Mimesis Söyleşi / Sahnede ilk kez gördüğüm anda “İyi ki bu işi yapıyor, sahnede olmasa çok büyük bir kayıp olurmuş” dediğim, yaydığı enerjisiyle aklımda da kalbimde de yer etmiş bir isim Burcu Olguner. Yaptığı işin önemini de değerini de bilen, kendisini değil de sanatı ön planda tutan, tanımlamaları artık çok karışmış olsa da sanatçı tanımının birebir karşılığını verenlerden. Sadece ismini bilip temsillerde seyrettiğim dönemlerde aslında hiç tanımadan onunla ilgili bende uyanan hisler ve düşüncelerin ne kadar doğru olduğunu anladım bu röportaj vesilesiyle tanışınca. İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin başbalerini Burcu Olguner’in adının yanına sayısız başarıyı eklemek mümkün ama iyi bir dansçı, büyük bir sanatçı olmanın ötesinde Burcu Olguner’i “koca yürekli, büyük bir insan” diye nitelemek hiç abartılı olmaz yakından tanıyanların da hak vereceği üzere. Burcu Olguner’in müthiş enerjisi ve samimiyeti sayesinde bale üzerine başlayan sohbetimiz –ne yazık ki- buraya sığamayacak kadar çok konu üzerine genişledi. İşte bu sezon sahnelenmeye başlayan Ateş Kuşu & İlkbahar Ayini ile Bach Alla Turca & Dansın Rengi adlı eserlerde yer alan Burcu Olguner’le sohbetimizden yazıya dökülenler…
Söyleşi: Mehmet Bozkır
Sezonun başındayken ve Ateş Kuşu & İlkbahar Ayini temsillere yeni başlamışken biraz bundan bahsedelim istiyorum. Aslında yazın festivallerde sahnelendi ama İzmir prömiyeri yakın zamanda gerçekleşti diyebiliriz.
Temmuz ayında Bodrum’da sahneledik Ateş Kuşu’nu ilk kez, sonra Aspendos Festivali’nde temsil verdik. Daha sonra da İzmir prömiyeri yaptık, üç tane temsilin ardından şimdi yeni eser için çalışıyoruz.
KLASİK BALEDE HEP MASALSI BİR ŞEYLER VAR
Bale eserlerinde masalsı bir yan, mit, mitolojik öğelere alışkınız ama Ateş Kuşu bu öğelerden biraz daha farklı.
Klasik bale eserlerinde evet hep masalsı bir şeyler var ve bir konuya bağlı. Ateş Kuşu’nda da böyle öğeler var. Ama modern balede çok az eser konu içerikli oluyor, biraz daha hayal gücüne dayalı ve daha açık bırakılabiliyor. Biraz kişisel yorum katılabiliyor ama klasik eserler oturmuş olduğu için onlarla çok fazla oynama yapılamıyor tabi.
Ateş Kuşu’nu çalışırken, karakteri yaratırken balenin tüm zorluklarının yanı sıra ekstra bir zorluk yaşadınız mı, daha fazla çalışmanız gerekti mi? Sonuçta sahnede bir kuşu canlandırıyorsunuz, bunu beden dilinize oturtmak için zorlandınız mı?
Çok zorlandığım şu vardı, kolları çalışmak. Kolları çalışırken çok zorlandım. Klasik balede insan rolündeyken de hayvan rolündeyken de ayak ve bacaklarda aynı teknikle çalışmaya devam edersiniz ama kollar… Kuğu Gölü sahnelerken kuğu kolu çok başka, Ateş Kuşu sahnelerken kuş kolu çok başka. Provalarda kollarım kuğu koluna kaçıyordu, sürekli beni uyarıyorlardı “Burcu kuğu kolu değil bu, kuş bu” diye. Daha küçük, daha keskin hareketler gerekiyor, onların üzerine çalıştım. Teknikle birleştikten bir süre sonra vücudunuza oturuyor, vücut kendi hafızasına aldıktan sonra problem kalmıyor.
Ben Ateş Kuşu’nu seyrederken şunu düşündüm, balede dansçılarda genellikle daha sakin, daha yavaş hareketler görürken Ateş Kuşu çok hızlı, çok telaşlı, çok panik. Bu anlamda da genelden sıyrıldığını düşünüyorum, bu kadar hızlı, keskin hareketleri ve uzun uzun soloları olan bir karakter.
Çok telaşlı, çok panik çünkü ona zarar vereceklerini düşünüyor, ürküyor. Ama sonra bakıyor ki ona zarar vermek gibi bir niyeti yok, sakinleşiyor, biraz yumuşuyor. İzin veriyor kendisiyle dans edilmesine. Sololar kısmını hiç tartışmayalım, fenaydı onlara hazırlanmak. Hiç kulise girmeden çok uzun süre sahnede kalıyorum.
Prova süreci nasıl geçti, ne kadar zamanda hazırlandı eser?
Bir ay kadar sürdü prova sürecimiz. İlk perde Ateş Kuşu, ikinci perde Bahar Ayini. Ateş Kuşu’nda Armağan Davran ve Volkan Ersoy ile çalıştık. Bahar Ayini’nde ise Mehmet Balkan ile. Ben Armağan abiyle de Volkan abiyle de tanışıyordum, ikisi de çok pozitif insanlar ama onlarla ilk defa çalıştım, birlikte ilk defa bir eser hazırladık. Ve çok çok güzel geçti, çok keyifli bir dönemdi. O kadar zor olmasına, benim pes etme noktasına gelmeme, ben bunu yapamayacağım diye ağlamama rağmen bir şekilde birlikte üstesinden geldik.
