Handan Salta
Her sabah yaptığınız gibi evden çıkıp işe giderken birisi sırtınıza atlayıp “beni filanca yere taşı bakalım!” dese ne yaparsınız? Size mantıksız gelebilecek bu isteği etrafınızdaki herkes dünyanın en doğal isteği gibi karşılarsa tepkiniz ne olur? Bu işten elde edeceğiniz kazanç ailenizin gözlerini parlatacak kadar yüksekse ne tür bir tepki verirsiniz? Olmazı oldurmak için her reddetme çabasında elini yükselten “karşı taraf” yüzünden kendinizi tanıyamaz hale gelebilir misiniz? Bu anlatılanlar bir kâbus olsaydı uyandığınızda ne hissederdiniz? Ya bir de kâbus değilse?
2012 yılında kurulan ve yaptıkları her çalışmayla ödüller alan, isimlerinden övgüyle söz edilen Yolcu Tiyatro’nun üçüncü oyunu olan Joko’nun Doğumgünü (eserin özgün adına göre Joko’nun Yıldönümü) Roland Topor tarafından yazılmış. Polonya asıllı Yahudi bir aileye 1938 yılında Paris’te doğmuş olan Roland Topor, çocukluk yıllarında Yahudi olmaları nedeniyle komşuları tarafından ihbar edilmiş ve savaş bitene kadar köşe bucak saklanmak zorunda kalmış. Yapıtlarındaki tahrif edilmiş insanlık algısını yazdığı romanlar, şiirler ve oyunlar dışında çizgilerinde de takip edebileceğimiz Topor’un hayatı boyunca sık sık derin depresyona girdiği söyleniyor. Kiracı adlı romanından bir bölümü alıntılayan blog yazarı Bernard Vehmeyer de bu noktaya dikkat çekmiş; “Davranışlarının saçmalığının kendisi de farkındaydı fakat bunu değiştirmeye gücü yetmiyordu. Bu saçmalık onu olduğu kişi yapmıştı, belki de kişiliğinin en temel özelliği buydu.”
‘İnsanın insana yaptığı zulmü kabullenmek gittikçe daha mı zorlaşıyor, yoksa artık kalın bir deri mi oluşturduk ve maçı idare etmekten başka bir şey yapmıyor muyuz?’sorusunu son yıllarda dünyada olup bitenler karşısında daha sık sormaya başlamış biri olarak oyunun duruşundan çok etkilendiğimi söylemeliyim. ‘Sistemin insanı limon gibi sıkması’,’kara mizah gerçeküstüyle buluşunca’, ‘bitmez tükenmez hırsların parodisi’, ‘değerleri sorgulatan oyun’, ‘direnmek mi boyun eğmek mi?’ gibi cümlelerle de özetlenebilecek bu yapımı tanımlamak için başka sözcükler aradım. Grotesk, maccabre ilk aklıma gelenler oldu çünkü oyunda anlatılan gerçeklerin gündelik dilimizin kavramlarıyla ifade edilmesine gözlerimiz, kulaklarımız, zihinlerimiz duyarsızlaştı. Evet dünyanın her yerinde güçlüler güçsüzü yok sayıyor; tıpkı Joko’nun sırtına binip gitmek isteyen Kongreciler gibi. Evet insanlar küçücük çıkarları için bütün hayatlarını ipotek ettirmeyi bir an bile düşünmeden ve üstelik sevinçle kabul edebiliyorlar; tıpkı Joko’nun su deposunda çalışan mesai arkadaşları gibi. Evet, dayanışma, sevgi, bir olma gibi kavramlarla süslenmiş aile kurumu merhamet, vicdan azabı, sosyal statü gibi bahanelerle en yakınlarının yıkımına sebep olabilir; tıpkı Joko’nun ailesinin eve giren parayı gördükçe yavaş yavaş sessizleşmesi, bu yeni hayatın konforuna uyum sağlayıp üzümlerin bağını pek de sormaması gibi.
