İnsanların Birlikte Yaptıkları Her Şey: Pina Bausch'tan "Arien"

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mehmet K. Özel

büyük bir kısmı suyla kaplanmış sahnede, loş ışıkta, bir yandan da yağmur yağdırılırken, etrafa sular sıçratarak dans eden dansçıların arasında yavaş yavaş sahnenin en arkasından öne doğru yürüyen bir su aygırı; kaybolmuş gibi, şaşkın, masum ve savunmasız.

o sahneyi anlatmaya çalıştığım şu satırları yazarken dahi tüylerim diken diken oluyor; seyrederken gözyaşlarımı tutamadım zaten.

gerçek boyutta ve gerçeğine olabildiğinde sadık kalınarak kopyalanmış su aygırı “arien”in iki protagonistinden biri. diğeri ise genç bir kız. “arien”in omurgası bu iki figürün aşkı üzerine kurulu; imkansız, tek taraflı, hayali, kavuşulamayan aşk.

.

“arien” çıplak ve bütün yan ve arka sınırlarına kadar gözüken bir sahnede; esas sahne zemininin bütününün ayak bileğine kadar suyla kaplı olduğu, yan ve arka sahnelerin ise normal/kuru bırakıldığı bir mekan düzenlemesine sahip.

derinlemesine iki yanda makyaj masaları, boy aynaları ve sandalyeler dizilmiş; dansçıların bazısı su içinde bazısı kuru tarafta oturuyorlar. şöyle de söylenebilir: büyük kısmını su basmış bir kulis görüntüsü var karşımızda. “arien”in başlamasına yakın sandalyelere dansçılar yerleşiyorlar; kitap okuyanı, aralarında sohbet edenleri, sigara içeni yalnız takılanları, aynada prova yapanı…

dansçılardan birinin masası tam sahnenin ramp sınırına yerleştirilmiş, aralarından “sahneye” ilk gelen de o. biz masanın arkasından bakıyor gibiyiz; aynası olmadığı (kaldırılmış olduğu için) dansçının yüzünü görüyoruz; yani dansçı aynaya bakar gibi, bize bakarak prova alıyor. aslında şöyle de yorumlanabilir bu durum: biz aslında o dansçının masasının aynası olsaydı, o aynaya yansıyacak olan, dansçının arkasında kalan kulisi görüyoruz. yani, ayna iki taraflı işliyor.

ancak tabii burada başka bir durum da var: “kulis”in sular altında olması. bunun ilginçliğinin yanı sıra, sahnedekilerin, içinde bulundukları/yaşadıkları mekanı su basmış olduğunun farkında olmamaları. bu sıra dışı durumun ya farkında değiller ya da bu durum onlar için sıra dışı değil, tersine normal; çünkü belki de sahnede olanların normali bu, biz seyircilerin anormal bulduğumuz.

sahnedeki bu varlıklar yapıt boyunca bazen kendi içlerine/dünyalarına kapalı ve bizim farkımızda olmadan hayatlarını geçirecekler; bazen bizi bütünüyle fark ederek davranacaklar; yaptıkları için bizden özür dileyecekler; bizlerden bir şeyler talep edecekler, bize bir şeyler yaptırmaya çalışacaklar; bize bir şey anlatacaklar, bize sevimli gözükmeye, bizi güldürmeye çalışacaklar; bazense her şeyi, hatta sahneyi paylaştıkları diğer varlıkları da unutup kendi bireysel alemlerine kapanacaklar.

örneğin, bir sahnede çırılçıplak bir adam sahnenin arka tarafında derin bir havuza dönüşen suya girecek, yüzecek, balıklama atlayacak -yani etrafında kimsenin olmadığını düşünen çırılçıplak bir insanın bütün doğallığıyla suyla hemhal olacak-, sudan çıkıp yine çırılçıplak bir halde yüzüstü yatıp dinlemeye başlayacak, ama -ne bir ses, ne bir insan varken ortaklıkta- bir anda huzursuz olacak, belki uzaktan birilerinin geldiğini fark edecek -birileri de gelmeyecek aslında- ve bir anda utanıp, utançla tanışıp, havluyla önünü gizleyerek sahneden hızlıca kaçacak.

.

