AKM yıkılsın diyen ile dokunulmasın diyenler devletin kültürle ilişkisini benzer tanımlıyor. İki taraf da tartışmaya, sorgulamaya ve dolayısıyla çözüme açık değiller.
AKM’nin inşa edilmesi ile nihayetlenen uzun süreç, 1930’larda benzerlerini Avrupa’daki kamu kültür yapılarına, opera binalarına özenilerek başladı. İlk önce bir Fransız mimar (Henri Prost) İstanbul’a davet edildi. Kentin tarihi çekirdeği ile yeni gelişen semtleri arasında oluşturulan yeşil kuşak içine çok amaçlı kültür yapıları, tiyatrolar, sergi alanları inşa edildi. Ancak AKM, bu programın en kapsamlı ve en son gerçekleşen halkasının yapımı neredeyse kullanım süresini aştı. Çünkü bu kamusal kültür programına karşı farklı bir Cumhuriyet kültür modeli de bu inşaat dolayısı ile su yüzüne çıktı. İkinci Meşrutiyet’ten beri iktidarda olan Yeni Osmanlıcı elit bu enternasyonalist mimari ve kültürel programa ve kentin meydanına opera binasının yapılmasına karşı çıktı.
Sonuçta AKM de tıpkı kültürle ilgili diğer önemli girişimler gibi, daha yapımından başlayarak Cumhuriyet elitinin hesaplaşma arenasına dönüştü.
Hatırlarsanız bir taraf “AKM’yi önce bir yıkalım, ne yapılacağını sonra düşünürüz”, diğer taraf da “AKM’yi değil yıkmak, ona dokunulamaz” diyordu. Ancak Henri Prost’un gerçekleştirdiği kültür vadisi zaten “Kongre Vadisi”ne dönüşmüş, çoktan boş bir arazi gibi sermayenin turizm yatırımlarına açılmıştı. Dolayısı ile bu gelişme, yani kamunun kültür alanından çekilmesi, AKM gibi işletme olarak da güncellenmesi gereken kamu kültür yapısının elden çıkarılmasını isteyenlere yeni bir gerekçe oluşturdu.
Görüldüğü gibi bugün AKM’ye yapılması gereken müdahale biçimi konusunda birbirine zıt iki yaklaşım var:
Birincisine göre AKM halkın milli değerlerini yansıtmıyor. Batıcı bir kültür anlayışının simgesi. Ayrıca eski bir zihniyetin, devletçi politik sistemin bir kalıntısı.
Buna karşılık kültür elitinin bir bölümü de, özellikle çağdaş sanata yakın olanlar, AKM’nin yıkılarak Cumhuriyet’in ulusal kültür anlayışınının, değerlerinin dönüştürülmeye çalışıldığına inanıyor.
Görüldüğü gibi, iktidar ile muhalefetin, “yıkılsın” diyenlerle, “dokunulmasın” diyenlerin en azından varsayımları aynı. Her iki taraf da, tam tersi görüşleri savunsalar da, devletin kültürle ilişkisini aynı şekilde tanımlıyorlar. Bu nedenle de bir türlü çözüm üretilemiyor. Çünkü iki taraf da tartışmaya, düşünmeye, muhakeme etmeye, yani sorgulamaya açık değil.
Sürekli olan şey: Bu iki taraf da meselelere ters yönlerden de yaklaşsalar, çoğu zaman aynı sonuçta buluşuyorlar!
Bu inatlaşma yüzünden Avrupa kentlerindeki önemli kültür yapılarında olduğu gibi, geçmişte AKM’ye bakım, onarım, performans geliştirme projesi yapılamadı. Oysa, uzmanlar, kültürle ilişkili insanlar çok iyi bilir ki, AKM gibi bir yapıyı fikir ve proje geliştirmeden yenilemek mümkün değil. Kültür merkezleri, konser salonları, sinemalar yüksek teknoloji kullanılan ve özel bir yönetim becerisi gerektiren yapılar. AKM gibi yapıların daha iyi hizmet vermesi için teknolojisinin yenilenmesi gerekiyordu. Havalandırma/iklimlendirme sistemleri çalışmıyordu. Elektrik tesisatı alarm veriyordu, her an yangın çıkabilirdi. Daha da kötüsü yapının statik durumu güçlendirme gerektiriyordu. Bu işlerin daha önce olduğu gibi “bozulan ampülü değiştirelim, kabloyu yenileyelim” yöntemi ile yapılması mümkün değildi.