Uygarlığın her konuda sınıfta kaldığı, çakma değerlerden geçilmeyen bir dünyada sıtkı sıyrılmış Topor’un yansıttığı gerçeklikte güçlü imgeler ve sarsmayı amaçlayan bir algoritmayla karşılaşmak seyircinin yüreğine su serpiyor. Aynı yürek ferahlığı ve doygunluk hissi sahnedeki performansın metnin hakkını vermenin ötesine geçip sahnede yaratılan metnin kendine özgü güçlü imgeler içerdiğini gördükçe katlanarak artıyor.
Oyunun başındaki dans sahnesi seyirciyi birazdan göreceklerine hazırlamakla kalmıyor, daha ilk andan itibaren verdiği sözü oyunun sonuna kadar tutarak capcanlı, iyi düşünülüp kurgulanmış bir oyunculukla kotarılmış bir sahne olayı sunuyor. Son derece açık göndermelere rağmen sıkıcılığa düşmeden, minik dokunuşlarla tasarlanıvermiş hissi uyandıran akışkan koreografi (Selçuk Göldere) oyunun en önemli bileşenlerinden biri. Hükmü ve işlevi azalmış olan sözün yerine işe alınan beden performansına eşlik eden teknoloji oyunun görselliğini artırıyor. Projection mapping* denen bu teknik (Tufan Dağtekin) sayesinde sahnenin üç boyutuna bir de hareket ekleniyor, Joko’nun dünyası ile Kongrecilerin dünyası arasındaki karşıtlık belirginleşiyor, seyircinin ekran görmeye alışmış gözü bu görüntüleri daha kolay algılıyor. Kullanılan videodaki görüntülerin tamamının (Can Badur) illüstrasyon olmasını da Roland Topor’a gönderilen sıcak bir selam olarak yorumladım.
Rejinin (Ersin Umut Güler) öngördüğü yüksek performans ve groteske dayalı oyunculuğun hakkını vererek tempoyu hiç düşürmeyen oyuncuların tümü (Ayşe Tunaboylu, Cenk Dost Verdi, Yasemin Ertorun, Efe Ünal, Merve Dağlı, Burak Üzen ve Sercan Dede) ama özellikle de kendisini Joko rolünde oyun boyunca enerjisini koruyan, neredeyse bütün oyun süresince sırtında bir oyuncu taşıyan Tolga İskit takdir edilmeye değer.
Giysi tasarımında (Makbule Mercan) izlenen dışavurumcu çizgi oyunun iletisini koruyor, oyun kişileri hakkında ilk bakışta izlenim edinmeye olanak tanıyor. Oyunculuktaki grotesk yaklaşımın aksesuar kullanımında da sürdürülmesi, illüstrasyonlar, kostüm ve su deposu kontrol paneli niyetine kullanılan tasarımla birleşerek oyunun atmosferini gerçekdışı bir algıda tutmayı başarıyor.
Sezonun en iyi oyunlarından biri olduğunu düşündüğüm Joko’nun Doğumgünü gündemin tüm hoyratlığına rağmen sanatın boyun eğmeyen duruşunu temsil edercesine orada duruyor. Aynı metnin Ankara Devlet Tiyatrosu tarafından da sahnelenmesi (ve yorumlara göre çok başarılı olması) oyun seçiminin ne kadar isabetli olduğunu gösteriyor. İzleyici olarak çok memnun ayrıldığım tiyatrodan çıkarken bir soru aklımda kaldı. ‘Keşke bu oyun hem İstanbul’un hem de başka kentlerin farklı salonlarında izleyicisini arasa” diye düşünürken farklılıklarımıza vurgu yapıp bizi birbirimizden ayıran baskın söyleme bir yanıt olmasını diledim.
*Söz konusu tekniğin örneklerini görmek için
http://www.creativebloq.com/video/projection-mapping-912849
adresindeki videolar tavsiye edilir.
*Yazıda kullanılan çizimler Roland Topor’a aittir.