Mehmet Esatoğlu
Bir ülkenin tiyatrosuna katkılar sağlayan onu yönlendirmeye çalışan, kimi zaman çabalarıyla onu yücelten tiyatro insanları vardır.
Onlar gibi olmak için acep hangi yollardan geçmek lazım?
Tiyatro alanında çabalar harcayarak yer alabilirsiniz. Oyun yazabilirsiniz, oyuncu olabilirsiniz, dekor, kostüm yapabilir, dramaturgi ile uğraşabilir ya da oyun yönetebilirsiniz.
Zor olan ise tiyatro insanı olmaktır.
Nedir ve kimdir bu tiyatro insanları?
Bunlar tiyatroya bir ucundan girmiş, süreç içindeyse o alan için savaşıma girişmiş kişilerdir.
İşte bu insanlardan birini yazar, yönetmen Başar Sabuncu’yu 2015’in 17 Haziran’ında yitirdik.
Neler yapar bu tiyatro insanları?
Örneğin oyun yazarlar. Oyunları sahnelenir. Yazdıkları oyunları kimi başarılar da kazanabilir. Ancak onlar önlerine gittikçe büyük hedefler koyarlar.
Oyun yazarlığı alanında bir savaşıma girişirler. Oyun dilinden, anlatımına, konu seçiminden oyundaki ayrıntılara büyük uğraşılara dalarlar. Ancak bu alandaki savaşımları kendi yapıtlarıyla da sınırlı kalmaz. Ülkedeki oyun yazarlığının sorunlarıyla da yakından ilgilidirler.
Yeni yazarların yetişmesi için çaba harcarlar. Yazarların önünü açacak yazılar kaleme alırlar. Seminerler düzenlerler. Panellerde, açık oturumlarda bilgilerini çevrelerindekilerle paylaşırlar.
1962’de daha 19 yaşındayken “Kargalar” adlı oyunu sahnelenen Başar Sabuncu yarım asır sürecek yazarlık ve tiyatro insanı olma serüvenine işte böylesi iddia ve hedeflerle başlıyor.
60’lı yıllarda kaleme aldığı ilk oyunlarında kapitalistleşme ve batıya öykünme sancıları içindeki ülkeyi önümüze seriyor Sabuncu.
Bu oyunlar hem anlatımında hem de dil yapısında yeni buluşlarla dolu yapıtlardır. Sabuncu yenileşme sancıları içindeki ülkeye yeni bir dille seslenmenin büyük savaşımı içindedir.
İlk yapıtlarından “Çark” oyununda kapitalist bir babanın “hippi” olmaya özenen ve oyunun sonunda da patron babasının koltuğuna kurularak “adam” olmaya “evrilen” bir gencin öyküsünü anlatıyor Sabuncu. 68’e doğru akan bir dünyada düzen içi bir başkaldırının boyutlarını inceliyor.
“Zemberek” ya da 1980’de adını değiştirerek “Sıradan Bir Olay” adını verdiği oyunda ise ilk kez sahneye bir üçüncü sayfa haberi örneği taşıyor. Günlük yaşamın içinde yaşamaya, dik durmaya çalışırken çöken bir işçi gencin günlük sıradan öyküsüdür oyun.
Küçük adamın yaşam içinde boğuşma serüveni de Sabuncu’nun oyun metinlerine ve film senaryolarına konu oldu. “Mutemet Ali Rıza Beyin Yaşanmış Hayat Hikayesi”nden “Lades ya da Aile Ocağı”, “Namuslu”, “Çıplak Vatandaş”a dek küçük adam serüvenlerini ilginç ayrıntılarıyla anlatıyor.
Sabuncu’nun sahne serüveninin başlangıcında Dormen Tiyatrosu var. Dormen Tiyatrosu 60’lı yılların başlarında Erol Günaydın, Nevra Serezli, Altan Erbulak, Metin Serezli, İzzet Günay, Nisa Serezli, Erol Keskin, Fikret Hakan, Asaf Çiğiltepe, Tülin Oral, Ayfer Feray, Füsun Erbulak, Göksel Kortay gibi ülke tiyatrosunda izler bırakacak sanatçıların bir araya geldiği bir topluluktur.
Toplulukta dünyaya farklı bakan bir dolu sanatçı olmasına karşın herkes yoğun bir teatral disiplin içinde çalışıyor.
