Atina’da dünya prömiyerini yapan ‘Zincire Vurulmuş Prometheus’da oynayan Yetkin Dikinciler, hayattaki arayışını bu oyundaki rolüyle bulduğunu söylüyor.
İnsanlığa medeniyeti ve bilgiyi armağan eden Prometheus, üç farklı tiyatro topluluğunun işbirliği sonucunda ortaya çıkan Promethiade Projesi’yle İstanbullu tiyatroseverlerin karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Yunanistan’dan Attis Tiyatrosu (Theodoros Terzopoulos), Almanya’dan Rimini Protokoll ve Türkiye’den Stüdyo Oyuncuları’nın (Şahika Tekand) işbirliği sonucunda ortaya çıkan Promethiade Projesi İstanbul 2010 AKB Ajansı, Ruhr 2010-Stiftung Zollverein ve Yunanistan -Atina Festivali tarafından ortaklaşa gerçekleşiyor. Promethiade’nin performanslarından biri olan, yönetmenliğini Theodoros Terzopoulos’un yaptığı ve Prometheus rolünü Yetkin Dikinciler’in üstlendiği Zincire Vurulmuş Prometheus dünya prömiyerini geçtiğimiz günlerde Atina’da uluslararası üne sahip Atina Festivali’nde gerçekleştirdi. Türk, Alman ve Yunan oyuncuların rol aldığı oyun sonrasında biraraya geldiğimiz yönetmen Theodoros Terzopoulos, Prometheus’un güncel önemine dikkat çekerken dünyanın ahlakî bir çöküntü içinde olduğunu, bugünün sisteminin pasifkaybeden insanlar istediğini ve bu yüzden de herkesin Prometheus olması gerektiğini söyledi. Oyunun dünya prömiyerinin hemen ardından sorularımızı yanıtlayan Yetkin Dikinciler ise Terzopoulos’un sözlerine katıldığını söyleyerek “Ben Prometheus oldum” dedi. Yetkin Dikinciler’le Zincire Vurulmuş Prometheus’u ve Prometheus olmayı konuştuk.
Sizin Terzopoulos ‘la uzun bir çalışma süreciniz var…
Ben ilk kez 1999 yılında Herakles Üçlemesi için buluşmuştum onlarla. Sonra 2004 -2005’te Almanya ya gittik; turneler yaptık Kolombiya, Brezilya, Almanya, Japonya. Her yeri dolaştık Terzopoulos’la. Kendi işimizi yaparken bizden istenenlerle Terzopoulos’un istedikleri hep farklı oldu, onun istediklerini yapmaya çalışmak bir aktör için çok önemli.
Peki Terzopoulos’un isteklerinin farkı ne?
İnsanın nefes alışverişini, bedeninin titreşiminin nefesten sese dönüşmesini, sesin yeniden söze dönüşmesini ve sözün yeniden anlam kazanmasını arıyor. Bu “yeniden” de aslında yeni değil, ilkini arıyor; en önce geleni. En “arkaik” olanını belki de…
Arkaik olana doğru gitmek size sahnede kendinizi nasıl hissettiriyor?
Güçlü… Devlet Tiyatrosu’nda çalışıyorum, konservatuarda okudum, yıllardır bu işi yapıyorum. Tüm bunlara yaslanıp çok bildiğim yerden tınlatarak konuşursam oyunla ilgisi olmaz.
Bunu biraz açar mısınız?
Belki Terzopoulos size de söyler bunu, seyirci oyuna yorumla geliyor. “Prometheus göreceğiz, Antik Tiyatro” diyor. Ama öyle değil. Terzopoulos’da ise hep daha geriye, daha geriye doğru bir gidiş vardır. Hep geriye aklımızı unuttuğumuz yere doğru. Kendimizi özgür bıraktığımız ya da özgürlüğümüzü kazandığımız noktadan başlıyor gösteri.
Oyun birkaç gün sonra Türkiye’de oynanacak, üstelik Türkçe, Yunanca ve Almanca… Sizce Türk izleyicisi nasıl bulacak oyunu?
Oyunun Almanca, Türkçe ve Yunanca olması seyirciyi zorlayacak gibi görünüyor. Bence bu kendiliğinden bir buluşma olacak. Prometheus’un antik metninin titreşimleri Terzopoulos yöntemiyle bir kez daha çarpacak İstanbul duvarlarına; benim buraya çarptığım gibi. Umarım seyircinin aklına, gözüne değil ama hafızasına çarpacak. Hafıza çok önemli bir şey; hayat hatırladıklarımızdır ama sadece kendi hayatımızdan değil, bizden evvel yaşananlardan da hatırladıklarımızdır. Bunun kaç kişiye olacağını bilmiyorum ama Işık Hoca hep şöyle der di; “Bilgili bir tek kişinin beğenisi bilgisiz bütün bir yığına bedeldir.”
Oyunun bir bölümünde siz Yiğidim Aslanım şarkısını söylediniz. Nereden geldi böyle bir fikir?
Bu Terzopoulos’un kendi isteği. Benden bir şey söylememi istediğinde değişik önerilerde bulundum. Örneğin “Dalgalar düşüyor, dalgalar” diye bir bölümü var. Ben bir anda “Dışarıda deli dalgalar, gelip duvarları yalar, seni bu dertler oyalar aldırma gönül aldırma…” dedim. Ama ben bir şarkı söylemek için söylemiyorum oyunda. Prometheus’un deliliği içerisinde tutunabilmek için hayata ve ulaşabilmek için aynı mücadeleyi gösterenlere, yerin dibindekilere sesleniyorum: “Ben buradayım. Siz düştünüz ama siz de benim gibi düştüğünüz yerden kalkabilirsiniz.”
Terzopoulos’la konuştuğumuzda oyunu anlatırken, “Dünya bir çöküntü içinde ve herkes Prometheus olmalı” dedi. Siz ne düşünüyorsunuz?
Ben kendi hayatımda bunu arıyorum. Adını Prometheus koymayabiliriz. Hani “Hayatı, başka şeyleri ve başkalarını önemseyin” derler ya… Ben başka şeyleri önemsemeye kendimizden başlamamız gerektiğini düşünüyorum, çünkü bize önemsenecek sahte başka şeyler çok anlatılıyor. Neyin önemli olduğu bize birileri tarafından dikte ediliyor, söyleniyor ama bizden önemlisi yok. Nedir o? Yaşama hakkı; özgür yaşama hakkı. Ve dolayısıyla Prometheus buna ışık tutuyor, Terzopoulos’da bu oyunun yönetmeni olarak “Herkes Prometheus olmalı” diyor. Ben de “Ben Prometheus oldum” diyorum.