Gizem Aksu
15. İstanbul Bienali’nde son 20 güne girerken bienalin benim için en büyük sürprizi, dans alanında köklenmiş ancak beden ve hareket odaklı çalışmalarıyla multidisipliner bir üretim alanı oluşturan sanatçı Tuğçe Tuna’nın bienale davet edilmesi oldu. 15. senede bienalin attığı bu adım üzerine Tuğçe ile konuştuk. Sohbet sırasında sanatçının, akademisyen olarak attığı başka bir ilkten daha bahsetmesek olmazdı. Sanat, eğitim, hafıza üzerine şekillenen sohbet için keyifli okumalar dilerim.
Beden Damlaları, Fotoğraf: Murat Dürüm
“En Kötü İş” üzerine yaptığımız son sohbetimizden beri sanki hiç durmadın. Harika şeyler oluyor, Beden Damlaları, Yarı Zamanlı Çağdaş Dans Öğretim Programı, kitap projesi… Tüm bu hareketlilik içinde nasılsın diye sorarak başlamak istiyorum. Son bir sene nasıl geçti, geçiyor?
İyiyim. Çok katmalı akış içindeyim diyebilirim. (O yüzden parantezleri kullanıyorum.) Elimden geleni iyi niyetle, derin ve kaliteli bir şekilde hayata geçirmeye çalışıyorum. Hareket iyi geliyor. (Hareketi algılamak, yaşamak, paylaşmak, başkalarının hareketle ve bedenleriyle yeniden tanışmalarına rehber-köprü olmak, beden okumak bana da iyi geliyor. Sınırlarımı açıyor.) Öğrencilerime eklemlenen yeni öğrenci grupları var. Heyecan verici. Seviyorum işimi, uğraşı metotlarımı. Kinestetik deneyimden öğrenmek, bilgiyi dönüştürmek başka bir boyut benim için. Özgürlük alanı. (Hem kendim için hem de ulaşabildiğim her beden için, dansla kendimi kaybetmeye ve daha iyisini bulamaya niyetliyim bir süredir. Bir sene mi geçti?)
Hareket ve beden odaklı üretimler yapan bir sanatçı olarak bienal küratörlerinden teklif aldığında ne hissettiğini, neler düşündüğünü merak ediyorum. Yıllarını bu alanda çalışmaya veren bir insan olarak bienalde hareket ve performans odaklı çalışmaların yer almaması hiç konu olmazdı bile. Bu durum bazen normalleşiyor bazen kanıksanıyordu.
Çok motive edici oldu. Bienallerin (sanatın-üretimin) ayrılmazıdır beden/ beden odaklı yaratıcılık. Hepimizin tek ortak noktası bu, beden içinde-beden aracılığı ile yaşıyoruz.
(Nasıl sevindim anlatamam. Böyle bir dönem de, beden bu kadar kolay tüketilirken, beden de sevgi bile şiddetliyken, öfke her yerimizi sarmışken, dans sanatı da kendi içine doğru daralmaya başlamışken yeni bir anlayış oluşuverdi. İki sanatçı küratör Michael Elmgreen ve Ingar Dragset ile bir direktörün Bige Örer bakış açısı ile dans sanatı, dans sanatçısı, koreografi, ülkenin en prestijli ana akım sanat sistemine, kendi hareket dinamiği, özerkliği ile dahil oldu.)
Heyecan yarattı. Haziran da ön hazırlıklarımı yapmaya başlamıştım, yazın ortasında, bedenleştirme başladı, hareket geldi. (Heyecandan grubu kararlaştırdığım tarihten önce provaya çağırmışım, öyle ihtiyacımız varmış ki ve grup öyle özel ki, önce çalışıp sonra söylediler. Bir gülümseme geldi Gizem sorma, her provaya giderken. Bedenim gülüyordu, ayak tabanlarım, bağırsaklarım gülümsüyordu. Kürek kemiklerim salıncak gibi sallanıyordu, çantam paraşüt gibi olmuştu, aşağıya bırakmak için gerekli her şey içindeydi. Bir süre sonra hayatımı da ele geçirdi bu. Hamam başka bir gezegen gibiydi. Ayrı bir dünya. Ayrı bir gerçekliği var. Hala öyle. Yükselip toprağa düşme, damlamaya izin veriyor mekan. Kötü bir haber geliyordu ağaçların arkasından, daha derin bırakıyordum kendimi orada.)
