Türkiye’nin güneydoğusunda, şehirlerin göbeğinde amansız bir savaş sürüyor. Bombalanan evlerin bodrum katlarından çocuk ölüleri çıkıyor. Oyun çağında çocuklar, oyun seyredecek, oyun oynayacak çocuklar abluka altında yaşam savaşı veriyor. Sanatın sesi cılız. Sanatçıların ve örgütlerinin sesi kısık. Baskılar yoğun. Çoğu sanatçı neden sanat yaptığını sorgular hale geliyor. Savaşın yarattığı yıkımın karşısında sanatın ne hükmü olabilir ki? İşte bu kaosun içinde bir sanatçının çıkışı hepimize umut oluyor, bizi yeniden sanatımızın mevzilerine çağırıyor. Murathan Mungan “Birbirimizin hikâyelerine, hayatlarına ne zaman bu kadar yabancı olduk? Gezi’nin hikayelerine sahip çıkanlar; Sur’un, Cizre’nin, Amed’in, Kürdistan coğrafyasının hikayelerine niye bu kadar yabancılar? Akılları, vicdanları, ahlakları niye bu kadar yabancı oldu?” sözleriyle sanatçıları “cephe”ye çağırıyor.
Savaş sürüyor…
Basının üzerindeki baskıların giderek arttığı, türlü yöntemlerle medyanın monolitik bir yapıya sürüklendiği ve ifade özgürlüğünün her geçen gün daha çok tehditle karşılaştığı bir savaş bu. Bu savaşın içinde bir haber yüzümüzü güldürüyor. Anayasa Mahkemesi Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanmalarının hak ihlali olduğuna hükmediyor ve Dündar ve Gül özgürlüklerine kavuşuyorlar. Dündar ve Gül’ün tutuklulukları sırasında sürdürülen Umut Nöbeti sadece içerdekilere değil, nöbeti tutanlara da umut oluyor; çok farklı kesimlerden insanlar bu cephe nöbetini birbirlerinden devralıyorlar. Ama “savaş” bitmiyor. Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyor Cumhur’un başkanı. Absürt bir oyun metnine dönüşüyor ülkenin gündemi. Güldürmeyen bu absürt oyunun daha uzun süre bize musallat olacağı anlaşılıyor.