Sonuç da gayet başarılı olmuş.
Daha iyisi her zaman mümkün tabi, hedef bu olmalı ama elimizden geleni yaptık. Seyircinin yorumu çok önemli. Üf püf diyerek seyrettilerse üzücü bizim için ama dikkatleri dağılmadan ilgiyle ve heyecanla seyrettilerse bu bizim için çok sevindirici, neler olup biteceğini merakla bekledilerse bu bizim başarımızdır diyebiliriz herhalde.
Ateş Kuşu’nun hemen arkasından yeni eser Bach Alla Turca, pek de dinlenmeye fırsat bulamadan yeni bir eserin prova sürecindesiniz. (26 Kasım itibariyle prömiyer yapan Bach Alla Turca & Dansın Rengi röportajı yaptığımız sırada henüz prova sürecindeydi.)
Hiç ara vermeden diyebilirim. Provalarımızın hemen hemen son iki haftasındayız, prömiyere çok az kaldı. İki perdelik bir eser, birinci perde Bach Alla Turca Anjelika Akbar’ın müziğiyle dans edeceğiz. İkinci perde Dansın Rengi adında olacak, Erim Ardal’ın müziğiyle dans edeceğiz, ikisi de modern eser, ikisinin de konusu bir masal gibi olmasa da kendi içinde yaşanmış ayrı ayrı kişilerin aşk hikayeleri. İlişkiler üzerine kurulu bir eser, bir çift çok sevgi dolu bir ilişkiyi gösterirken bir başka çift nefretin hakim olduğu bir ilişkiyi gösteriyor. Kimisi birbirini çok severken ayrılmak zorunda kalan bir çifti gösteriyor, kimisinde kadın çok severken erkek az seviyor, kimisinde tam tersi erkek seviyor ama kadın istemiyor. Çok çeşitli, herkesin kendi hayatından bir parça bir şey bulabileceği bir eser. Müzikler çok etkileyici, ilk perde de Anjelika Akbar, ikinci perde de Erim Ardal, Türk besteciler olması müthiş, biz çok mutluyuz bu eseri çalıştığımız için. Umarım prömiyer de arkasındaki temsiller de güzel geçecektir.
FESTİVALLER SANAT ALIŞVERİŞİ SAĞLIYOR
Ateş Kuşu ile bu yaz festivallerde sahne almışken biraz festivaller üzerine konuşmak istiyorum, zaten ülkemizde bu alanda çok az festival var. Festivaller hem sanatçılar hem de seyirciler açısından nasıl geçiyor, ulaşılabilirliği nedir, nasıl dönüşler alıyorsunuz?
Aspendos var, Bodrum var, Side’de oluyordu yine Aspendos adı altında ama iki üç senedir katılamıyoruz ona. Bodrum Festivali çok keyifli, çok güzel geçiyor. Seyirci kapasitesi Aspendos’a göre biraz daha az olduğu için her zaman dolu oluyor, yerli turistler, yabancılar, yakın şehirlerden gelen seyirciler oluyor. Aspendos biraz handikap çünkü o kadar büyük amfi tiyatro ki dolu olması tabi bizim istediğimiz bir şey ama bu sene hafif bir hayal kırıklığı gibi oldu. Kesinlikle boştu diyemem ama yine baktığınızda yer yer boşluklar vardı, o bizim için biraz üzücü oldu. Festivallerdeki sahnelerin çok geniş olması, seyircilerin yoğun ilgi göstermesi, biletlerin çok önceden yoğun bir talep görmesi bunlar çok keyifli. Özellikle İzmir’deki temsillerde İzmir seyircisinin çok yoğun bir ilgisiyle karşı karşıyayız, bir ay önce satışa çıkan biletler iki üç içinde tükeniyor. Bu çok hoşumuza gidiyor tabi.
Festivaller katılan ekiplerin çeşitliliği sebebiyle seyircinin yanı sıra sanatçılar için de bir anlamda buluşma, tanışma fırsatı sunuyordur diye düşünüyorum.
Bizler için de çok güzel bir platform oluyor. En güzel yanı yurtdışından gelen toplulukları izleme şansı bulabilmemiz, aynı şekilde onlar da bizi seyrediyor. Çok güzel tanışıklıklar oluyor, çok özel topluluklar geliyor festivallere, Bolşoy tiyatrosu geliyor, Avrupa’nın önemli toplulukları geliyor, bu bizim için çok önemli. Festivaller sayesinde çok güzel bir sanat alışverişi oluyor aramızda.
YAŞADIĞINIZ HER ŞEYİ MODERN DANSLA ANLATABİLİRSİNİZ
Bir eseri çalışırken belli bir koreografi var, bu koreografinin dışında bir balerinin/baletin kendi yaratıcılığını kullanması, role yorum katması mümkün müdür, buna ne kadar imkan vardır ya da sınırları nedir?
Klasik balede çok fazla esneme payı olmuyor hem teknik olarak hem dansçının kişisel yorumu olarak ama yine de her dansçının kendi özel tekniği var, mesela size bir hareket verirler, kolunu yukarı kaldıracaksın oradan yana döneceksin, geri geleceksin gibi. Bir dansçı o hareketi yaparken daha yumuşak kaldırır kolunu, bir diğeri daha sert kaldırır, dönerken kimisi başını çevirerek döner kimisi direkt döner. Bu dansçının yorumudur ama bu da koreografın isteği doğrultusundadır. Mesela koreograf beni görür, “Burcu bu çok fazla oldu, bunu yapma” der ya da “Bu az oldu, biraz daha yap” der. Onun isteği doğrultusunda ortak bir yerde buluşabilirseniz sizi serbest bırakabilir.