Elmgreen ve Dragset, işlerim hakkında bilgi sahibi idiler. Bayrampaşa Eski Ceza Evi’nde yaptığım Islak Hacim’den, Gövde Gösterisi’ne, ‘Tuzla…Buz..’ dan, İstanbul Modern’de yaptığımız TORTU ’ya, oradan Farklı Bedenlerle Dans gösterilerine kadar. Bu iletişimimizi çok kolaylaştırdı. Kendilerinden mekanda iş üretmek üzere davet aldım. Hamamın içine girip, alanı gördüğümde işin adı düştü içime ‘BEDEN DAMLALARI’. (Dans üretimim ile eserler aracılığı ile görünmüş olmak. Eserlerimin, üretim sürecinin bilinmesi, sanki yeni bir umut verdi. Genelde mekanlar da, işi üretebilmek, provalar ve gösterileri yapabilmek için izin almak gerekiyor ve bu çok zor oluyor. İzin alma dönemleri, yazışmalar görüşmeler ayrı bir performans alanı oluyor benim için ve çok yoruyordu. O bölüm atlandı ya, gerçekten baya şaşırdım.)
Gözlemlediğim kadarı ile bu coğrafya da çağdaş sanat, özellikle 2005 sonrası -diğer illerde girişimler, organizasyonlar olmasına rağmen- İstanbul merkezli olarak belirli disiplinler-sistemler arasında sıkışmıştı. 1990’ların beden yaklaşımıyla, disiplinler arası yoğrulan çağdaş sanat kavramı, günümüz de daha standart, güvenli, garantici, bir tavırda, alış-verişte takıldı kaldı. (Sanatçının kendi ve bedeni arasına giren mesafe sahilden görünen ufuk çizgisinden, gökte şekil değiştiren buluttan daha öte de çoğu zaman. Bu üretimlere de yansıyor. Bir algı, anlatış, ifade standardı yerleşti.)
Önceki İstanbul bienallerinin yan etkinlikleri kapsamında, eserlerimle yer aldım, performanslar, söyleşiler yaptım tabi ki. Vurgu şuradan geldi benim için; küratörlerin bakış açısı, beden odaklı ifade biçimi olan dans sanatını ve bu işi yapan koreografı ve dans sanatçılarını da, ressam, heykeltıraş, fotoğraf sanatçısının yanlarına eklemledi. Türkiyeli çağdaş sanat dinamiğinin içine; Dans da bir sanat dalı! Aaaa evet! Dansçı da sanatçı. Koreograf da koreografi yapıyor, diye hatırlattı sanıyorum. Bir yandan da dans sanatı alanında çalışan, üreten koreograflara ve dansçılara da yeni bir bakış açısı, ilham vermesini diliyorum bu tavrın.
Dans sanatçılarının, koreografların işleri ve eylemleri ile görünür olması, çağdaş/güncel sanat alanına bir damla düşürmesi, bundan sonrası için nasıl dalgalanmalar yaratacak, neleri tetikleyecek diye düşünüyorum. Belirli bir sergi kapsamında, kavramsal çerçeve de, özellikle kavramı açıklamak ve anlatmak için hayata geçirilen 10-15 dakikalık ‘ilgi çekici’ olan dans performansları, bedeni soğuk bir mesafeden -yapan- alanında yalnızlaştıran sunumlar ile, dans eserini izlemek arasında, ‘tanık/seyirci/algılayıcı’ da nasıl bir fark-farklılık olacak. Bu açıklık var mı ortamda? Bu açıklığa izin var mı? Bunu da düşünüyorum.
