tiyatrolar, umarız bu rekabet karşısında kendi özerk yapılarına geri döner, varlıklarını, pratiklerini ve misyonlarını gözden geçirirler ve vasatlıktan kurtulmanın çaresini ararlar…