“arien”de bolca çocuk oyunları oynayan, çocuk şarkıları söyleyen; çocuklar gibi koşuşan, kontrolsüzce bağırıp çağıran, şakalaşan; -tam da çocuklar gibi- bir anda yaptıkları şeyi bırakıp sahnedeki büyük masaya yığılı yiyecek-içecekten hızlıca bir şeyler atıştırıp sonra tekrar yaptıkları işe dönen; biz seyircilere fıkralar, kısa komik hikayeler anlatan; birbirlerini sanki oyuncak bebeklermiş gibi rengarenk kıyafetlerle, aksesuarlarla ve makyajla süsleyip püsleyen dansçılar var. haliyle yapıtta coşku ve neşe eksik değil.

ancak yapıtın atmosferini yaratan esas duygu hüzün. hatta sahneyi kaplayan öyle ağır bir hüzün ki, yalnızlıkla, ıssızlıkla ve huzursuzlukla katmerlenmiş. yapıtın çoğu sahnesine eşlik eden italyan bel-canto aryaları bile hüzünlü olanlarından seçilmiş; hiç bir hayat coşkusuyla dolu değil..

insan sesi “arien”de hep tehdidin, huzursuzluğun habercisi ve kaynağı oluyor. hemen en başta, sakin caz müziğinin dingin atmosferini yırtan tiz bir kadın sesi, onu sırtında taşıyan adamdan bağırarak indirmesini isterken kulaklarımıza tecavüz ediyor resmen; alçak tonda başlayan masum çocuk kahkahaları zamanla bir kakofoniye, tehditkar çığlıklara dönüşüyor; herkes bir çocuk oyununa dalmışken, dansçılardan birinin birinci balkondan aşağı atlamaya yeltendiğini fark ediyoruz hep birlikte, bu sefer sahnedeki diğer dansçılar gırtlaklarını patlatırcasına bağırarak onu vazgeçirmeye çalışıyorlar.

sessizlik de var tabii yapıtta, ancak o anların dinginlik vermedikleri kesin. sessizlikler uzun. uzunlukları rahatsız ediyor; sessizliklerden kesif bir tekinsizlik hissi yayılıyor salona. örneğin; birebir canlandırılan, sakin ve vakur bir cenaze sonrası toplantısının sessizliği hiç de huzur verici değil.

.

1979 tarihli “arien”, pina bausch’un yapıtlarının bütünü arasında çok kritik bir yerde duruyor. aynı milat gibi; “arien”den öncesi ve sonrası var bence. bu “iddialı” yorumumu dayandırdığım iki temel gözlemim var.

ilki: bausch’un “arien”e kadar yaptığı işlerin büyük bir çoğunluğunun bir izleği, anlatısı, hikayesi var: opera uyarlamaları “iphigenia…” ve “orpheus..”, brecht uyarlaması “yedi ölümcül günah”, bartok uyarlaması “mavi sakal”, stravinski uyarlaması “bahar ayini”, café müller… bunlar uyarlandıkları kaynak yapıtın anlatı çizgisini lineer olarak da izleyebiliyorlar, “renate wandert aus” veya “café müller” gibi özgün yaratımlarımda daha serbest de kurgulanabiliyorlar; ama hepsinde mutlaka baskın bir hikaye var anlatılan.

“arien”den hemen önce, 1978’den itibaren bir de, daha sonraları kendi adıyla anılacak olan, yaratım sürecinde soru-cevap tekniğini deniyor bausch: daha sadece iki örnek var bu tarzda çalıştığı: çok serbest bir macbeth uyarlaması olan “er nimmt sie an der hand und die anderen folgen” ve “kontakthof”. bu yapıtlarda belirli bir hikaye yok; büyük ve geniş bir bütün/resim var ve o bütünü oluşturan küçük küçük parçalar. bütün de yine bir anlatı değil; bir düşünce veya bir fikir de değil; daha sezgisel ortaya konulan bir şey; beyinden çok kalpten çıkan; bir his, bir atmosfer.