Bu olanak modern balede çok daha fazla. Klasik balede biraz daha metodlara ve akademik hareketlere bağlı kaldığımız için çok fazla esnetemiyoruz ama modern balede çok daha özgürüz, kendi yorumumuzu katma imkanımız daha fazla, o anlamda modern dans çok keyifli. Klasikçiler duymasın ama bu anlamıyla modern dans çok keyifli. İçinde bulunduğunuz, yaşadığınız her şeyi modern dansla verebiliyorsunuz, bir bakışınız, bir elinizi indirişinizle bile kırılganlığını ya da baskın duruşunuzu gösterebiliyorsunuz. Duygularınızı ifade etmeniz çok daha güzel ve çok daha kolay. Ama klasik balede böyle imkanlarımız pek olmuyor.
Modern dansın bir güzel yanı da bugünün meselesini sahneye taşıyabilmek.
İşleyebileceğiniz konular daha geniş, daha açık. Klasik balede belli başlı eserler var: Kuğu Gölü, Fındıkkıran, Giselle gibi. Onlar pek değişime uğrayamıyor, sadece yorum ya da koreografi açısından bazı değişiklikler yapılabiliyor.
NE KADAR KEYİFLİYMİŞ DİYEN DE VAR, UYKUM GELDİ DİYEN DE
Seyirciler açısından baktığımızda şöyle bir genel algı olduğunu söyleyebiliriz. Biz operaya da baleye de biraz mesafeliyiz ve bunun sebebi sanki şu: Opera, bale çok üst bir sanat dalıdır, herkes için anlaşılması mümkün değildir, dolayısıyla da herkes için keyif alınabilir bir şey değildir. Bu sebeple de sanki belli bir kesime yapılan sanat dallarıdır gibi bir bakış var.
Ama bence bu bir önyargı. Hiç bale izlememiş birisi ile daha önce beş kere baleye gitmiş birini yan yana getirseniz hiç izlememiş olan bu dediğiniz şeyleri söyleyebilir. Ama bir kere izledikten sonra çok farklı düşüneceğini biliyorum. Çünkü çok yaşadım ben bunu, “Daha önce hiç izlemedik, ne kadar keyifliymiş, bundan sonra hepsine geleceğim.” diyenler çok oldu. Tabii “Ben esniyorum, uykum geliyor, bir daha hayatta gelmem diyeniyle de karşılaştım.” Bu hem biraz yetiştiriliş tarzıyla alakalı hem de yaşamın koşuşturmacası içinde herkesin o kadar çok işi var ki operaya gideyim, baleye gideyim yerine evime gideyim dinleneyim diyor bazıları. O kadar fazla trafik var ki gün içinde hayatlarımızda. Çok özel insanlar sanata ilgililer, ben öyle düşünüyorum. Herkes bunu beğenmeyebiliyor, anlayamayabiliyor, hoş gelmeyebiliyor. Bence saçma diyeni var, erkeklerin giydiği kıyafet şöyle diyeni var, balerinlerin bacakları görünüyor diyeni var. Her türlü düşünen, her türlü tepki veren var. İzmir açısından söyleyecek olursam seyirci müthiş, hiç az değil, çok ilgililer. Her temsili dolu salona oynuyoruz, bizi hiç yalnız bırakmıyorlar. Bir süre sonra aramızda duygusal bir bağ oluşuyor hepsiyle.
SEYİRCİ OLMAZSA BU İŞİN BİR KIYMETİ YOK
Belki ilk defa baleye giden birisi diyelim ki geldi ve eseri hiç anlamadı. Balenin çok güçlü bir estetik bir yanı var, seyircinin keyif alması için ben “Eserin konusu şudur, şunu anlatmaktadır” söyleminin ötesinde başka sanat dallarından farklı olarak çok güçlü bir estetik olduğunu ve salt bunun bile yeterli olabileceğini düşünüyorum.
Sadece görsellik de hoşuna gidebilir. Konusunu bilmek gerekmiyor, dediğinize katılıyorum sadece izlemek bile keyif almaya yeterli diye düşünüyorum. Çok hoş, çok zarif, çok naif bir sanat dalı bale. Bilinçli seyircimiz de çok var, mesela bazı hayranlarım var, çok şekerler, bana yazarlar zaman zaman. Şunu dedikleri çok olmuştur: “Biz filanca eserde arkada dans eden erkekleri beğenmedik, 19 Mayıs yürüyüşündeki öğrenciler gibiydi.” ya da “ Falanca eserde dansçıların yüzünde hiçbir ifade yoktu, rol yoktu, neden böyle çalışıldı bu eser!” Eleştiren, sorgulayan, mantıklı seyircilerimiz de çok. Bilinçli seyirci “İşim bu, dans edeyim, işimi bitireyim gideyim” anlayışıyla dans eden dansçıları ayırt ediyor. Yüreğini gönlünü ortaya koyan, dramatik yapısı olan dansçıları da ayırıyorlar. Bu bence büyük başarı İzmir seyircisi için. Senelerdir her temsilimize gelen, tüm eserleri takip eden, en ufak bir hatamızı fark eden seyircilerimiz var. Hep var olsunlar, onlarla güzel çünkü bu iş, seyirci olmazsa yaptığımız işin hiçbir kıymeti yok. İstediğiniz kadar güzel eser sahneleyin koltuklar boşsa, alkışlayan yoksa pek de bir anlamı yok yaptığınız işin.
