Bursa Kültür ve Sanat Vakfı ve Assitej Türkiye işbirliğiyle düzenlenen 21. Uluslararası Bursa Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Festivali’ne gözlemci olarak davet edildim. Davete 20-21 Ekim tarihlerinde sergilenen oyunları izleyerek icabet edebildim.
20.10.2016 Perşembe, 11.00’de Türkiye’den Tiyatro BeReZe’nin “Birgün Sineği” adlı oyununa gittik. “Birgün Sineği” adlı oyunun ‘prova’ olarak nitelendirebileceğim bir sunumunu izledim. Henüz tamamlanmamış bir çalışmayla karşılaştığımı düşünüyor, bu nedenle de izlediğim üzerine herhangi bir izlenim yazmamayı tercih ediyorum.
20.10.2016 Perşembe, 14.00’te Estonya’dan Must Mast Tiyatro’nun “Balonlar” adlı oyununu izledik. Sahnede bir müzisyen, dört oyuncu, bir dizi sahnecikte her türlü hareketi, nesneyi ve duyguyu canlı efektlerle bezeyerek, basit, ‘çocukça’ oyunlar kurdular, bozdular, yeniden kurdular. Zaman zaman kurulan sahneciğin ne olduğunu anlamakta güçlük çeksem de oyunun tamamını yaratıcı buldum. Sahne üzerindeki oyun kişileri aynı ve eşit enerjiyle ve ‘aynı yerden’ oynuyorlardı. Uçan balon ögesi ise açılışta, oyun sırasında ve kapanışta sorunlara çözüm getiren, bağlayıcı, eğlendirici bir öge olarak oyuna eşlik etti.
20.10.2016 Perşembe, 16.00’da Yunanistan’dan Ta Fanta Fi Kukla Kumpanyası’nın “Eşeğin Martısı Hikâyesi” adlı oyununa gittik. Dev bir yumurtadan çıkan ve neye benzediği pek belli olmayan bir “kuş” (ki bu bir martıydı) civarda bulunan diğer hayvanlar tarafından “yabancı” olarak nitelendirilir ve bulunduğu yerden kovulur. Ancak eşek “yabancı”yı sahiplenir ve büyütür. Eşeğin kimi özellik ve huylarını edinen “yabancı kuş” sonunda kendi kimliğini bulur, yine eşeğin yardımıyla uçmayı öğrenir, kendisini dışlayan diğer hayvanlardan da “kendini bir biçimde onlara göstererek” öcünü alır ve uzak diyarlara doğru kanat çırparak uzaklaşır. Oyunun oynandığı sahne ve seyirci sayısı oyuna uygun olmadığı için çoğunluk seyirci gibi ben de izlemekte güçlük çektim. Oyuncu/oynatıcıların ‘can’ı azdı, ‘nefes’i yetersizdi. Buna sahne ve seyir koşullarının olumsuzluğu da eklenince yer yer sıkıldığım bir gösterim izlemiş oldum.
20.10.2016 Perşembe, 18.30’da Türkiye’den Boş Sahne’nin “Çalgıcı Gül Ali Masalı” adlı oyunu, otelin toplantı salonlarından birinde çoğunlukla gözlemci ve katılımcılardan oluşan bir seyirci grubuna oynandı; deyim yerindeyse “kapalı devre” bir gösterimdi. Bir anlatıcı ve bir müzisyen naklettiler bize Gül Ali’nin masalını. Anlatıcı bir anlatıcı rolüne girmeyip, kendine çok yakın bir yerden anlatmayı tercih etmiş. Bir kralla kraliçenin oğlu olan Gül Ali, kendisinden beklendiği gibi cengaver, güçlü kuvvetli bir çocuk değil, saz çalmaktan hoşlanan cılızca bir çocuktur. Günün birinde yıllar önce kaçırılmış olan ablasını ve ağabeyini kurtarmak için yollara düşer. Binbir maceradan sonra kardeşlerini kurtarır. Hikaye anlatıcısının hiç düşmeyen, hep belli bir çizgide kalarak seyircinin ilgi ve merakının bir an bile kaybolmamasını sağlayan enerjisi, yaptığı işe olan sevgisi, müzisyenin seyirciye “rol model” olan “sanki her şeyi ilk kez duyuyormuş gibi” masalı büyük bir dikkatle dinlemesi; oyun içinde oyun, role girip çıkmalar, aralarda açılan sahnelerle askıya alınan anlatı; sahnede izlediğimiz bu iki kişi arasındaki anlatıya hizmet eden ilişki; metindeki güncel göndermeler, mizah tonu… bunların hepsi 80 dakika boyunca bizi koynuna alıp sürükleyen bir gösteri izlememizi sağladı.
21.10.2016 Cuma, 11.00’de İran’dan Golbarg Tiyatro Topluluğu’nun “Renk Renk Renk” adlı oyununu izledim. Broşür yazısını okumasam kim olduklarını anlamayacağım iki oyun kişisi (turistmişler), oyun boyunca sahne kenarında oturarak canlı ya da banttan efekt yapan üçüncü oyun kişisi tarafından sahneye bırakılan bir bavulu açmak suretiyle yeryüzünde mevsimler arasında bir yolculuğa çıktılar. Bu yolculukta ihtiyaçları olan her şey (yiyecek, kap kacak, örtü vb.) sırt çantalarında mevcuttu. Dekor aksesuarı olarak tanımlayabileceğim diğer malzemeleri ise bavul kapağının arkasına saklanan(?), simsiyah giyimli ve peçeli dördüncü oyun kişisi sağladı. Bu dördüncü oyun kişisinin ‘zaman’ı temsil ettiğini hissettim, öyle idiyse de, keşke daha iyi vurgulansaydı, diye düşündüm. Gösterim sırasında kullanılan farklı anlatım araçları (barkovizyon, kukla, canlı oyuncu vb.) dramaturjik bütünlükten yoksundu. İki oyun kişisinin oyunun sözsüz oluşunu örtbas etmek istercesine çok sayıda nida kullanmalarından ve bu nidaların “bebek/minik çocuk” öykünmesi olmasından rahatsız oldum. İki oyun kişisi oyuna başladıklarında seyirciyi yok saydılar, üçüncü oyun kişisi bavulu getirip bıraktığında seyirciyi var saydı, oyunun ilerleyen yerlerinde iki oyun kişisi müziğe alkışla tempo tutulmasını istedikleri yerlerde seyirciyi var saydılar, dördüncü oyun kişisi seyirciyi yok saydı; biz var mıydık yok muyduk ve hep birlikte bulunduğumuz yer neresiydi, anlamadım.
Hiç bir zaman alışmayacağım organizasyon bozukluklarıyla gölgelenen (bir servisin kaçta kalkacağı ve güzergâhı konusundaki belirsizlik ve anlaşmazlıklar; festival broşüründeki çeviri ve dizgi hataları; eleştiri toplantılarındaki ve servislerdeki çevirmen sorunu; ekiplerin oyunlarına uygun sahne ve seyirci sayısıyla buluşmamış olması) bir festivalden daha arkadaşlarımı görmekten, onlarla sohbet etmekten memnun olarak ayrıldım.
Assitej Türkiye’ye ve Bursa Kültür ve Sanat Vakfı’na teşekkür ederim.