Ayhan Hülagü
İstanbul Devlet Tiyatroları’nın sahneye taşıdığı Jennifer’in Düğünü, Osmanlı Devleti’nin kuruluş öyküsünü içinde savaş barındıran bir düğün üzerinden anlatıyor. Orhan Gazi ile Yarhisar Tekfuru Dukas’ın kızı Jennifer’in aşk öyküsü özelinde. Etkileyici bir sahne tasarımı, ağdalı edebi dil; popüler tarih, popüler aksiyon, tarih dizilerinin estetiğiyle. Resmi tarihe sırtını yaslayarak, ülkedeki siyasi atmosferin ruhuna uygun şekilde.
Önce hikâye: Kayı boyunun fikir ve manevi babası Şeyh Edebalı, ‘adalet ve iman’ üzerine kurulu bir cihan iktidarının kurulması için müridi Osman Gazi’ye destur verir. O süreçte Bizanslı tekfurlar gittikçe güçlenmekte olan Osman Beyi ortadan kaldırmak için planlar yapmaktadır. Plan şöyle: Bilecik tekfuru Digenis, Yarhisar Tekfuru Dukas’ın kızı Jennifer ile evlendirilecek. Düğüne davetli olarak gelen Osman bey, pusuya düşürülüp öldürülecektir. Düğün gecesi için Bizans’ın içinde de ayrı bir tezgâh kurulur. İnegöl Tekfuru Nikola ve General Muzalo’nun gizli planları vardır. Düğüne davet için elçi olarak gönderilen Mihail (ki kendisi Osmanlı tarafından Bizans içine yerleştirilmiştir) dayanamaz ve eski dostu Osman’a kurulan tuzağı anlatır. Osman da tuzağı tersine çevirip zekice bir plan yapar. Askerleri kadın kılığına sokup düğüne götürür ve stratejik bir savaş kazanır.
Bu öykünün arka planında da stratejik hamlelerle kesintiye uğrayan, sonunda mutluluk ile taçlanan Osman Gazi’nin oğlu Orhan ile Jennifer’in aşkına yer verilir.
Kalabalık oyuncu kadrosuyla (28) sahneye taşınan biyografik öykü, yedi yüz yıl cihana hükmetmiş bir iktidarın fikirsel temellerini, inşa sürecini ve kurucu kadronun hikâyelerini o gün ki atmosferi sahnede kurarak anlatmayı hedefliyor. Zihinlere devlet fikrinin düşüşünden kuruluş aşamasına belirleyici karakterleri ön planda tutarak, kronolojik bir sırayla…
Hikâyenin sahneye taşınışı ise şöyle: Boş sahnenin ortasında çember bir yükselti yer alıyor. Arka fonda yarım çemberi andıran bir oturak. Arka fonda kocaman şeffaf bir duvar. Sağ ve sol girişlerde ‘tüm sahneye hükmeden’ kahverengi ve krem renginde perdeler. Ana dekor oyun boyunca sabit. Sis, ışık oyunları, kimi zaman duvara yansıtılan projeksiyonla atmosfer oluşturuluyor. Sonuç itibariyle sahnede oyundan ziyade bir anlatı, daha doğrusu ‘canlandırma’ hayat buluyor.
Jennifer’ın Düğünü’nü ülke gündeminden bağımsız değerlendirmek güç. Resmi tarihin penceresinden bakılan Osmanlı üzerinden toplumda yükselen milliyetçilik, devletçiliği öven, hatta kutsayan bir dünya kurulduğunu söylemek mümkün. Oyundaki Osmanlı algısı mevcut iktidarın Osmanlıyı alımlayışıyla eşdeğer. Sık dile gelen adalet ve inanç üzerine kurulu devlet anlayışı ve buna duyulan özlem, kutsama hiç de yabancı değil. Cumhuriyetin temel değerlerinin baştan sona yeniden tartışılmaya açıldığı, yeni Osmanlı romantizminin hat safhada olduğu bir dönemde sahneye taşınan oyun, yakın tarih kaleme döküldüğü zaman siyasetin sanat üzerine bir yansıması olarak tarihe geçeceği aşikâr. Cumhuriyetin tartışılmadan kabulü ve aktarımı nasıl büyük bir sorunsa, mevcut muhafazakâr iktidar döneminde Osmanlının tarih, edebiyat, sanat vb kutsanarak aktarılması aynı sorunun farklı bir yansıması. Oyun bu açıdan bakıldığında ironik bir çizgi de duruyor. Yazar İskender Pala’nın Türkiye’de muhafazakâr sanat tartışmalarını başlatan kişi ve iktidarla fikirsel teması göz önünde bulundurulduğunda oyunu siyaset çerçevesinden okumak, söylediği sözü daha iyi idrak etmek açısından bir zorunluluğa dönüşüyor.