Tamamen bugün bana ait dediğiniz zamanlar olabiliyor mu? Baleden tamamen sıyrılabildiğiniz zamanlar oluyor mu?
Pazar günü, sadece Pazar günü. Baleden sıyrılabilme halini yaz ve kış olarak ikiye ayırmak istiyorum çünkü mesleğim yüzünden çok istediğim halde yapamadığım iki şey var: Kışın bütün herkes Uludağ’a gidip kayak planları yaparken ben “Ayağım mı burkulur, kolum bacağım çok önemli, düşersem kolumu kırar mıyım, ayağımı burkar mıyım, dizim mi döner bir şey mi olur” diye hayatımda kayak yapamadım. Yazın da su aporları mesela, millet jet ski’ye biner, bir yerden atlar falan ben hep “Bir yerime bir şey olur, aman sakatlanmayayım, gideyim sadece yüzeyim.” derim. Bu mesleğime olan sorumluluğum ve saygımla yani aslında iç disiplinimle ilgili. Hiçbir zaman öyle çok fazla adrenalin içeren şeyler yapamayacağım çünkü kendime bakmak zorundayım, hep bir yerde bir kontrollü hal olmak zorunda. Aman ya diyemezsiniz yani, o nedenle mesleğimiz hep bizimle aslında.
Bale maalesef ki diğer sanat dallarına nazaran en azından sahne üzerinde belli bir yaşa kadar yapılabiliyor. Sahne sanatlarında herkesin aklında olan, içinde kalan bir şey mutlaka vardır ama balenin bu sınırlı süresi sebebiyle size halen sahne üzerindeyken mutlaka rol almalıyım böyle bir eser, bunu ben dans etmeliyim böyle bir karakter var mıdır?
Kesinlikle var. Romeo & Juliet’te dans etmeyi inanılmaz istiyorum, öyle güzel rol ki, öyle güzel eser ki gerek müzikleri gerek koreografisi… Dansı, kostümleri… Dans etmeyi çok istediğim bir eser ve umarım ben dans etmeyi bırakmadan nasip olur, buradan da duyurmuş olayım, ilgililere duyurulur.
EĞİTİM OLMADAN OLMAZ
Balenin hemen hemen tüm sahne sanatlarından şu yönüyle ayrıldığını düşünüyorum o da eğitim. Eğitim almamış olmasına rağmen alaylı olarak yetişen müthiş oyuncular, besteciler, müzisyenler varken balede bu nerdeyse imkansız. Yeteneğin yanı sıra balenin teknik özelliklerinin önemi çok fazla.
Bedenen olduğu için vücudu eğitmek şart. Konservatuvar eğitim almayan bir kişi yeteneğiyle bir yere kadar dans edebilir. Hobi olarak herkes yapabilir ama profesyonel olarak bu işi yapmak istiyorsanız eğer şunu söyleyebilirim: Biz konservatuvarda 10 yıl eğitim alıyoruz, ilkokul beşinci sınıftan sonra sınavla girmiştim, ortaokul kısmı üç yıl, lise kısmı üç yıl, üniversite dönemi dört yıl, dördüncü sınıfı okumadan beni mezun ettiler sınıf atlayarak. Bu on yıllık eğitimde temel hareketlerden, duruşlardan, elinden, parmak ucundan, ayağından, o pointleri giyip üstüne nasıl çıkılırdan tutun da rol yapmaya kadar her şey bu on yıllık eğitimde öğreniliyor. Yetenekli olan biri ne kadar yetenekli olursa olsun dışarıdan kendini yetiştirmekle bir yere kadar profesyonel biriyle dans edebilir, bir yerden aldığımız eğitim doğrultusunda işin teknik kısmı konuşmaya başlıyor. Hem oyunculuğu hem sahne duruşunu hem de işin edebini adabını bilmeniz gerekiyor. Eğitim olmadan profesyonel olarak sahneye çıkılamaz, çıkılmamalıdır da şahsi fikrimce. Bu işe çok emek vermiş insanlar varken kimse pat diye bir yere gelmemeli, herkesin bir yeri olmalı ve o yerini bilmeli diye düşünüyorum. Çünkü çok emek veriyoruz, çok acı çekiyoruz, çok kan döküyoruz bu iş için ve buna saygı gösterilmeli.
“Çok emek harcıyoruz, çok kan döküyoruz” demeniz üzerine annenizle birlikte verdiğiniz bir röportaj geldi aklıma, o röportajda annenize “Burcu’nun baleye yeteneği olduğunu nasıl keşfettiniz” diye soruyorlar, anneniz de “Biz değil yüzme hocası keşfetti” diyor. “Burcu ayakları kan içinde geldiğinde bile hiçbir zaman pes etmedi, biz onu hiç zorlamadık hatta başka seçenekler de sunduk” diyor. Böylesine zorlu bir eğitim sürecinde üstelik de çok küçük yaşta çekilen acılara ve disipline rağmen vazgeçmemeyi sağlayan şey neydi?
