‘Ermişler ya da Günahkarlar’ ve ‘Yanık’
Yaşam Kaya
İzmir Devlet Tiyatrosu, 2016-2017 tiyatro sezonunda koyduğu iki oyunla, Devlet Tiyatroları’nın bu sezon ortaya koyduğu projelerde öne çıkmayı başardı. Anthony Horowitz imzalı ‘Ermişler ya da Günahkarlar’ ve Wajdi Mouawad’ın yazdığı ‘Yanık’ Barış Erdenk’in farklı rejisiyle sahnelere damgasını vurdu. İki ayrı konunun ortaya konuş biçimine bakmadan önce, ‘Sinematografik Tiyatro’ akımının sahneler için ne denli önemli olduğunu anlatmalıyım. Artık her şeyin anlık iletişimle ve de hızlı biçimde ilerlediği günümüzde, teatral sekansları insanların belleğine yerleştirmek zor uğraş. Sinemanın dar alandan geniş alana kadar göstermek istediğini aktarımı görüntü yönetiminin kalitesiyle belirginleşirken, tiyatroda görüntünün sunumu müziğin, sahne tasarımının gücüyle gerçekleşiyor. ‘Ermişler ya da Günahkarlar’ bir insanın sorgu-sorgulama aşamasında, kimin kime hizmet edeceğini anlatan şaşırtıcı bir metinken; ‘Yanık’ Lübnan iç savaşından kaçıp Kanada’ya yerleşen bir kadının ölümünden sonra iki çocuğunun kendi geçmişlerini aramasını anlatıyor. David Fincher’ın ‘Seven’ filminde olduğu gibi, her iki oyununun sonu da inanılmaz şaşırtıcı, seyirci ters köşeye yatırır halde. Fakat tiyatroda böylesi sonlara alışık olmadığımız için insanlara durum fazlasıyla şaşırtıcı geliyor. Sinemanın anlık görüntü gücünü tiyatronun ince nüanslarına işleyen Erdenk, akıl dolu sinema tekniklerini teatral bütünlükle gerçekçi biçimde bizlerle buluşturdu. Bu buluşmanın birbirini tamamlayan iki oyununun kritiğinden yola çıkıp, yönetmen başarısına değinelim.
Ermişler ya da Günahkarlar
Anthony Horowitz’in ilk teatral eseri olan oyun,, Londra’da bir akıl hastanesinde Dr. Farquhar, Yazar Styler ve Hemşire Plimpton arasında geçiyor. Klinik ortamda yapılan bir görüşme esnasında işler rayından çıkıp, olaylar işkence boyutuna doğru kayıp, üçlü görüşme ortamı akıl almaz boyutlara ulaşır. Psikodrama tekniklerinin bolca kullanıldığı gösteride Styler adlı yazarın yazacağı yeni kitabı için hastane ortamında psikiyatri kliniğini ziyarete gelmesiyle olaylar başlar (!) Doktorun doktor, hemşirenin artık hemşire gibi davranmadığı anlarda bir gerilim filminin içinde ilerleyen konu, korku çemberine aldığı seyirciyle bambaşka bir finale ilerler. Burada finalin ne olduğunu yazar isem oyunu izlemenin hiçbir esprisi kalmaz.
‘Ermişler ya da Günahkarlar’ı yıllar önce Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay ikilisinden izlemiştim. Işıl Kasapoğlu’nun rejisi fazlasıyla kanlı görüntüleri içerdiği için seyircilerde şok etkisi yaratmıştı. Barış Erdenk ise tam aksine olay örgüsünü ön plana çıkarıp oyunu ‘Sinematografik’ olarak irdeliyor. Burada iki rejiyi karşılaştırma niyetim yok, sonuçta ilk izlediğim metnin rejisi ‘in yer face’ tipi bir sahnelemeye izleyenlerle buluşmuştu. Zaten oyunun tarzı ‘in yer face’ olunca, bize gösterilen zaman dilimi içinde bir kısa film tadını rahatlıkla alıyoruz. Barış Erdenk’in oyun içindeki başarısını destekleyen en büyük nokta Emre Satı’nın dekor tasarımda yarattığı akıl dolu düşünceler! Açılan kapıların arkasından çıkan sürpriz, oyunun son sahnesinde gördüğümüz oda herkesi şaşırttı. Erdenk’in teknik ekiple kurduğu bağ ve oyuncu seçimindeki üstün yeteneği oyundaki gerilimi tırmandırdıkça tırmandırmış.
Cemalettin Çekmece’nin oynadığı Dr. Farquhar rolü oyunun kilit noktası. Oyuncunun bedensel enerjisi öylesine muhteşem ki, oyuna katkısı mükemmel boyutta! Yazarın anlatımından yola çıkıp geçmişle kurulan ilişkide, psikolojik desteklerin nasıl verildiğinin gösterildiği yerlerde oyuncunun rol yeteneği harikulade! Çekmece’nin gösteriyi Yazar Styler’da Tamer Yılmaz’la beraber sırtladığı ayan beyan ortada. Tamer Yılmaz’ın özellikle son bölümdeki şaşırtıcı olayda gösterdiği ruh hali her açıdan izleyenleri derinden etkiledi. Canan Erener Şen, Hemşire Plimpton’un ara ara çıkan görüntüsü ve beklenmedik son ana ulaşırken söyledikleriyle oyunun gizemine gizem katıyor.
‘Ermişler ya da Günahkarlar’ derin felsefi yapısı, insan psikolojisini çözümleyen muhteşem analizleriyle sizleri bekliyor.
