Oya Yağcı
Absurd tiyatronun ilk ve yetkin örneklerinden sayılan, Eugéne Ionesco’nun “Kel Şarkıcı” adlı oyunu, Kadıköy Taşra Kabare’de Ekim ayından bu yana sahneliyor. Kitleselleşmenin ve kimliksizleşmenin boğucu dünyasına hapsedilenlerin, “anti-hikaye”sidir “Kel Şarkıcı”. Ionesco’nun “inanılmaz” bulduğu, trajik olmaya dahi nefesi yetmeyen, komik ve alay edilesi bir dünyanın parodisidir. Alaycılığının tonu dehşet uyandırıcı olsa da, neden-sonuç ilişkisine indirgenmiş bir mantık dizgesinin, akıldışılıkla malul kurgusuna yöneltilmiş, müstehzi bir bakıştır. Çok tanıdık gelen ama bir o kadar da yabancı olanın ikileminde, huzursuz ve komik bir dünyanın anti-kahramanlarını, yankısız bir boşlukta resmeder. Gündelik, alışılagelen, sıradanlığı ölçüsünde tanıdık görünenin, tanıma gelmez, saçma dünyasının, karşı-gerçekçi bir üslupla işaretlendiği, yadırgatıcı bir dünyadır absurdun dünyası. Oyun boyunca tanık olduğumuz, küçük burjuva güvenlik hapishanesi anlam üretmez; yalıtılmış dünyası, sürekli bir anlam yitiminin yeniden üretim alanıdır olsa olsa.
Ionesco’nun metni, hiçbir şey söylemeyerek aslında çok şey söyler. Entelektüel derinliği ve biçimsel yabancılığı nedeniyle, “anlaşılmazlık endişesi”nin lanetlediği Kel Şarkıcı’yı izlemek, hem keyif, hem de merak yaratan bir davete icabet etmekti benim için. Anlamaya ilişkin kaygıların dışına çıkıp baktığımızda, oyunun, üzerine bolca laf üretilmesine izin vermez görüldüğü anlarda bile, sorularımızı çoğalttığını kavrarız.
Serpil Göral, bu lanetle yüzleşmeyi seçtiği için teşekkürü hak ediyor. Üstelik geleneksel tiyatronun tanıdık diliyle hazırlıyor bizi oyuna. Kendileri de kavanoza hapsedilmiş birer sinek olan, sinek avcısı Garson ikili ile 562 yıldır kimsenin uğramadığı tekinsiz bir kabarede, varoluşun anlamsızlığına öfkelenen bir Patroniçe’nin girizgahında, biraz sonra tanık olacağımız absurd ve traji komik dünyaya hazırlanıyoruz hep birlikte.
Patroniçe– Derdim anlatmak değil size bu dünyayı.
Beşyüzaltmışiki senedir çektiğimiz cefayı.
Bilirim inanmaz hiçbir adem apaçık hakikate
Ayırır ağzını amma hiç olmadık hikayete
İnancım kalmadı artık ne size ne sülalenize
Nesliniz pek bilgiç sanırsın ermiş hidayete.
<
p style=”text-align: justify;”>
Serpil Göral’ın kaleminden çıkan ön metnin ve şarkıların, orta oyunu/gölge oyunundan tanıdığımız, sözünü sakınmayan hicvi dikkate değer. “Kel Temaaşa” girizgahı, oyun ve yaşamın sınrlarının belirsizleşerek kaybolduğu ve belki de unutulduğu, absurd bir dünyaya davet ediyor bizi.
Birinci ya da ikinci olmasının hiç de önemli olmadığı garsonlardan biri, “Allahın unuttuğu bu izbede ışıldayacak suret var sanki de…” diyerek tüm ışıltısızlığımız içinde, – sahnede ve seyir yerinde- kavanozdaki sinekler olduğumuzu hatırlatılıyor öncelikle. Reji, Ionesco’nun ruhuna sadık kalmayı denemişse de tümüye gerçekleştirdiği söylenemez. Oyunun, kara komediden kaba komediye boca edildiği anlar, beklentimizi bozsa da, keyifli bir seyirlik izlediğimiz gerçeğini değiştirmedi.
Dekor ve kostümün fazlasıyla parlak ve tasarım kokan çizgisinin yarattığı atmosfer, sahnede yaratılması gereken durumdan önce, erken ve yanıltıcı bir yadırgatmaya yol açıyor. Dolayısıyla oyuncuların jestleriyle içine yerleştirildikleri sirk atmosferi, yadırgatmanın, tasarımla sınırlanmasına ve fazla öne çıkmasına neden olmuş. Ionesco’nun denklemini tersine çeviren sahne yorumu, absurdun tekinsiz dünyasını ve durumun kendi içindeki saçmalığını geri plana atsa da, oyunun seyirciyi yakalayan deneysel boyutu keyifliydi. Göral’ın cesur rejisi kadar, kaleminin kıvraklığını oyunculuğuna da taşıyan, absurde yatkın zekası not edilmeli. Özellikle ön oyunda, kimliksiz bir dünyada zamirlere indirgenmiş varoluşu, tekerleme düzeyine çeken söz ustalığını ve sözün hünerini oyunculuklarına da yansıtan sevimli Garsonlar, Onur Mahir ve Akif Kızışar’ı anmadan geçmek olmaz. Bayan Smith’i oynayan Nergis Öztürk’ün performansı da, komediye yer yer fazla yaslanmasına rağmen, oyunculuk seçimleri ve jestlere dayalı yorumu açısından oldukça başarılıydı.
Oyunun bir başka tamamlayıcı unsuru müzikleriydi. Jestler dünyasına, canlı performansları ile yön veren ve aynı anda seyirci de olabilen orkestrayı, oyun sonrası konserleri için de ayrıca kutlamak gerek.
Taşra Kabare’nin yeni ve teknik donanım açısından umut yaratan zengin atmosferi, yazık ki, reji ve oyunun bütünü açısından hayal kırıklığına yol açtı. Teknik uygulamadaki aksaklıkların, oyuncular üzerinde yarattığı baskı, kabareyi gerçekten de “tekinsiz” kıldı. Bu handikapın, organizasyonel bir problemden kaynaklandığını ve rahatlıkla aşılacağını umut ediyorum. Kolaylıkla giderilebilecek aksaklıklar dışında, keyifle izlediğim, denemekten korkmayan, genç ve dinamik bir seyirlik olduğunu söyleyebilirim. Oyun her Perşembe Taşra Kabare Kadıköy’de sahneleniyor. İzlemenizi öneririm.