Yaşam Kaya
20. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin bu seneki oyunlarında genel konseptte ‘politik’ olgular göze çarparken, yurt dışından Türkiye’ye getirilen oyunlarda ırkçılık üzerine sistemli eleştiriler izledik. Jonathan Littell’ın yazdığı ‘Merhametliler’ oyununu Guy Cassiers ve Erwin Jans ikilisi tiyatroya uyarlayıp, dünyanın en iyi teatral yönetmenlerinden Guy Cassiers yönetti. Bir Nazi subayının gözünden 2. Dünya Savaşı’nı ve Hitler’in haklılığını anlatan konu şimdiye dek izlediğiniz tüm Hitler dönemi konularını sil baştan değiştiriyor.
Milo Rau’nun yazıp yönettiği ve konseptini yaptığı ‘Nefret Radyosu’ ise 1994 yılında Ruanda’da Tutsilere yönelik soykırımı çarpıcı noktalarla ele almış. O dönem ırkçı yayın yapan bir radyo kanalının stüdyosuna misafir olan seyirciler yine ırkçılığı haklı gören bir grup radyo yorumcusunun anlattıklarına tanık oluyor. İki rahatsız edici konu tiyatro seyircisini faşizmin derinliklerine doğru sürükleyip, insanların içinde yaşadığı politik sistemi sorgulamalarını sağlıyor. Özellikle Türkiye gibi her an toplumsal ateşin parlamaya müsait olduğu coğrafya için ‘Merhametliler’ ve ‘Nefret Radyosu’ bir ders niteliğinde!
Her iki oyunu genel anlamda değerlendirip günümüz şartlarıyla anlatmakta yarar var. ‘Bize gelmez’, ‘bizde asla olmaz’ denilen faşist düşünceler birilerinin kutsallaştırılıp dokunulmaz kılınmasına dek uzanan değişimlerle öyle bir olur ki; siz ne olduğunu anlamadan ‘ötekileştirmeye’ maruz kalıp, yaşadığınız coğrafyaya, topluma, politik hayata yabancılaşırsınız. Tiyatro hayatın aynası ise bu iki oyun o aynadan yansıyan en net görüntüleri bize sunuyor.
MERHAMETLİLER
Toneelhuis, Toneelgroep Amsterdam / Guy Cassiers
Guy Cassiers, 2006 yılında Jonathan Littell’ın yazdığı ve o dönemde Fransa’da büyük yankılar oluşturan Les Bienveillantes (The Kindly Ones) adlı eseri -‘Bir Grup İyi İnsan’ da diyebiliriz- ‘Merhametliler’ adıyla tiyatroya aktarıp, ‘Sinematografik Tiyatro’nun dünyadaki en önemli şaheserlerinden birisini yaratmış. Bir SS subayı olan Max Aue’nin gözünden 2. Dünya Savaşı’nı anlatan konu, Nasnoyel Sosyalist olan eş cinsel bir subayın kendini, düşüncelerini, faşizmin kurallarını haklı görmesini yüzümüze yüzümüze vuruyor. Hitler’in Ukrayna kuşatması ile başlayıp, Stalingrad mağlubiyeti ile ilerleyen öykü, Berlin’in yok oluşuna dek gidiyor. Burada yönetimsel olarak bir sinema filmi izlercesine konu karşınızda cereyan edip, Hitler’e ve düşüncelerine sadık kalan bir askerin kendisini fütursuzca haklı bulmasını görüyoruz.
Max Aue aslında cahilliğin önemli bir örneği. Hitler gibi faşist, despot düşünceye sahip beynin askeri anlamda dışa yansıması. Ukrayna’da Yahudilerin katledilmesi olaylarıyla hareketlenen, sonrasında ölüm makinesine dönüşen Max’ın içsel çalkantılarıyla seyirciyle duygusal bağ kurmaya çalışan ‘Merhametliler’, hiç eleştirmeksizin liderinin söylediklerini yapan insanların iğrenç yaşamlarının sözde haklılığını anlatıyor. Burada tiyatro seyircisi kendisini sorguluyor; acaba içinde yaşadığım toplumda da böyle bir olay yaşanır mı? Sorunun cevabını sanırım vermeme gerek yok, sonuçta muhalif oldukları için ‘ötekileşmeye’ uğrayan, sistemden dışlanan, düşünceleri yüzünden cezaevine girenler Türkiye’ de karşımıza çıkan gerçekler.
