Meltem Arıoğlu Pultar
Jean Genet’in “Balkon”unu Mekan Artı’da izledim. Ufuk Tan Altunkaya yönetmenliğinde ve yirmi kişilik dev bir oyuncu kadrosuyla sahneye taşınmış “Balkon”.
Oyun bir genelevde geçiyor. Yalnız bu genelev biraz farklı. Fransızların dediği gibi “yanılsamalar evi” burası. Burada herkes istediği kılığa girebiliyor; bir yargıç, bir piskopos ya da bir general. Dışarıda, gerçek dünyada isyan baş göstermişken ve devrim hazırlıkları yapılırken, yanılsamalar evinde herkes istediği hayali yaşıyor.
Yanılsamalar evinin patroniçesi Bayan İrma, bir gerçek oluyor, bir sahte. Gerçeklikle sahtelik o kadar hızlı yer değiştiriyor ki Bayan İrma üzerinde, bir süre sonra gerçekle sahte birbirine giriyor. İşte o andan sonra oyunun havasına girmeye başlıyorsunuz. Mekân, müzik, sahne üzerindeki absürdlükler birer birer çekiyor sizi bu gerçekdışı dünyanın içine. Sade ama etkiyi güçlendiren kostümler, gerçekdışılığı vurgulayan makyajla birlikte tamamlayıcı öğeler oluyor. İlk perdedeki “neler oluyor, ne anlatıyorlar, bu ne saçmalık” düşünceleri ikinci perdeyle birlikte yerini gerçek dünyadan kopmaya ve oyunun bir parçası olmaya davet ediyor seyirciyi.
Çirkin, kötü, iğrenç, sahte olarak adlandırdığımız ne varsa hepsi sahne üzerinde. Bu çirkinliğe belli bir süre maruz kaldıktan sonra çirkinlik üzerimizdeki etkisini yitirmeye başlıyor, normalleşiyor bir anlamda. Duyarsızlaşıyoruz. Hissizleşiyoruz. Alışıyoruz. Tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi. Daha kötü ne olabilir ki diye düşünürken, her gün daha kötüsüyle karşılaştığımız, artık şaşırmaktan bile vazgeçtiğimiz hallerimizi getiriyor aklıma, oyunda yaşadığım hissizleşme.
Genet, tiyatro eserinin gerçekliği yansıtması gerekliliğine ve çözüm bulma saplantısına bir başkaldırıda bulunuyor “Balkon” ile. Gerçeği yanılsamalar evinin ve sahnenin dışında tutarak sahte bir dünyaya odaklanıyor. Peki, gerçeğin sahteye üstünlüğü nereden geliyor? Gerçeğin gerçek, sahtenin sahte olduğunu nereden biliyoruz? Herhangi bir şey salt gerçek ya da sahte midir? İçinde biraz gerçeklik olan bir sahte gerçek midir? Zihni bu sorularla doldururken, sonuç olarak Genet “sahnede gerçeği mi anlatıyor acaba” dedirtiyor.
Yanılsamalar evindeki fahişe Chantal’ın devrimcilere katılması da bir kahramanlık mıdır yoksa hiçbir etkisi olmayan bir hareketten başka bir şey değil midir? Kahramanlık anlayışımızı da sorgulatan, hatta dalga geçen bir oyun “Balkon”.
Oyundaki ana karakterler Bayan İrma, yargıç, piskopos, general, emniyet müdürü ve kraliçenin elçisi istenirse güncel siyasete ciddi göndermeler yapan, cesur eleştirilerde bulunan şekilde okunabilir. Tabii ki, oyunun dramaturjisine uygun olarak bunu bir politik tiyatro açıklığında ve gerçekliğinde yapmıyor. Yönetmen Ufuk Tan Altunkaya’nın program kitapçığında belirttiğine göre içinde bulunduğumuz şartlar gereği oyunda yer yer otosansüre de gitmişler. Ancak, bana kalırsa, eleştiriler incelikli bir şekilde yerleştirilmiş ve kararında. Seyircinin gözüne sokulan sosyal ve siyasi mesajlardan hoşlanmadığım için beni memnun ettiğini söyleyebilirim.
Oyunu taşıyan karakter Bayan İrma’yı oynayan Özge Korkmaz’ı çok başarılı bulduğumu söylemem gerek. Gerçeklikten sahteliğe geçişleri keskin ve absürtlüğü sonuna kadar yansıtır şekildeydi. Yargıç da yine başarılı karakterlerdendi. Cihan Esen, karakterin çirkinliğini ikna edici bir şekilde yansıtıyordu. Bir diğer başarılı bulduğum karakter de kraliçenin elçisiydi. Yine çirkinliği ve hatta iğrençliği müthiş bir şekilde gösteren bir oyunculukla Halit Can Ünal’ın rolünün hakkını verdiğini düşünüyorum. Bazı oyunlarda ve özellikle de belli oyuncularda gördüğüm grotesk oyunculuk beni en fazla rahatsız eden noktalardan biri olsa da, “Balkon” tam da bu groteskliğin yerinde kullanıldığı bir oyundu.
İyi oyunculukların doğru mekânla, Çağla Çağlar’ın başarılı görsel tasarımı ve Serpil Bilgil’in ustaca kostüm tasarımıyla desteklendiği başarılı bir prodüksiyon “Balkon”. Yaşadığımız gerçekdışı dönemde, sahnede gerçeği görmekten sıkılmış olup yanılsamalar evine uğramak isteyenlere “Balkon”u izlemelerini tavsiye ediyorum.