Mehmet K. Özel
yunan sanatçı/tiyatro yönetmeni dimitris papaioannou ilk defa bu yıl, gösteri sanatlarının everest’i kabul edilen avignon tiyatro festivali’ne davet edildi. resim eğitimi alan, çizgi roman çizen ve 1987 yılından beridir sahneyle haşır neşir olan papaioannou’nun ancak bu yıl avignon’a davet edilmesi ciddi bir gecikme aslında.
[kısa bir parantez: papaioannou’nun, en ünlü yapıtlarından “medea”sının ilk versiyonuyla (parantez-içi-kısa-parantez: 2008 yılındaki “medea 2” isimli ikinci versiyon, papaioannou’nun sahne serüvenini başından itibaren takip etmiş olan yunan arkadaşıma göre ilki kadar iyi değilmiş) 2000 yılında istanbul tiyatro festivali’ni açtığını hatırlarsak; cesaretli, isabetli ve zamanlı seçimlerinden dolayı dikmen gürün hoca’nın istanbullu tiyatroseverler ve tiyatrocular üzerindeki hakkını bir kez daha teslim ederiz herhalde.]
2004 yılındaki atina olimpiyatı’nın açılış ve kapanış gösterilerini tasarlamış ve bunlarla büyük sükse yapmış olmasına rağmen, papaioannou esas “primal matter” (2013) ve “still life” (2014) adlı işleriyle son dört yıldır yunanistan’ın dışında çok daha görünür/bilinir oldu, 2017 mayıs sonunda atina’da prömiyerini yaptığı son işi “the great tamer” ile ise tanınırlığını iyice arttırdı.
“the great tamer” daha prömiyer yapmadan ispanya’dan tavyan’a, portekiz’den paris’e, amsterdam’dan isveç’e turne tarihleri açıklandı. ama tabii duraklar arasında en prestijlisi, başta da yazdığım gibi, temmuz’daki avignon tiyatro festivali.
[bir kısa parantez daha: papaioannou’yla ilgili dans camiasını heyecanlandıran başka bir haber haziran başında geldi. papaioannou, hayranı ve temel esin kaynaklarından biri olduğunu belirttiği pina bausch’un topluluğuyla, yani tanztheater wuppertal ile 2018 mayıs’ında bütün bir akşamı kaplayan bir iş yapacak.]
“the great tamer” atina’daki 10 gösterimden sonra, ayağının tozuyla amsterdam’daki 70. hollanda festivali’ne katıldı; oradan da napoli’ye geçti. temmuz’daki avignon öncesinde, ispanya’da barselona ve madrid gösterimleri var.
amsterdam’daki ikinci gösterim sonrasında papaioannou ile bir söyleşi gerçekleştirildi. işte o söyleşiden notlar:
.yetişkinler için kindergarten (çocuk yuvası)
papaioannou çalışma tarzını tarif ederken; performansçıların oynamaları için odaya malzemeler ve fikirler attığını; bu oyunlardan başka fikirlerin, kendisinin verdiğinden daha iyilerinin, doğduğunu; ve onun bunlar arasından seçtiklerini kullandığını söyledi. malzemelere, fikirlere çocuklar gibi, ya da deli insanlar gibi yaklaştıklarını, örneğin bir kağıtla nasıl sesler çıkarabiliriz, su damlaları mikrofona düşerse ne olur, kağıttan kostüm yaparsak nasıl bir sonuç alırız, herhangi bir malzemenin kırılma noktası nedir, onu bükmekte ne kadar ileri gidebiliriz, arkasına ne kadar gizlenebiliriz gibi bir çocuk yuvasında karşılaşabileceğiniz temel sorular üzerine merakla doğaçlamalar yaparak ilerlediklerini, doğaçlama sürecinde hiç bir şekilde psikolojik ya da duygusal sorularla/durumlarla ilgilenmediğini belirtti.
“bazen prova sırasında performansçılar stüdyoda malzemeyi üretirken, yeterince şanslıysam, bilinçli olarak o malzemeden seçebilirim; bazense evde, stüdyoda geçirilen zamanın üretkenleştirmenin getirdiği büyük stresten ve etrafımdaki insanlardan uzak ve sakin bir şekilde kayıtları izlediğimde gözden kaçırdığım bazı detayları yakalarım ve bunları tekrar stüdyoda denerim”
papaioanou bu şekilde bir çok parçayı, sesi, durumu biriktirdiğini ve bir noktadan sonra, bir son tarihin olduğunu da hatırlayarak, bu parçaları kompoze etmeye başladığını söyledi; ve bu noktada, çok sevdiği sinema yönetmenlerinden david lynch’in söylediği bir sözü hatırlattı: “bir odada tasarlarken, yan odada o filmin bitmiş halini yapmış olan birinin olduğu hissine kapılırım. ve o bana bazı kareler verir ve ben o karelerin bende filmin bütünü hakkında bir his yarattığından şüphelenirim ama bütünü bilemem.” ve şöyle devam etti: “elimdeki mevcut şeyleri kompoze ederken eğer şanslıysam, bütüne dair bir parça olma ihtimali olan bir şey ortaya çıkar; bu şey bu sefer beni bütünü aramaya iter, bütünün ne olduğunu keşfetmeye çalışırım, öyle sahneler icat ederim ki beni o parçaya götürsün; zorlamamaya çalışırım, ama bazen de zorlarım.”