(‘Ölüm gibi, vazgeçmek var her şeyden. Ama ölümden daha güzel.’ deyiverdi bir seyircimiz elimi tutarken. Bir başkası da ‘dansın böyle bir şey olabileceği hiç aklıma gelmemişti dedi. İlk defa izliyorum böyle bir dans.’ Başka bir dünya mümkün mü? Verdiğim cevabı yazmayacağım. ‘Başka bir gerçekliğiniz var sizin, o kadar özgür ve güçlü bir o kadar da şeffaf ve şefkatli. İşte bu yüzden uyuyamıyorum diye mesaj gönderdi bir seyircimiz.) Bir blog oluşturmaya karar verdim, orada tanıklar yansımalar başlığı altında bu yorumları yayınlamayı istiyorum. http://bedendamlalari.blogspot.com.tr yakında açacağım…
Beden Damlaları, Fotoğraf: Murat Dürüm
İşi hazırlarken nasıl bir süreç geçti? Bienal, dans alanından daha geniş bir çevreye hitap ediyor. Bu farklılık işin oluşumunda, yaratım sürecinde değişiklik yarattı mı?
Bienal mutlaka eserin görünürlüğünü arttırdı, seyirciyi profilini çeşitledi, zenginleştirdi, bu çok harika. Ama yaratım sürecinde ben kendi yolumu yürüdüm Gizem. Birlikte üretmek ve bu deneyime açılabileceğim sanatçıları davet ettim esere. Uzun bir yolculuk olacağını ön görmüştüm tabi. Bu yolculukla başa çıkabilecek, hayatını bu eserin koşullarına göre düzenleyebilecek, birbirini tamamlayabilecek veya sınayabilecek kişileri bir araya getirme isteğim vardı, bu da oldu. Ekin Ançel, Pınar Akyüz, Koray Çivril, Gülçin Erdiş, Aybike İpekçi, Erdem Kaynarca, Melih Kıraç, Hilal Sibel Pekel, Sinan Özer ile çalıştım, büyülüydü süreç. Eserin tamamı mekanda üretildi. Zaman kendi göreceliliğini yürüttü. Ses tasarımını Vahit Tuna ve ışık tasarımı ise Utku Kara tamamladı. Ayrıca prodüksiyon ve teknik destekte sevgili Yonca hiç ve Lale Madenoğlu var. (Sadece biz değil, bizimle yaşayanlarda bu sürece dahil oldu. Bizim tutkumuz, isteğimiz, büyümemiz sanki etrafımıza da bulaştı. Ailelerden, sevgililere, arka sokaktaki gözlemeciden, güvenlik görevlimize kadar. Ne kadar da çalıştınız hocam diyordu, çay yapmış getirirken. Taksi şoförü o hamamda tuhaf şeyler oluyor demişti bir gün, aynen öyle tuhaf şeyler oluyordu. Alan kendi içinde genleşiyordu.)
İşi oluştururken hayal dünyama, sanatsal ve fiziki olarak kurmaya çalıştığım katmanlara, kişiler arası ilişkilere, bedene ve mekana odaklandım. Mekanın benimle konuşmasına izin verdim ve bekledim. O an gelene kadar. (Uykumu etkiledi çok iki hafta kadar 3-4 saat ile tüm günü geçiriyordum. Sanki uyurken bir şeyleri kaçıracakmışım gibi oluyordu.)
Bu hafta 20. gösterimizi gerçekleştirdik. 30 gösterimimiz olacak kasım ortasına kadar.
Her gösterim için farklı algılamalarla, iç konsantrasyonla esere başlıyoruz. Böylece kavramsal ve kinestetik olarak tükenmeden eklemlenerek ama detayda olgunlaşarak sürdürüyoruz koreografiyi. Bu ara bizi arındırıyor gündelik hayattan eser. Her hafta bir ritüel gibi kubbe altında bir araya geliyoruz. Şimdiden kasımın 3. cumartesi ne yapacağız diye takılıyoruz.