Kendim karar verecek, neyin ne olduğunu idrak edecek yaşta değildim. Sanırım içten gelen bir şey, ben çok emindim: Anneme “Beni hiç anadolu lisesi sınavlarına sokmayın, dershanelere göndermeyin, ben başka işler yapamayacağım, dans edeceğim.” diyordum. Çok sevdim çünkü dans etmeyi, kanıma girdi bir kere, zehir gibi bir şey. Müthiş bir tutku. O dönemlerde benden çok annem de acı çekmiştir, ben çalışmadan eve gelip evde ağlarken annem “Tamam kızım, geçecek kızım” diye çok teselli etmiştir beni, çok emeği vardır üzerimde. Annemin de babamın da yeri çok ayrıdır, bana çok inandılar ve hep arkamda oldular, hala da öyledir.
Yine o röportajda anneniz sizin piyanoyla olan ilişkinizden bahsediyor, piyano dersi aldığınız konservatuvar eğitimine dahil ama sizdeki durum sanki zorunlu bir dersin ötesinde gibi geldi bana.
Piyano konservatuvar eğitimine dahil zaten, solfej ve kula eğitimi dersi alırken de piyano gösterdiler bize, balenin yanında ikinci meslek dersiydi. İki üç yıl kadar sürüyor piyano dersi ama ben devam ettim ders almaya. Piyano hocam Levent Bey hiç balerin olmamı istemiyordu, harika ellerin var, piyanoya devam etmelisin diyordu. Ama ben ikisini birden götürebilirim diye senelerce hem baleye hem piyanoya devam ettim. Mezun olup da profesyonel hayata başladıktan sonra o yoğunluk içerisinde şu an sadece evde keyif olsun diye çalıyorum, piyanoyla olan ilişkime zorunlu bir mesafe girdi. Çok unuttum, çok köreldim tabi. Ama ilerleyen dönemlerde piyanoyla ilgili bir şeyler yaparım mutlaka çünkü o da bambaşka bir tutku benim için.
BÜYÜK BİR SAKATLIK OLMADIKÇA DANSA DEVAM EDİLEBİLİR
Sahnede dans ederken belli bir koreografi var ona uymak zorundasınız, fiziksel bir performans sergiliyorsunuz onu korumak zorundasınız, dans etmenin yanı sıra duygu durumunu yansıtabilmek için beden dilinizi, mimiklerinizi kullanıyorsunuz, bir taraftan bir matematik hesabı var her adımınızda. Aynı anda yedi sekiz şeyi birden kontrol edip bir taraftan da sanki o anda içinizden geldiği için öyle yapıyormuş gibi bir hal içindesiniz. Ne kadar profesyonel olursa olsun ne hisseder bir dansçı sahnedeyken?
Beyninizi birden fazla parçaya bölüyorsunuz, bir süre sonra bir makineye dönüşüyor kafanız, artık o kadar yapmam gerekene hakimim ki dans ediyorum, rol yapıyorum, sahnedeki yerimi kestirmeye çalışıyorum, şu kadar yerim kaldı, ışık açık mı geldi koyu mu geldi, partnerimi takip edeyim idare edeyim, kostümümden bir şey mi koptu… Her şey o kadar otomatiğe alınıyor ki bir süre sonra ve tabi yılların verdiği tecrübeyle de iyice hakim oluyorsunuz. Bunlar olduktan sonra sadece keyfini çıkarmak kalıyor. Benim profesyonel olarak baledeki onuncu sezonum, en güzel dönemim, tadını çıkarıyorum, tüm acemiliklerimi attığım. Tabi en güzel dönemim ama yaşla ilgili bir sıkıntımız var, 35 yaşla 40 yaşla sınırlanacak diye bir durum yok, büyük bir sakatlık olmadığı sürece dansa devam edebilir. Belli bir yaştan sonra kadınlar için daha farklı bir dönem geliyor, annelik, ondan sonra bir dönem dans etmeyip tekrar toparlama süreci de olabiliyor, kimisi anne olduktan sonra bırakabiliyor, o biraz kişisel bir tercih. Gönül ister ki uzun süreler dans edebilelim ama bence zirvede de bırakmak lazım, elim kolum kalkmıyor durumuna gelene kadar da beklememek gerekiyor.
Bazı sanatçılar da hep sahnede olmalıyım duygusu, isteği vardır hatta en çok oyuncular da vardır bu durum. Belli bir kesim de artık tamam deyip bir noktada bırakıyorlar sahneye çıkmayı. Aslında halen yapabilir durumdayken kendi iradeleriyle bırakıp akıllarda hep iyi kalmayı seçenlerin tavrı daha anlaşılabilir geliyor bana.
Bazı kişilerde vardır ya ölene kadar sahnede kalmalıyım, sahnede ölmeliyim tavrı. Benim öyle bir tavrım yok. Bizim mesleğimiz o kadar nankör bir meslek ki olur da cumartesi pazar tatilse ve iki gün dans etmemişsek pazartesi günü dans ettiğimizde hemen kaslar tutulur, çekilir, uzar kısalır bir şey olur. Her gün, her gün dans etmemiz gerekiyor. Uzun bir ara girer ve sonra devam ederseniz zorluğu çok daha fazla oluyor. Ama sürekli dans edip vücudu deforme etmek de bence çok doğru değil. O yüzden çok dönemleri geçirip, tadını çıkarıp sindirip ufak ufak düşüşe geçtiğinizi hissettiğiniz anda durmak lazım. Ama tabi bu kaç yaşında olur bilmiyorum, onu vücut söyleyecek çünkü bir sene öncesiyle bir sene sonrası bile çok fark ediyor, ben geçen seneyle aynı değilim mesela. Vücudunuz sertleşiyor, bazı şeyler zorlaşıyor. Böyle olduğunda bırakmak lazım, seyirciye de bunu yapmaya hakkımız yok, onlar her zaman daha güzellerini ve daha estetiklerini izlemeye layıklar.