.sözlerin ulaşamadığı sessizlik
papaioannou bazı öğelerin kompozisyonlarının ona bazen sanata ait öyle bir boyut ve alan açtığını, ki bu sanat yoluyla şeyler hakkında sözlerin ifade edemeyeceği şekilde konuşabildiğini söyledi; “sözler” derken şiirde kullanılan “sözler”i hariç tuttuğunu özellikle vurgulayarak, ve nedenini de, şiirde kullanılan sözlerin, sözlerin kendi anlamlarından ziyade bir araya gelmelerindeki kompozisyonların yarattığı anlamlarla ve bunların kapısını araladığı diğer anlamlarla alakalı olduğunu belirterek.
.sesin yokluğu
“ses sanatını bilmiyorum. koreograf ve hareket danışmanı olarak bir çok mükemmel yunan yönetmenle çalışma şansım oldu; ülkemde gizli kalmış muhteşem bir tiyatro dünyasının olduğuna inanıyorum, dünyanın küratörlerinden gizlenmiş olan, belki dil sorunundan dolayı; ve bu büyük tiyatro ustalarının sesi ve sözcükleri nasıl kullandıklarına tanıklık ettim. ayrıca bir çok muhteşem müzisyenle de ortak çalışmam oldu, hatta ses ve müzikle ilgili atölye çalışmalarına katıldım. ancak müzikal yeteneğim yok, bu konuda oldukça acizim; ve bu yüzden de kendimi, bildiğim ve idare edebileceğim alanda tutuyorum; ressamım ben.”
.bizler çok uzaktan geliyoruz ama sonunda toza dönüşüyoruz
papaioannou insan türünün, sonunda toza dönüşücek, ölecek olduğunu bilmesi, başka bir deyişle ölüm bilgisine sahip olması, sayesinde şu anda yaşamakta olduğu uygarlığı yarattığına; “eninde sonunda öleceksek burada ne yapıyoruz?” sorusundaki gizemin felsefe, bilim ve sanatı tetiklediğine inandığını belirtti.
.çıplaklık
“yunanlar olarak bizlerin genç, parçalı ve çıplak bedenler içinde/arasında büyüdüğümüzün/yaşadığımızın farkında olmalısınız. bunu anlamalısınız. bu yunan olmakla ilgili bir şey. sadece bu değil tabii; strüktürel, cinsel, erotik ve her şeyi yaratan kanunların kanıtı olarak da insan bedenine hayranım, aynı sizlerin (hollandalıların) çiçeklere hayran olduğunuz gibi; yaşamın yaratılış kurallarını ve güzellik dediğimiz olgunun kanıtı olarak…”
.fantazinin cerrahisi
daha ne olacağını, nasıl bir şey çıkacağını bilemediği bir yapıt üzerinde çalışma ve, performansçılara içlerine dalarak yapıta hizmet edecek yaklaşımlar çıkarmaları için fikirler verme sürecini bir tür uyuşturulma hali olarak tarif ediyor papaioannou; tıpkı hastaneye ameliyat için yatan ve uyuşturulan bir hastanın odasından ameliyathaneye giderken koridorlarda gördüğü yeni doğmuş bir bebek, ölen bir adam, aşırı seksi bir hemşire, engelli bir çocuk gibi görüntüleri, yavaş yavaş uyuşmakta olan zihnindeki ansiklopedi ile birleştirerek ona, kendi yaşamı ile ilgili apokaliptik bir rüya gördürmesi gibi..
“the great tamer”ı seyrettiğim ve ardındaki söyleşiyi takip ettiğim arkadaşlarımla söyleşi sonrasında dimitris papaioannou’nun yanına gittik.
2000 yılındaki istanbul tiyatro festivali anılarını unutamadığından; pina bausch’la şahsen istanbul’daki festival sırasında tanıştığından, bu yüzden istanbul’un onda ayrı bir anlamının olduğundan; ve yapıtlarıyla tekrar istanbul’a gelmeyi çok istediğinden bahsetti.
papaioannou’yu istanbul seyircisi ile tekrar buluşturmak isteyenlere buradan duyurulur..