Bienalde genellikle hazır, bitmiş işlerle karşılaşıyoruz ve sanatçı ile alımlayıcı arasında direkt, interaktif bir temas olmuyor. Performans ise bu noktada diğer işlerden ayrılıyor. İzleyici ile temas nasıl gidiyor, bu temasla neler dönüşüyor?
Bienalin seyirci çeşitliliği harika. İlk kez gösteri izleyen de oluyor, çizim yapan da, şiir yazan veya 2. kez gelip ailesini getiren. Geri yansımalar çok ama çok renkli, çoğu kişisel. Her bir izleyici kendi hikayesini keşfetsin, hayal kursun hiç beklemediği anda eserde gördüğü, hissettiği bir şey onu sarsın, sarssın isterim ben. İzleyici izliyor her birimizi. Benim için eserin önemli enstalasyonu onlar. Kinestetik empati çok derin.
Bir çağdaş sanat üretimi olarak dans performansı, güncel sanat marketinin üretim-tüketim ilişkilerinde nasıl konumlanıyor sence, gözlemlerin nasıl? Alımlama-alma, dahil olma-sahip olma çerçevesinden bakarsak bienal kapsamında bir performansın yerini değerlendirirsin?
Dansı tüketmek yüksek algı ve özveri ister. Yoksa bu algı, dans seni tüketir, fark edemezsin bile. Gündelik alma- sahip olma formlarına uymaz. Dansın değeri, içinde, içeride ne bıraktığı ile ilişkilidir benim için. Bienal gibi sergiler bir meydan okumadır. Anlaşılmak, anlaşılır olma tasasına yer bile olmamalı. Üretim hayal ve düşüncenin, hayata geçirmenin biricikliğini yansıtmalı. Üretim alanında bireysel, kimliksel her türlü sınır ve algı aşan bir tavır özlüyorum ben. Sanatçı risk almalı, ilham vermeli. Üretimin, tüketim tarzında da yenilik sunmalı. Sorun neydi? Bienalin kendisi bir performansa dönüşmeli bence, her tarafından sabitlenmese. Bunu anlattım, böyle anlattım, böyle sundum, sende böyle bak, bunu düşün, bunu gör, bunu hisset. Ana akımı, akımı kırmak için kullansa sanatçılar. Sahip olmadan çok sahip olamama merkeze otursa. Mekanlar başkalaşsa üretimlerle. İşleri algılamak için, kişinin alanı ve zamanı ile oynanabilse. (Sorun neydi? Neydi sorun? Sorun ne?)
Sanatçı olarak içindeki devingen ruhu biliyorum ama geçtiğimiz sene öyle bir şeye öncülük ettin ki kurumsal yapıların genç enerjilerle devinmesi için önemli bir kapı araladın. MSGSÜ içerisinde açılan Yarı Zamanlı Çağdaş Dans Öğretim Programı fikri nasıl oluştu, nasıl hayata geçti?
Bu çok uzun zamandır istediğim bir eğitim programıydı. Sevgili ustam Aydın Teker ile de onun yöneticiliği döneminde de hep konuşurdum bu programı oluşturmak hakkında. Sonunda elimi taşın altına soktum. Program içeriğini oluşturdum, dersleri sürdürecek kişiler ile çalışmalar yaptım. Hem çocuklar dansın büyük alanı ile buluşsun hem de alt yapı oluşmasına şans tanımak istedim. Bizim sürecimiz böyle oluşturmak üzerine. Öte yandan her birey, çocuk genç yaşlı hayatında ne yaparsa yapsın, bedeniyle iletişimde olsun dilerim. Öz iyilik orada ve yeterince güçlü. Buna inanıyorum. 37 öğrencimiz ve misafirlerimizin büyük bir kısmı dans ve gösteri sanatları alanında çalışmak istediklerini belirtiyorlar. (Ne harika değil mi? Dans sanatçısı olmak istiyorum diyor, 13-14 yaşında. Çok seviyorum dansı diyor gözleri parlarken. Değişimlerini görmek mucizevi. Özgüvenleri, öteki bedene saygıları, efor kullanımları, espri anlayışlarına kadar değişiyorlar, mutlular. O kadar coşkulu hareket ediyorlar ki. Ve nasıl ciddi çalışıyorlar! Gösterilere geliyorlar, hem okulda hem dışarı da. Bugünün seyircisi oldular, yarının dansçısı, eğitmeni, koreografı olabilirler.) Pınar Akyüz ve Hilal Sibel Pekel bu programın resmi eğitmenleri, birlikte ders hazırlayıp çalışıyoruz. İkinci yılında, 12-18 yaş aralığında 37 kayıtlı öğrencisi ile devam ediyor program. Cumartesi günleri oluyor dersler.