Oyunun hikâyeden bağımsız olarak iki noktada değerlendirilebilir.
1-Oyunun dili. Malumunuz yazar İskender Pala, divan edebiyatının günümüz en büyük temsilcilerinden biri. Yazdığı popüler tarih eserlerindeki akıcı ve şiirsel diline aşinayız. Yazar yazdığı oyunlarda bu şiirselliği (Leyla İle Mecnun da aynı üslupla kaleme alınmış) korumaya özen gösteriyor. Ancak bu üslubun sahne mevzu bahis olduğunda ekip için ciddi bir soruna dönüştüğünü söylemeliyim. Yazarın kimliği oyun boyunca sahnenin önünde duruyor. Oyuncular replikleri sahiplenip canlı, yaşayan bir sahne ortaya koymak yerine metnin akıcılığını ve şiirselliğini bozmadan aktarmaya çalışıyor. Bir noktadan sonra oyun izlenirliğini kaybedip seyir yerinden metin dinlenmeye başlanıyor. Görünür olan etkileyici bir performanstan ziyade yer yer didaktik, görselliği yüksek, ağızda şiirsel bir tat bırakan bir canlandırmaya dönüşüyor. Oyun seyirciyi duygudan ziyade fikirle etkilemeyi ön görüyor.
2-Sahne dili. Son dönemde televizyondaki estetik dilin sinema ve tiyatroya da yansıdığını görüyoruz. Jennifer’in Düğünü de böyle bir yansıma görmek mümkün. Oyun, Osmanlı’nın inşasını konu edinen Diriliş, fenomen dizi Game Of Thrones gibi aksiyonu bol, macera dolu bir süreç vaat ediyor. Dövüş sahneleri ekranda olduğu gerilim anında artan müzikle birlikte destekleniyor, yer yer videoya yer veriliyor. Müzikle katarsis sağlama, sinemada etkileyici anlar oluşturan slow motion sahnelerin canlı halde seyrinin pekte etkileyici olduğunu söylenemez. Hatta bu tercihler kimi zaman komedinin çizgilerini zorluyor. Kimi seyirci için bu yoğunluk bunaltıcı gelse de iyi bir tv takipçisi için keyif verici olabilir.
Oyunda resmedilen Bizanslı temsili de hayli tanıdık. Yeşilçam filmlerinde görülen kirli sakallı, kirli yüzlü, kaba, kadın düşkünü tipler. Anadolu kadınlarının silahlanıp düğün bastığı (konuşma ve tavırlarıyla erkek gibi gösteriliyor), düşman askerini dize getirip kahramanlaştırıldığı bir öyküde karşı ordunun karton tiplerle gösterildiğini ayrıca not etmeliyim.
Hidayet Erdinç’in yönetmenliği üstlendiği oyunda Nihal Tercan, Erdoğan Aydemir, Bahar Yanılmaz gibi geniş bir oyuncu kadrosunun yer alıyor. Konuştuğumuz tercihlerden ve öne çıkan oyuncu performanslarından ziyade (hepsi eşit ölçüde sorumluluk alıyor, ayrı bir parantez açılması gereken özel bir ismin olduğunu ne yazık ki söyleyemiyorum) oyunun dili ve görselliği.
Jennifer’in Düğünü herkesin yüzünü güldürmese de ihtişamıyla etkileyebilir.