YURTDIŞININ GERİSİNDEN GELİYORUZ
Sizin yurtdışı deneyimleriniz de var. Genel bir değerlendirme istemiyorum ama kendi deneyimleriniz üzerinden karşılaştırdığınızda bizdeki durumla onlardaki durum arasında benzer olan ya da tamamen farklı olan neler var.
Kendi deneyimlerim ve gördüklerimle kıyasladığım da şunu söyleyebilirim: Fazlamız yok ama eksiğimiz tabi ki çok var. Bir kere eğitim sistemleri tamamen farklı, okula çok erken başlamaları ve mezun oldukları yaşın 18 olması büyük bir avantaj. Bizim mezun olma yaşımızın 22-23 olması bir kayıp. Onun dışında çalışma şartları, opera bale binaları, sahneleri, stüdyoları o kadar devasa ki. Saunaları, jakuzileri var, buhar odaları var, masörleri masözleri var, fizyoterapistleri var, doktorları var, uzman ekipleri var. O kadar donanımlı ve o kadar detaylı ki her şey. Biz de duşlar bile seneler sonra yapıldı. Sahnelerimizi biliyorsunuz Elhamra çok güzel ama çok küçük bir sahne. Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde büyük bir sahnemiz var ama onun da zemini çok sert. Yurtdışında daha çok profesyonellik ağır basarken biz biraz geriden geliyoruz. Oturmuş bir seyirci kitlesi var, bizim seyircimiz çok ilgili, çok tatlı ama yurtdışında çok uzun sürelerdir devam eden oturmuş bir gelenek var. Alkışlamak mesela, klasik balelerde teknik hareketlerde çok zor bölümlerde yurtdışında seyirci bunu bilir ve alkışlar ama Türkiye’de bu sonradan çok geç oturan bir şey oldu. O kadar emek veriyorsunuz, harika hareketler çıkarıyorsunuz, o kadar zor ki sayı olarak 10 kere, 20 kere yaptığınız bir hareket var, yetişmiş seyirci bunu biliyor ve alkışlıyor. Bunu anlatmak belki biraz da bize düşüyor, o temsilde görevli olmayan dansçıların seyircilerin arasında olması, onların alkışı başlatması ve seyircinin de onlardan görerek katılımını sağlanabilir. Bunun biz denedik birkaç temsilimizde, o akşam dans etmeyenler seyircilerin arasında durdular, alkış olması gereken yerlerde başlattılar, seyirci buna karşılık verdi, katılım sağladı.
Seyircinin yaklaşımından basının baleye olan yaklaşımına geçmek istiyorum, basında ne kadar yer bulabiliyor, bulduğunda nitelik bakımından ne kadar değerlendirilebiliyor. Eleştiri anlamında ne kadar yetkin isimler var bale alanında?
Çok bilinçli eleştirmenlerimiz olduğu gibi sadece laf olsun diye yazan, iyi ya da kötü demenin ötesinde değerlendirme yapmayan isimler de var. Gerçekten hakkını vererek, bu işi bilerek yazılan yazılar bambaşka ki onlar bizim için çok değerli. Ama bu işi kötülemek için yazılan yazılar da var, onlar bizim için çok değersiz ve önemsiz. Benim çok çok sevdiğim Mutlu Tanberk var eleştirmen anlamında, inanılmaz bir insan. Benim temsillerimi izlemek için İstanbul’dan İzmir’e gelir. O kadar yerinde, o kadar güzel tespitleri var ki eleştirilerini merakla ve heyecanla okuyorum. Hakkımda iyi ya da kötü yazması önemli değil, o kadar güzel bir gözü var ki, baleye o kadar hakim ki. Görselliği, dekoru, kostümü, dansı eleştirmenin dışında baledeki teknik hareketleri bile biliyor ve o teknik hareketleri de eleştiriyor, çok müthiş bir kadın. Onun gibi eleştirmenler keşke çok olsa.
O nitelikte eleştirmen sayısı az olduğu gibi var olanların da bunları yayınlanacakları alan çok kısıtlı, basının operaya yaklaşımı ve ayırdığı alan yazık ki çok sınırlı.
Sadece yeni eserlerimizle basında yer bulabiliyoruz kendimize, bir prömiyer yapılacaksa işte ne bileyim “Bach Alla Turca 28 Kasım’da seyirciyle buluşacak” gibi, o kadar maalesef. Yurtdışında normalde bir temsilde cast değişiyorsa, bu temsilde şu oynarken öbür temsilde bu oynuyorsa bunun programa yazılmasından tutun en küçük tanıtım videolarına kadar her şey değiştiriliyor, bu kadar profesyonelce yaklaşıyorlar. Ve seyirciler bazen isimlere özel bilet alırlar, burada bizim seyircimiz hangi gece kimin oynayacağını bilmeden geliyor maalesef çünkü buna ilişkin bir program yayınlanmıyor. Biz de program basılıyor ve bir karakterin karşısında beş tane isim yazıyor ama gelen seyirci bilmek istiyor kimi izleyeceğini, ben bu konuda seyircilerden çok eleştiri aldım, iyi ya da kötü bunu nereye çekerseniz çekin ama bu bizim eksiğimiz.
Çok haklısınız bu konuda, sahnelenen bale eserlerinin belli bir sayıda olması ve temsil sayılarının da sınırlı olması sebebiyle ben her eseri iki ya da üç defa izliyorum ve elbette sahnede görmeyi, o karakterde görmeyi yeğleyeceğim dansçılar ama böyle bir seçim yapma fırsatım olamıyor maalesef.
