Mehmet K. Özel
türkçede genellikle “bir yaz gecesi rüyası” diye bilenen, can yücel’in yaramaz çevirisinde adını da “bahar noktası”na dönüştürdüğü william shakespeare’in ünlü komedisinin yeni bir çevirisi ve adı oldu moda sahnesi’nin yapımı sayesinde: “en kısa gecenin rüyası”.
isim konusunda topluluğun internet sitesindeki 13.08.2015 tarihli prova notlarında çevirmen emine ayhan’ın çok detaylı ve bilgilendirici bir açıklaması var; tavsiye ederim.
geçen sezon istanbul sahnelerinin en iyi yapımı bence istanbul şehir tiyatrosu’nun popovski rejisiyle sahnelediği “bir yaz gecesi rüyası” idi. daha içinde bulunduğumuz sezon bitmedi, ama şimdiden sanırım benim için bu seferkinin de en iyisi yine aynı shakespeare oyunu oldu; bu sefer kemal aydoğan’ın yorumuyla.
shakespeare’in diğer bir komedisi “onikinci gece”nin belki ana teması roller/cinsiyetlerdir, ama yan temalarından biri de orman ile kent arasında kurulan ikiliktir.
moda sahnesi’nin bu yapımından hareketle benim çıkarımım, aydoğan’ın anafikrinin ikilikler/aynalamalar olduğu.
oyun her bir özelliğiyle ikilikler/aynalamalar üzerine kurulmuştu: seyircilerin oturtulma şekli (sahnenin ortaya alınıp seyircilerin birbirine bakan karşılıklı trübünlere yerleştirilmesi); sahne mekanının kullanılma şekli (sahne sahne protagonistlerin sahne mekanına dağıtılma şekilleri; figürlerin sahne mekanının gerek uzun yönünde gerek kısa yönünde gerekse de çaprazlarda yaratılan aynalamaları); kentteki hükümdar, karısı ve başhizmetçi ile ormandaki periler kralı, kraliçesi ve kralın sağ kolu puck arasında, asiller (kral, kraliçe ve aşıklar) ile kentin esnaflarından oluşan alt tabaka arasında ve aşıklar da kendi içlerinde aynalamalara sahiptiler; ve tabii ki en büyük ikilik, yani kadın ile erkek arasındaki ikilik bu yorumun temel direğiydi sanki.
üst-alt tabaka ikiliği dili doğru telafuz etmek ile şiveler arasında yaratılan farklılaşma dışında, özellikle oyunun dans sahnelerinde çok güzel verilmişti; üst tabakanın bale ve salon danslarından esinlenen koreografisi ile alt tabakanın folklorik dansı.
kadın ile erkek arasındaki ikilik de yine son sahnede en bariz şekilde ortaya kondu; kadınların kalpleriyle, duygularıyla, gönülleriyle, içtenlikleriyle hareket etmeleri (esnafın naif oyununa hoşgörüyle yaklaşmaları, oyun içindeki oyunda anlatılan hikayeyi anlıyor olmaları) ile erkeklerin “güya” akıllarıyla, düşünceleriyle, dışarıya doğru davranışları (esnaf oyununu küçümsemeleri, alaycılıkları, nesnel ölçütlerle oyun içindeki oyuna yüzeysel bakarak, gerisindeki anafikri kaçırıyor olmaları) bu kadar mı incelikle verilebilirdi.
ve kemal aydoğan’ın rejisi sayesinde bir kere daha idrak ettik ki, shakespeare’in komedileri buzdağları gibi, görünen yüzeylerinin altında çok ciddi bir derinlik, alt katmanlar barındırıyorlar; yeter ki oralara ulaşıp günyüzüne çıkarılabilsinler..
topluluğu oluşturan her bir oyuncunun adını teker teker saymak zor; her biri ayrı iyiydi.
sahne tasarımı (bengi günay) yalın, işlevsel ve evet basitliğine rağmen son derece görseldi. içinde bulunulan tiyatro mekanının yapısal özelliklerinin kullanılmış olması da (ağaç gövdeleri ile duvardaki kolon sağırlıklarının denk getirilmesi) ayrıca sadeliğe hizmet eden hoş bir fikirdi.
müzik (can güngör), koreografi (yeşim çoşkun) ve kostümler de yine oyunun diğer artılarıydı. oyunda şarkı olduğu için, keşke müzik de banttan değil canlı olsaydı. eğer sorun maliyetse, tek bir enstrümanla, tercihen elektro gitarla çözülemez miydi..
ışık da (irfan varlı) bir tek, şarkı sahnesinde her bir boşluktan koro çıktığında, koronun çıkmadığı boşlukların da aydınlatılıyor olmasıyla rahatsız etti beni; yoksa genel olarak sade ve düzeyliydi; öne çıkmadı.
yapımla ilgili tek temel derdim; sahne mekanının bütün oyuncu giriş-çıkışlarının, biri dışında hepsinin serbest olmasıydı. sahneyle aynı kottaki direkt girişin kapısının olması diğerleriyle farklılık yaratıyordu ve maalesef benim anlayabildiğim kadarıyla bu kapılı girişin oyunun içinde anlamsal bir karşılığı (mesela sadece kent sahnelerinde kullanılması gibi bir işlevi/anlamı) yoktu. hele de orman sahnelerinde bazen bu kapılı giriş-çıkışın kullanılması atmosferi iyice bozuyordu. hal böyle olunca, insan keşke mimari olarak geçici bir çözüm bulunsaymış, o giriş-çıkış da geçici olarak kapısız hale getirilseymiş diye geçiriyor içinden.
bu minör eleştirim bir yana; “en kısa gecenin rüyası”, üç saate yaklaşan süresine rağmen hiç bitmesin isteyecek ve en kısa zamanda tekrar izlemek üzere bilet alacak kadar beğendiğim bir yapım. eğlenceli olması, bol bol gülmek bir yana, kemal aydoğan’ın yorumunun beni en çok etkileyen yanı oyun metninin özüne dair tek bir fikrin yapımın her özelliğine sinecek bütünlükte sahnelemeye sindirilmiş olmasıydı. merakı tiyatrodan geçen herkese tavsiye ederim..