Dormen de Jacques Deval’in “Şahane Züğürtler” oyunu Sabuncu’nun başarı kazandığı oyunlardan biri oluyor. Oyundaki bir kılıç sahnesi için beş hafta eskrim dersi alan Sabuncu, aktör olarak da titizliğini ortaya koyuyor.
60’lı yılların ortasında ülkede yükselen politik mücadele ortamından etkilenen iki oyuncu Dormen’den koparak Ankara’nın yolunu tutuyor. Bunlardan biri Asaf Çiğiltepe, diğeri Başar Sabuncu.
Çiğiltepe yeni bir tiyatro, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun (AST) temellerini atarken, Sabuncu Ankara Radyosu’nda beş yıl boyunca “İlyada”, “Donkişot”, gibi dünya klasiklerini radyoya uyarlamaya girişiyor. Binlerce genç onun bu çabasıyla dünya edebiyatıyla tanışıyor. Yapıtlarını radyodan dinlediği yazarları okumaya girişiyor.
12 Mart 1971 askeri darbesi başta Ankara olmak üzere ülke çapında aydın ve sanatçıların darmadağın olduğu bir dönem oluyor.
Başar Sabuncu da yurt dışına çıkıyor. Fransa’da iki yıl değişik tiyatroları izleyerek, araştırmalar yapıyor.
70’li yıllarda ülkeye dönüp reklam ajanslarıyla yakın ilişkiler yaşayan Sabuncu burada karşılaştığı insan figürlerini “İşgal” adıyla sahneye, “Talihli Amele” adıyla da sinemaya taşıyor. Bireysel kurtuluş umutlarının doruğa vurduğu o yıllarda önüne kurtuluş umudu atılan bir amelenin serüvenlerini sahnede Tuncer Necmioğlu, beyaz perdede İlyas Salman başarıyla sergiliyor.
Tiyatro insanı olma yolunda bir büyük savaşımı da yönetmen olarak veren Sabuncu, kendi yapıtlarından çok Shakespeare, Brecht, Çehov, Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Oktay Arayıcı ve Vasıf Öngören gibi yazarları sahnelemeyi yeğliyor.
1974 yılında askeri darbenin etkileri dağılırken İstanbul Şehir Tiyatroları’nın başına yeniden Muhsin Ertuğrul getiriliyor. Ertuğrul görevi kabul ederken öne sürdüğü koşullardan biri de “ben gelirsem evlatlarımla gelirim” oluyor. Ertuğrul’un birlikte çalışmak istediği “evlat”lardan biri de Başar Sabuncu.
Sabuncu’nun 1974 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda ilk sahnelemelerinden biri Oktay Arayıcı’nın “Seferi Ramazan Beyin Nafile Dünyası” adlı yapıtı oluyor.
Cumhuriyet ilkelerine bağlı dürüst bir başkomiserin attığı her adımla bir başka yere sürülüşünün traji-komik öyküsünü dönemin deneyimli oyuncuları Rıza Tüzün, Şener Şen, Atacan Arseven’le sahneleyen Sabuncu, özellikle finalde Kürt illerine sürülen komiserin Kürtlerle karşılaşmasını görkemli çizgilerle işliyor. Oyunda tüm tartışmaların çıkmaza girdiği anda bir işçi çıkıyor ortaya ve şalteri indirerek duruma el koyuyor.
Oyunun ilginç yanlarından biri de Sabuncu’nun kaçakçı kimliğiyle sahnede gösterdiği Kürt insanlarının devletle kopuk ilişkileri.
Sabuncu’nun altını çizdiği durum 10 yıl sonra patlak veriyor ve 1984 yılında ilk patlayan silahla yaklaşık 40 bin insanın yaşamına mal olacak bir savaş başlayıveriyor ve hala da sonunun ne olacağı belli değil.
Şehir Tiyatrosu’nda aynı döneme denk gelen bir başka Sabuncu çalışması da Milan Kundera’nın oyunu “Anahtar Sahipleri” oluyor.
Nazi işgali altındaki bir ülkede insan ilişkilerini irdeleyen oyun, Sabuncu’nun diyalogları iç içe geçirerek küçük burjuvazinin daracık dünyasını ve teslimiyetçiliğini öne çıkaran rejisiyle sahneleniyor. Cüneyt Türel, Emel Mesçi ve Bilge Zobu oyunculuklarıyla onun rejisini bir oya gibi işliyorlar.
Vasıf Öngören’in “Zengin Mutfağı” çalışması Sabuncu’nun önce sahneye sonra beyaz perdeye taşıdığı yapıtlardan biri oluyor.