Bu hiç de yapılamaz bir şey değil aslında, temsilden üç dört gün önce şu temsilde şu dansçılar yer alıyor diye bir haber yapılabilir, afişte bir küçük değişiklik yapılabilir.
Basının ilgisi gibi seyirci açısından da belki takip eden çok geniş kitlelerden söz edemeyiz ama ben şöyle düşünüyorum: Çok sıkı ve sahiplenici bir seyircisi var, yani “Balede bu akşam şu varmış, bir gidip bakalım.” değil de “Sezon açıldı, bu sene şu eserler var ve ben şunu mutlaka görmeliyim.” şeklinde bilinçli tercihler yapan seyircilerin çoğunlukta olduğunu düşünüyorum.
O açıdan İzmir çok güzel ve çok özel bence, seyirci anlamında biz çok şanslıyız. Sanata bu derece düşkün kişilerin ben çok özel insanlar olduğunu düşünüyorum ve İzmir bu anlamda çok güzel bir şehir.
YURTDIŞINDA GÖZLERİ DÖRT AÇMAK LAZIM
Yurtdışında konuk dansçı olarak yer aldığınız ekipler, turneler dışında katıldığınız yarışmalar ve aldığınız ödüller de var.
2007 yılı mıydı tam hatırlayamıyorum ama İstanbul Uluslararası Bale Yarışması’nda bir derecem var, üçüncülük almıştım. Klasik bale yarışmasıydı ama son aşamada modern de dans ediyorduk, yurtdışından gelen çok dansçı vardı, benim için çok önemli bir tecrübeydi. Onlardan görerek çok şey öğrendim, ısınma hareketlerini nasıl yapıyorlar, provalarını takip ettim, bizden neleri farklı, nasıl kendilerini geliştiriyorlar, nasıl çalışıyorlar, çok şey kazandırdı bana. Yurtdışında katıldığım diğer gala geceleri de festivaller de öyle, oraya gidince dört göz açmak gerekiyor, herkese her şeye bakmak gerekiyor, ne yapıyorlar da bizden daha öndeler. Tamam genetik özelliklerimiz var, işte Rusların bacak boyu nasıl uzundur ya da zencilerin kas yapısı nasıl farklıdır onu geçiyorum, onun dışında teknik çalışmaları, destekleyen spor dalları, balenin yanında yaptıkları çalışmalar… Bunları görmenin bana o kadar faydası oldu ki ben bu sayede sürekli kendimi geliştirebiliyorum. Yoksa sadece ben iyi bir balerinim deyip orada oturursanız kendinize hiçbir şey eklemezseniz ertesi sene seyirci aynı Burcu’yu izler ama Burcu geçen seneye göre şunu yapıyor, bunu da yapıyor dediklerinde o zaman ben galiba bir şeyleri yapabiliyorum duygusunu yaşıyorum.
Biraz tatsız bir konuya geçeceğim,ne düşündüğünüzü de sormayacağım aslında, düşünülen şey belli ve ortak: Tüsak. Son üç dört yıldır devlet tiyatrosu, operası, balesi çalışanlarının düşünmeleri ve kaygılanmaları gereken şey sanat iken “Acaba önümüzdeki sezon tiyatro olacak mı, bale olacak mı, opera olacak mı” derdine düştüler. Bir önünü görememe, ne yapacağını bilememe içerisindeler. Seyirci açısından da acaba ben önümüzdeki sene operaya gidebilecek miyim, baleye gidebilecek miyim diye sorular var.
Seyirciler gibi inanın bizler de aynı endişeyi taşıyoruz. Nereye doğru gidiyoruz, bizi neler bekliyor hiçbir fikrimiz yok. Çok üzücü tabii, aldığımız eğitimin on yıl olduğunu söylüyorum, canımızla kanımızla çalıştığımızı söylüyorum, müthiş bir emeğimizin olması ve aslında her şey güzel giderken bunun sonlanması demek istemiyorum, o kelimeyi yakıştıramıyorum ama belki biraz daha azalması ya da engellenmesi durumu hepimizi çok üzüyor. Yıllarca bunun için çok emek verdik, çok uğraştık, inşallah güzel günler bizi bekliyordur ama insanın içine kurt düşünce bir kere keyfi kaçıyor.
BACAKLARI GÖRÜNÜYOR DEYİP ÇIKANLAR OLDU
Yurtdışındaki birçok yerden özellikle de Avrupa’dan farklı olarak bizim ülkemizde Devlet Opera ve Balesi’nin dışında bir bale topluluğu, özel bir topluluk yok ve keşke olsa ama maalesef ki yakın gelecekte de özel bir bale topluluğu oluşması pek mümkün görünmüyor.
Modern dans üzerine birkaç grup var ama dediğiniz gibi klasik bale üzerine yok. Aslında dans etmek isteyen o kadar çok insan var ki, çok güzel projeler yapılabilir, workshoplar yapılabilir, neden olmasın. Türkiye’de böyle bir şeye neden sıcak bakılmaz onu bilemiyorum.
Yurtiçindeki ulaşılabilirlik durumunuzu sormak istiyorum.