Yanık
1975 ile 1990 yılları arasında süren Lübnan İç Savaşı, BM resmi verilerine göre 150.000 ile 230.000 arasında insanın canına mal olmuş, tahmini olarak 1 milyon kişiyi yerinden yurdundan etmiştir. Filistinli Müslümanlar, Lübnanlı Müslümanlar ve bölgede yaşayan Hıristiyanlar arasında baş gösteren savaşın acımasız, korkunç travması tüm Arap coğrafyasını sarsmış, içinde korkunç acıları olan öyküleri oluşturmuştur. Yazar Wajdi Mouawad’ın yazdığı ‘Yanık’ iç savaşın acımasız yüzünü Nevval adlı kadının başından geçen korkunç bir öyküyle aktarıyor. Gençliğinde aşık olduğu adamdan evlilik dışı çocuk sahibi olan Nevval daha sonra okuma yazma öğrenip köyünü terk eder, oğlunu aramaya başlar. Yanında ‘Şarkı Söyleyen Kadın’la beraber Lübnan coğrafyasında gezinirken devrimci bir kimliğe bürünen duygularıyla iç savaşa katılıp; özgürlükten, barıştan yana tavır koyar. Arkadaşıyla istem dışı şekilde öldürdükleri iki kişi yüzünden hapishanede, zindanlarda yıllarca işkence görür, tecavüze uğrar. Yıllar sonra savaştan kaçıp Kanada’ya yerleşen Nevval, öldükten sonra iki çocuğuna öyle bir miras bırakır ki, bu mirasın peşinden geçmişini sorgulayan çocuklarla beraber sahnedeki olaylar olgunlaşır. İkiz kardeşler hiç görmedikleri babalarını ve abisini aramak için Lübnan coğrafyasında oradan oraya koşuşturur. Sonuçta karşılarına çıkan korkunç manzara ise tam anlamıyla bir yıkımdır.
Daha önce İstanbul Devlet Tiyatrosu’ndan izlediğim ‘Yanık’ Cem Emüler’in yönetiminde sahnelerde yerini almıştı. Fakat 2 saat 40 dakika boyunca oyuncuların tempo sorunu yüzünden gösteri seyirciye doğru noktalardan ulaşamamıştı. Barış Erdenk yüksek tempoda ve devamlı canlı tuttuğu sahne biçimiyle oyuna öylesine muhteşem derinlik vermiş ki, insan gözünü kırpmadan bir sinema filmini seyredercesine konuya bağlı kalıyor. Zaten ‘Sinematografik Tiyatro’ dediğimiz kavramı özellikle bu oyunla birlikte incelemek lazım. Erdenk’in akıl dolu yönetim biçeminde sahne geçişlerini aynı noktadan takip etmediğimiz gibi; dekorun, kostümün, lokal geçişlerin verdiği heyecan oyunu sinema filmiyle eşdeğer tutmuş. 2010 yılında Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve tarafından aynı adla sinemaya uyarlanan konunun son sahnesi seyirciyi ters köşeye yatırıp, insanın en derin vicdani duygularına kadar ulaşıyor.
M. Sadık Yağcı’nın oynadığı ‘Noter’ rolü olayların başladığı nokta olması açısından önemli. Mektupları verip macerayı başlatan Noter, çocuklarla ilgili her sahnede karşımıza geçtiği için bir yönlendirici konumunda. Yağcı son derece iyi psikolojiyle rolüne eğilmiş. Mustafa Çolak, Simon’un umarsız tavrıyla etkili giriş yapıp, daha sonra annesinin vasiyetiyle Lübnan’a giden ve çaresizlik içinde geçmişiyle yüzleşen karakterde üzerine düşeni fazlasıyla yapmış. Sevilay Çiftçi ise Janine’nin ruh durumuyla, bir kız çocuğu olarak annenin yaşadıklarını keşfetme istediğini çok iyi analiz ediyor. Ece Erişti’nin Nevval’in gençliğini oynadığı sahneler konunun nirengi noktası! Oyuncu harika bir girişle bizlere neler olacağı konusunda ipuçları veriyor. M. Aslı Sinke ve Şebnem Doğruer ise Nevval’in yaşadıklarını özetleyen, devrimci ruhla tüm dünyaya başkaldıran bir annenin dramını bize çok çok iyi göstermiş. Oyunculardaki aşırı duygusal ruh hali dışında çok bir sorun görmedim. Fakat çoğu sahnede bu duygusallığın törpülenmesi lazım.
Oyunun müziklerini yapan O. Enes Kuzu’ya ayrı bir parantez açmak istiyorum. Bana kalırsa sahnedeki olayların bu denli seyirciyi etkilemesinde müziğin her sahnede yarattığı ayrı devinimin etkisi var. Muhteşem müzikler bizleri Ortadoğu coğrafyasında hüzünlü yolculuğa çıkarıyor.
Barış Erdenk, ‘Ermişler ya da Günahkarlar’ ve ‘Yanık’ rejilerinde –ki özellikle Yanık için- ‘Sinematografik Tiyatro’nun bütün örneklerini eksiksiz sahneye aktardı. Yanık’ta Keskin nişancı abinin kulaklıkla müzik dinlediği andan, mezarın içine kadar girdiğimiz bölümlerde oyunu bir sinema filmi izler gibi seyrettik. Her iki gösteri İstanbul sahnelerinde yer alsa idi, çok eminim ödüllere doymazdı. İki muhteşem rejiyi mutlaka izleyin.