Bir dansçı olarak programın, hem dans eden bedenler hem de dans seven insanlar yetiştirmesine o kadar seviniyorum ki… Bunun sosyolojik ve kültürel katkılarını düşünmek beni çok heyecanlandırıyor. Programın toplumsal katkıları ve yansımaları neler olacak sence?
Bunu göreceğiz. Çocuklardan, genç zihinlerden yayılacak oradaki bedensel özen, bedensel değer ve farkındalık. Yarışmadan inşa etmeyi, süreci ve sabır ilişkisini, kendisiyle barışık olarak durumları algılamayı ve kendilerini ifade edebilmeyi deneyimliyorlar. (Güzel günler göreceğiz çocuklar! demişti şair, ben o denizlerde kayığımı tutuyorum.)
Programa yoğun bir talep var. Bunu tahmin ediyor muydun? Bu ilgi, umarım programı uzun ömürlü kılacaktır. Programın güçlenmesi için geleceğe dair planlar var mı?
Farklı organizasyonlarda da çalışıyorum çeşitli yaş gruplarıyla, dolayısı ile talebi farkındaydım.
Hem fizyolojik hem de psikolojik olarak genç bedenlerle çalışma alanı çok önemli bir alan.
Dersler de hangi kelimeler ile anlatılacak, iletişim de hangi kelimeler kullanılmayacak, dersin hem teknik hem farkındalık inşası, müzik tercihleri her detay çalışılıyor ve bütünleşiyor.
Önümüzdeki dönem için ise eğitmen eğitimi çalışmalarına devam ediyorum. Bunu çok önemsiyorum. Çağdaş Dans tekniği ve Doğaçlama ağırlıklı çalışılıyor. Yanı sıra beden farkındalığı ve anatomi de yapıyoruz. Böyle geçebilecek 4 yıl ve sorasın da Hazırlık I-II sınıfları ile 6 yılı tamamlayan ve üniversiteye eğitime gelen öğrenci profilinde de olumlu katkısı olacağına inanıyorum programın.
ÇOĞUL (1972/Ankara)
Koreograf: Duygu Aykal; Fotoğraftaki Sanatçı: Deniz Olgay Yamanus
(Arşiv; Deniz Olgay Yamanus, sanatçının izniyle.)
Çağdaş dansla erken yaşlarında tanışma şansı bulan bir kuşak yetişirken bir yandan da çağdaş dansın farklı jenerasyonlarını ortaya çıkaran, kuşaklar arası bir hafıza çalışması yapıyorsun. Türkiye’deki çağdaş dans tarihinin ayrıntılı bir şeceresini çıkaran bu çalışmaya ne zaman ulaşacağız?
Türkiye’de Çağdaş Dans kitap çalışması baskı aşamasında. Umarım en geç ocak ayında basılmış olur. 25 Ekim’de, nerdeyse 9 ay boyunca ayda bir kez, konuklar ile bir araya gelebileceğimiz, BomontiAlt_Dünya da Bir Köşe organizasyonu ile Türkiye’de Çağdaş Dans konuşmalarına başlıyoruz. Bu konuşma, dinleme serisi de oldukça heyecan veriyor bana.
Keyifli paylaşımın için teşekkür ediyorum.
Ben çok teşekkür ederim Gizem. Senin de Aakash Odedra Company macerasını dinlemek için sabırsızlanıyorum.
Gizem Aksu/Mimesis