Turnelerimiz çok oluyor aslında, şimdi Bach Alla Turca & Dansın Rengi ile Denizli ve Muğla turnemiz olacak. Bundan önceki senelerde Eskişehir’e turne yaptık, Aydın’da sahneledik. Çeşitli illere gidiyoruz ve orada çok güzel şeylerle karşılaşıyoruz, seyirci çok memnun kalıyor. Mardin’e gittik mesela, Mardin’deki turnemiz o kadar güzeldi ki ilk defa hayatında bale izleyen seyircilerimiz, çocuklarımız vardı. Mevlana’nın Çağrısı ile gitmiştik. Çıkışta yanımıza geldiler, kuliste fotoğraflar çektirdik, bize çok sıcak davrandılar. Çok keyifli oluyor turneler. Ama tabi hoşlanmayan kesim de olabiliyor, o tarz tepkilerle de karşılaştık. Aman işte bu ne böyle, bacakları görünüyor deyip çıkanlar da oldu, şehir söylemek istemiyorum ama her türlüsüyle karşılaşıyoruz tepkilerin.
Turnelerin önündeki bir engel de sahnedir diye düşünüyorum, tiyatro oyunları için uygun salon bile bulamazken söz konusu bale olunca iyice zorlaşıyordur.
Klasik baleyse çok zor ama modern dans ile gidiyorsak biraz daha uygun olabiliyor. Sahnenin klasik baleye uygun bir zemininin olması çok önemli. Çünkü giydiğimiz point ucu sıkıştırılmış talaş ya da plastik olanlar sahne zemini çok sertse bizde ciddi sakatlanmalara yol açabiliyor ama modern eserlerde daha çok yumuşak patik giydiğimiz ya da bazılarında çıplak ayakla dans ettiğimiz için sahne zeminini sertliği o kadar çok sorun yaratmıyor. Sahnenin büyüklüğü, zemini, dekorlar için sofitasının uygun olup olmaması, kulisin kaç kapısı var, kapılar geniş mi dar mı, bunlar çok önemli.
ÇOCUKLARI YANLIŞ YÖNLENDİRMEMEK LAZIM
Balenin en azından sahne üzerinde belli bir yaşa kadar yapılabildiğinden konuştuk, mutlaka ki baleden bir kopuş olmayacaktır, bale bitmeyecektir sizin için. Sahnede dans etmeyi bıraktığınız noktada hangi alanda yer almak istiyorsunuz, var mı bir planınız?
Ben balenin yanında hobi olarak başladım ama sonra o da profesyonel bir uğraşa dönüştü Arjantin Tango yapıyorum. İnanılmaz seviyorum, bir tutku benim için bale kadar olmasa da. Tango üzerine bir şeyler yapacağım kesin. Ama dediğiniz gibi bir anda “Sahnede değilim, baleyi bıraktım” diyemeyeceğim için, o kanımda olduğu için asla uzaklaşamam diye düşünüyorum. Çocuklara yönelik bir şeyler yapabilirim. Belki bir okul açıp okulda devam edebilirim ders verebilirim belki opera-balede kalıp çalıştırıcılık yapabilirim, hiç bilemiyorum aslında, oturup plan yapmadım ama bir şekilde içinde olurum diye düşünüyorum. Sahneyi bırakmam pek yakın değil, bazen pes ettiğim oluyor, tamam diyorum ben bırakıyorum seneye yokum ama stüdyoya giriyorum, müzik geliyor, kendimden geçiyorum.
Birçok aile açısından özellikle de kız çocukları açısından bale çok cazip. O görüntü, tütüler vs. ama o çocuklar açısından da yaklaşım çok önemli diye düşünüyorum.
Tütüler, tüller, pembe kostümler… Çok tatlı, çok şeker bir görüntü. Ama şu var; üç dört yaşında bir kız çocuğunu alıp da ben seni balerin yaparım, konservatuvara sokarım diyorsa birisi öyle bir şey yok. Profesyonel eğitim için çok erken yaşlar bunlar. Eğer çocuk yetenekliyse erken yaşta yönlendirmek çok mantıklı ama eğer çocuğun yeteneği yoksa ya da vücudu elverişli değilse o zaman sadece hobi olarak devam etmeli. Yanlış yönlendirip çocuğu da ailesini de üzmeye hiç gerek yok. Öyle arkadaşlarımız vardı konservatuvarda, aile baskısıyla zorla gelmiş, çocuk yetenekli değil, birkaç sene sonra “yapamıyor, edemiyor” diye hocalar tarafından sınavlarda bırakılıp konservatuvardan çıkıp gittiler mesela. Çok kötü bir şey bu, eğer görüyorsanız yetenekli olmadığını boşu boşuna üzmenin anlamı yok, vücudu hırpalamanın anlamı yok çünkü kasa yapısı ona göre değişiyor, vücut yapısı ona göre şekilleniyor, onu doğru yoğurmak gerek.
Sizi bu yıl sahnede Ateş Kuşu’nda seyrettik,şimdi Bach Alla Turca geliyor,sezon devam ediyor, nerelerde ne zaman göreceğiz sizi?
Ateş Kuşu’nda dans ettim, şimdi Bach Alla Turca var. Arkasından Giselle gelecek, onun arkasından Slyvia gelecek. Sonra iki ya da üç temsil Bach Alla Turca & Dansın Rengi olacak,sonra yeniden Ateş Kuşu & Bahar Ayini olacak ama ben bu sefer Ateş Kuşu’nda değil Bahar Ayini’nde dans edeceğim. Sonra festivaller var ama şu an için onlarla ilgili ne olacağını bilmiyorum ancak sezon boyunca sahnede olacağım diyebilirim.
Mehmet Bozkır / Mimesis Söyleşi