Ki Hrant Dink gibi gazeteciler de faşist düşünceye birebir sadık kalan insanlar tarafından öldürüldü. Seküler Nazi ayinlerini hatırlatan lider kutsallaştırmaları toplumda hızla tırmanıyor. Oyun özellikle politik değerlerin kutsallaştırılmasını kıyasıya eleştirirken, beynini birilerinin eline verenlerin nasıl acımasız insanlara dönüştüğünü anlatmış. Tabi burada Max Aue kötünün iyisi. Sırf Nazilerin yükselişinin devam etmesi gerekliliği yüzünden Yahudilerin fabrikalarda çalıştırılıp öldürülmemesi gerekliliğini savunuyor. Yani ortada insani bir duygu yok.
Guy Cassiers, arka fona yerleştirdiği muhteşem mekanizma sayesinde kendinizi bir anda Ukrayna’da savaş ortamında, Berlin’de bombaların içinde, savaş evraklarıyla dolu hangarda buluyorsunuz. Üç boyutlu görsel anlatımlar, içsel duyguların, pişmanlıkların fonda gösterilişi sinema filminin büyüsü içine çekiyor sizleri. Katelijne Damen, Aus Greidanus Jr., Hans Kesting, Alwin Pulinckx, Bart Slegers, Johan Van Assche, Jip van den Dool, Victor Van Gorp, Vincent Van Sande sahnede grup olmanın varlığını harikulade hissettiriyor. Ama Max Aue rolünde oynayan Hans Kesting muhteşem ses tonu, harika psikolojik tahlilleri ile tek başına oyunu sırtlamış.
NEFRET RADYOSU
International Institute of political murder
Avrupa’nın uluslararası festivallerine katılarak adını dünya tiyatrosuna yazdıran Milo Rau, yine kendisine yakışan işle tiyatro seyircisini selamladı. ‘Nefret Radyosu’ 1994’te Ruanda’da Tutsilere yönelik soykırımın kışkırtıcısı, ırkçı bir radyo kanalı olan RTLM’yi (Radio-Télévision Libre des Mille Collines) esas alarak oluşturulmuş bir oyun. Ruanda Soykırımı’nda başrolde olan radyo istasyonu faşist, ırkçı insanları kışkırtarak milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Gerçeklerden yola çıkılarak tiyatroya aktarılan olaylar zincirinde oturduğunuz koltukta RTLM’nin yayın odasında geçen olayları dinliyorsunuz. Söylenilen her kelime belleğinize ok gibi işleyip beyninizi delip geçiyor.
Milo Rau, radikal görüşlü üç Hutulu’nun katıldığı ve bir İtalyan-Belçikalı beyaz olan Georges Ruggiu’nun sunduğu programı aslına uygun olarak inşa etmiş. Sahnede o dönemin tanıklarından yola çıkılarak tamamen katliamın acımasız gerçeğiyle yüzleşiyorsunuz. İnsanlara yalan yanlış bilgiler aktaran radyoda, toplu katliamların nasıl gerçekleştirileceğine varana dek her şey detaylı biçimde anlatılmış. Medyanın toplum üzerindeki etkisini düşündüğümüzde Türkiye’nin böylesi bir olayın kıyısından geçtiğini rahatlıkla anlarız.
Gezi olaylarında ‘Kabataş yalancısı’ medya yazarlarının söylediklerini bir düşünün. Sırf insanları sokaklarda birbirine düşürmek için ‘Geziciler başörtülü, türbanlı bir kadına saldırdı ve biz bu görüntüleri gördük’ diyen medyadaki kalemler hala kendilerini gazeteci olarak gösterebiliyor. Dindar vatandaşlarımızın böylesi bir yalana inanıp sokağa çıktığını ve karşılıklı iç savaş çıktığını hayal edin. Bunları söyleyenlerin bırakın Allah korkusunu, kalbinde azıcık vicdan kırıntısının bile kalmadığını acı biçimde gördük. Ruanda’da yaşanılan olay da işte bizlere bunları hatırlattı. Radyodan yükselen faşist sesler insanları kandırdı, sonuç olarak insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen ‘Ruanda Soykırımı’ yaşandı.
Oyun aslında tam olarak tarihsel belleğimizi sorguluyor. Videodan gösterilen gerçek görüntülerle radyoda konuşulan konular birleştirilince yönetmenin nasıl şaşırtıcı bir işe imza attığını anlıyoruz. Afazali Dewaele, Sébastien Foucault, Diogène Ntarindwa, Bwanga Pilipili canlı biçimde soykrım radyosunun sesi olmuş. Ekibin kusursuz biçimde 1994 yılındaki yayını aktarımı insanın kanını donduruyor.
İKSV 20. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali biterken ‘Merhametliler’ ve ‘Nefret Radyosu’ festivalin en çok bellekleri hırpalayan iki oyunu oldu. Faşizmin ayak seslerinin nasıl geldiğini, insanların ırkçılık ekseninde nasıl yönlendirildiğini farklı şekilde anlatan iki oyunu ilerleyen zamanlarda mutlaka izlemelisiniz!