işte “arien”e sıfır noktası dememin nedeni bu: bausch yapıtın yaratım sürecini ve genelini yeni yeni denemeye/pişirmeye/ısınmaya başladığı tarzda gerçekleştiriyor, ama içine, bir daha bu tarzda vereceği diğer bütün yapıtlarında olmayacak olan, özel bir anlatı yerleştiriyor. “arien”i sadece su aygırı ve genç kızın adeta fısıldanarak anlatılan, sakin ama derin, küçük aşk hikayesini “izleyerek”, takip ederek, de seyredebilirsiniz; onların etrafında gerçekleşen kah coşkulu kah hüzünlü ama mutlaka gösterişli ve haykırılarak (sessizlikler bile abartılarak) ortaya konan büyük bütüne kapılarak da.

ikincisi: bu yapıttaki bir çok sahne, durum, hareket, olay, ritim, kurgu, atmosfer, eşya ve sahne kullanımı hem bausch’un ondan önceki yapıtlarından izler barındırıyor, hem de ondan sonraki yapıtlarına esin kaynağı oluyor. 1979 tarihli “arien”de “café müller” (1978) de var, “vollmond”(2006)  da, “1980” (1980) de, “kontakthof” (1978) da, “die sieben todsünden” (1976) de, “für die kinder von gestern, heute und morgen” (2002) da, “bandaneon” (1981) da, “masurca fogo” (1999) da, “wiesenland” (2000) da.

sadece bir kaç örnek vermek gerekirse: “café müller”de kırmızı saçlı kadının trençkotlu adama kur yapma şekli (kafasıyla hafif hafif yana-arkaya bakarak ve sekerek) ile “arien”deki genç kızın su aygırı ile flörtleşme hareketi; “masurca fogo”nun sonunda video projeksiyonda çiçekler açarken kızlı-erkekli çiftlerin yerde yatarak sarmaş dolaş olmaları ile “arien”de suyun içinde çiftlerin birbirlerine dayanarak, sarılarak yatmaları; “1980”de ve “arien”de sahne gerçekliğini ve seyirciyi red edercesine sahnede vakit geçiren figürler; “arien”de ilk izlerini takip ettiğimiz iki hareket; kolları dirsekten kırarak, bedene doksan derece açıyla sağ elin sol ele vurma “nelken”de; ayaktaki adam ile çömelmiş kadının ellerinden birini birleştirmek için kollarını bedenlerinden uzağa doğru uzatması “bandoneon”da birer sahneyi bütünüyle kaplayan seviyeye yükseliyorlar; diğer bir çok yapıtta olan ama “vollmond” özellikle yapıtın adına kadar sızan “ay” fikri ve, sözlerinde veya başlığında “ay” geçen şarkılar “arien”de beethoven’ın “ayışığı sonatı”yla karşımıza çıkıyor; “arien”de ateşe verilen kağıttan gemiler “wiesenland”da ateşe verilen kağıt ev’le örtüşüyor…

bir sanatçının dünyası söz konusu olunca, tabii ki bu akrabalıklar kaçınılmaz. hatta, bir-iki bausch yapıtı izlemiş seyircilerin bile hemen yakalayabileceği; cross-dressing, ramp önüne dizilme, obje olarak sandalye ve masa, sahneyi verevine kullanma, seyirciyle ilişki kurma, salonu oyuna katma, bir çok şeyin aynı anda gerçekleşmesi, gerçek boyutlarda canlı veya yapay bir hayvanın kullanımı, fizyolojik olarak karşıt kadın ve erkeklerin iletişimi, özlemler, arzular gibi çok bariz paralelliklerden bahsetmedim bile. söylemeye çalıştığım; o, zaten olması kaçınılmaz akrabalıkların ötesinde bir şey var “arien” ile diğer yapıtlar arasında.

dolayısıyla; geleceğe tek “bir pina bausch yapıtı” kalması gerekse, en doğru seçim “arien” olurmuş gibi geliyor bana. “arien” bausch’un öyle bir yapıtı ki, ondan öncekilerdeki her şeyi topluyor ve ondan sonrakilere aktarıyor; “arien” bausch’u bausch yapan neredeyse bütün özellikleri içeriyor.

.