Çözümsüzlüğe karşı beklenmedik bir girişim
İki taraf da çözümsüzlük konusunda anlaşmışken hiç beklenmedik bir şey oldu. Mimarlardan, düşünce insanlarından, kültür yöneticilerinden oluşan bir sivil girişim ortaya çıktı. Bu girişim sabit fikir sergilemeden, kimseyi dışlamadan, AKM’yi masaya yatırdı. Sorunu anlamaya, herkesi dinlemeye ve alternatifleri tartışmaya açtı. Hatta fikir yarışması düzenledi. Mesele iyice açıklığa kavuştuktan sonra Türkiye’nin en iyi mimarlık bürolarından biri bu sivil girişimin eşliğinde projeyi gönüllü olarak üstlendi. Proje hazırlanırken sunumlarla tartışmalar devam etti. AKM’nin altyapı tasarımları tam beş ayrı uluslararası uzmanlık ekibi tarafından projelendirildi. Elektromekanik sahne sistemlerinin yenilenmesi, akustik, statik, tesisat mühendislik projeleri için de uluslararası katılımla en iyi ekiplerden hizmet alındı. Bu sürecin sonunda ortaya iyi bir proje çıktı. Sivil girişim taşıyıcı kurumun oluşturulmasından, herkesin onayının alınmasına kadar imkânsız denebilecek zorlu bir işin üstesinden geldi. Bu iş için bütçe kullanabilecek, projeyi yönetebilecek, misyon odaklı bir kuruluşa ihtiyaç bulunuyordu. Yıllarca uğraşılarak, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması için de başvuru hazırlandı, merkezi otorite, yerel yönetimler ve STK’ları biraraya getirildi. İstanbul 2010 Ajansı uygulamayı üstlendi. İstanbul’da eksikliği hissedilen kültür altyapısının geliştirilmesi, katılımcı kamu yönetimi için artık koşullar hazırdı ve bunun da en önemli örneğini AKM’nin yenilenmesi projesi oluşturacaktı.
Statüko hortladı, başlanan noktaya geri dönüldü
Sonra ne oldu? Bu süreci berhava edecek bir gelişme yaşandı. Sendikanın başvurusu üzerine mahkeme projeyi durdurdu. Proje tam uygulanacağı anda, AKM sanki yıkılıyormuş, özelleştiriliyormuş gibi bir hava esti. Oysa bu tamamen bir yanlış algılamadan ve koşullanmadan kaynaklandı. Sorun yapının işletme giderlerini karşılayacak, kültür merkezinin daha canlı bir şekilde kullanımını sağlayacak mükemmel bir restoranın projede yer almasıydı. Ancak çalışma grubu ve kamu bu gelişmeden dolayı ümitsizliğe kapılmadı. Proje tadil edildi, itiraz nedeni olan restoran projeden çıkarıldı. Ancak sanki gizli bir anlaşma varmış gibi bu noktada proje felç oldu, sivil girişim devre dışı bırakıldı. Statüko hortladı, başlanan noktaya geri dönüldü. Siyasetçiler “AKM’nin başka türlü yapılabileceğini iddia ediyordunuz ama bakın ne kadar haklıyız, olmuyor” dediler.
Görüldüğü gibi yapımı tam 30 sene süren, bittiğinde yakılan, sonra tam yedi yıl tamiri süren AKM bugün yaşadığımız sorunlar için iyi bir örnek oluşturuyor. Sonuçta iki tarafın da farklı bir durum yaratmak, çoğulcu bir fikir geliştirme ortamı oluşturmak diye bir kaygıları yok.
Açıkça söyleyelim: AKM’nin sanat galerisi kâr amaçlı özel bir galeri kadar bile iyi yönetilemiyordu!
Sanat gösterilerinin büyük bölümü gişe hasılat gelirleri ile ayakta duran gösteriler kadar bile nitelikli değildi!
Özel kuruluşların desteklediği sanat etkinlikleri çoğu zaman daha başarılıydı. Özel sektör müzeleri, sanat kurumlarını çok daha iyi yönetiyordu!
Oysa kamunun daha nitelikli işleri desteklemesi, daha yenilikçi, katılıma açık olması gerekirdi…
Ama bunun çaresi özelleştirme değil. Kamunun farklı bir şekilde kültür ve sanatı yönetmesi, desteklemesi gerekiyor. Devlete bağımlı sanat olmaz. Gelişmiş metropollerde kamu bağımsız sanatın en büyük destekçisidir.
Bu projede önemli mimarlar ve sanat yöneticileri tarafından uzun uğraşlarla elde edilen bu başarı, yıllarca süren uğraş, sanatçılarla yapılan yüzlerce görüşme sonucu elde edilen mükemmel proje neden bir kenara atılsın? Yazık değil mi? Devleti, kamu erkini ele geçirmiş fraksiyonları tek tek ikna etmek, yenilemeyi müteahhitlerle değil, katılımla somutlaştırmak kolay gerçekleştirilebilecek bir iş mi?
Ne kadar kızarsak kızalım, gene de elimizde bir fırsat var. Her musibetten bir hayır doğar. AKM bir örnek olarak, bütün sorunlarıyla bir ders çıkarma vesilesi olmalı. AKM bir an önce nihai projeye göre güncellenmeli. Ama aynı zamanda İstanbul’daki büyük-küçük kültür kuruluşlarını bu işe davet edilmeli. İstanbul’da yeni bir kamu-özel kültür ortaklığı deneyimi yaşanmalı. Kültür kuruluşları da artık ortaya çıkmalı ve “birlikte yönetmeye talibiz” demeliler. O zaman İstanbul bu kısır tartışmaların içine hapsolmaktan kurtulur ve kültür kenti şahlandırır!
Korhan Gümüş – Mimar
korhan.gumus@istanbul2010.org