“arien” son sahnelenişinden 17 yıl sonra, 18-28 mayıs 2017 tarihleri arasında wuppertal’de seyirci ile tekrar buluştu.

tanztheater wuppertal topluluğunun idari müdürü dirk hesse ta sezon başında bu yeniden sahnelemeyi “yeni bir yapıtın prömiyeri kadar önemli” olarak nitelemişti. hiç de haksız değildi; zira “arien” bausch’un 2009’daki ani ölümünden bu yana topluluğun ramp ışıklarına çıkardığı en eski ve en görkemli yapıtlardan biri olmasının yanı sıra, teknik olarak da en zorlularından biri. “arien” sahne tasarımıyla o kadar sıra dışı ki, şimdiye kadar dünya sahnelerinde wuppertal dışında sadece berlin, köln, paris ve new york’ta oynanabilmiş.

yapıtın bu yeniden sahnelenmesini önemli yapan başka öğeler de var. bunlardan ilki; her ne kadar sezon programı bir yıl önce açıklanmış da olsa, 1 mayıs 2017’de görevine resmi olarak başlayan, topluluğun yeni sanat yönetmeni adolphe binder’in ilk icraatı sayılır “arien”.

daha da önemlisi, bu yeniden sahnelemede 1979’daki ilk sahnelemenin kadrosunda bulunmuş hiçbir dansçının olmaması. ayrıca, yapıtın 2000’deki son gösteriminden günümüzdeki kadrosuna kalmış dansçı sayısı  ise beş: barbara kaufmann, eddie martinez, nazareth panadero, julie ann stanzak ve michael strecker. “arien”de dans etmedikleri halde, hayattayken bausch ile bizzat çalışmış olanların sayısı ise sadece dört. dolayısıyla “arien”in 22 kişilik kadrosunun yarısından fazlası topluluğa son beş yılda katılmış olan ve bausch’la bizzat çalışmamış olan genç dansçılardan oluşuyor. bu, ciddi şekilde gençleşmiş topluluk bu kadar zorlu bir işin, yani yaratım sürecindeki dansçıların kişilikleriyle özdeşleşen bausch yapıtlarının en ünlülerinden birinin altından başarıyla kalkmışlar.

evet, 1998 istanbul tiyatro festivali’ndeki “der fensterputzer”den beri tanztheater wuppertal’i takip eden ve şimdiye kadar 32 farklı yapıtını canlı olarak izlemiş bir pina bausch hayranı olarak sahnede, her birine hayran olduğum ve giderek karakterlerini tanıdığım dansçıları seyretmekten ayrı bir keyif alıyorum. yıllar içinde (2004’den beridir sayısız kere) gide gele wuppertal seyircisinin de benzer duygular içinde olduğunu gözlemledim. dolayısıyla gençleşmiş -ve “tanımadıklarımızın” çoğunlukta olduğu- bir toplulukla karşılaşmak ilk başta yadırgatıyor. ancak bu gençlerin bausch’un bizzat mutfağında “yetiştiriliyor” olmaları, bausch’un yapıtlarının ruhuna girmelerini kolaylaştırıyor, biz seyircilerin de onlara alışmalarını.

tabii bunda en büyük etkenlerden biri de yeniden sahnelemeleri çalıştıranlar. onlara büyük görev düşüyor. “arien”in yeniden sahnelenmesinde ise yük neredeyse tek bir kişinin omuzlarına binmiş:

ilk yılından itibaren bausch’un davetiyle tanztheater wuppertal kadrosunda bulunan ve 1979’dan 2000’e kadarki “arien” sahnelemelerinde başroldeki genç kızı oynayan (yani aslında 1979’da o rolü yaratmış olan) topluluğun en eski protagonistlerinden josephine ann endicott.

endicott’un titizliği sayesinde, başta kendisinin rolünü üstlenen breanna o’mara olmak üzere bütün genç dansçılar, rollerini neredeyse kendileri (kendi geçmişlerinden, kendi duygusal dünyalarından, kendi bedenlerinden) çıkarmış kadar, bauschyen inceliklere vakıf olmaya çalışıyorlar. bunu başarıyorlar da!

pina bausch’un kendi tarifiyle “insanların birlikte yaptıkları ve yapmış oldukları her şeyi göstermeye” çalışan “arien” yeni yolculuğuna başladı; yeni insanlarla birlikte, hem sahnedeki hem salondaki, hem icracı hem seyirci olanlarla…

Danzon

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Mehmet K. Özel

Yanıtla