1977 seçimlerinde MHP’nin seçimlerde bir milyon civarında oy alması Öngören’in dikkatini çekiyor. Ülkede her gün onlarca kişiyi öldüren faşist militanların “türeme” sürecini bir zengin mutfağı çatısı altında irdeleyen Öngören, oyunu önce kendi topluluğu İstanbul Birlik Sahnesi’nde sahneledi. Oyunun ikinci sahnelenmesini Şehir Tiyatrosu’nda gerçekleştirmek için Öngören ve Sabuncu ortaklaşa bir çabaya giriştiler.
Öngören’le Sabuncu’nun bu çabası eli kanlı faşistlerce de fark edilince İstanbul’da Fatih Şehir Tiyatrosu prova sırasında bombalandı.
Sabuncu bir sohbetinde o gece kurtulmalarının bir mucize olduğunu söylüyordu. Dışarıda atılan sert bir cismin camı kırması üzerine tiyatro bekçisi prova salonuna koşuyor. İçeri bir taşın camı kırarak düştüğünü ama çok sıcak olduğunu söylüyor. Oyuncular ve yönetmen taşa doğru yönelirken Vasıf Öngören “herkes sahneye koşsun” diye haykırıyor. Herkes bu komutla sahneye doğru koşarken bomba patlıyor ve tiyatronun yarısı havaya uçuyor.
Sabuncu biz o gece sağ kalışımızı Vasıf’ın o “herkes sahneye koşsun” diye bağırmasına borçluyuz diyordu.
“Zengin Mutfağı” bütün saldırılara karşın Şener Şen, Erdal Özyağcılar, Mahmut Gökgöz, Aliye Uzunatağan’ın rol dağılımıyla perdesini açtı ve İstanbul halkının coşkulu alkışlarıyla sergilendi. Ancak oyunun “kader”i değişmedi 25 yıl sonra Öngören’in kızı Aslı Öngören rejisiyle perde açtığında ikinci gece faşistler küfürlerle sahneye saldırmaya kalkıştılar.
İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda oyunlar sergileyen Sabuncu bir yandan da daha demokratik bir yönetim için tiyatroda tartışmalar başlatıyor.
Tepeden tek sanat yönetiminin kentin dört bir yanındaki tiyatroları yönetmesi yerine her tiyatronun kendi yönetimini oluşturduğu bir “yerinden yönetim” modelini öneren Sabuncu, bu modelin tiyatro tabanında da kabul görmesi üzerine Üsküdar Şehir Tiyatrosu yönetimi için aday oluyor ve yönetici seçiliyor.
Tiyatronun çevresindeki insanlarla sıcak ilişkiler içinde olması gerektiğini düşünen Sabuncu, gerek doğrudan konuşarak gerekse çevrede satılan gazetelerin içine anketler koyarak izleyicinin nasıl bir tiyatro talebi içinde olduğunu saptamaya çalışıyor.
Ancak bu dönem askeri bir darbeyle bıçak gibi kesiliyor.
12 Eylül 1980 darbesinin hedeflerinden biri de Başar Sabuncu oluyor. 1402 sayılı sıkıyönetim kanunu ile tiyatrodan atılması istenen ilk 16 kişi içinde o da yer alıyor.
O günlerde Sabuncu, William Sahkespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası”nı sahneye koyuyor. Türkçe söyleyerek yapıtı dilimize kazandıran yazar, şair Can Yücel “Bahar Noktası” koyuyor oyunun adını.
İstanbul’da Tepebaşı Deneme Sahnesi’nde prova edilen oyunun provalarını askerler izliyor ve rapor tutuyorlar.
Baskı altında oyun Yalçın Boratap, Candan Sabuncu, Atacan Arseven gibi oyuncuların savaşımı ile perdesini açabiliyor.
Sahnede Can Yücel’in çılgın düşleri gibi bir sahneleme var.
İplerden uçarak salıncaklarda sallanarak bir Shakespeare oynanıyor.
Finale doğru egemenlerden yoksullara atılan bir kese altın tokat gibi patlıyordu izleyicinin yüzünde. O günleri oyuncu Yalçın Boratap şöyle anlatıyor:
“Bahar Noktasında Salih Sarıkaya ile gülüşürdük, bizim soyağacımızda maymun var mı acaba diye.. Bütün oyunu Metin Deniz’in icadı dev bir ip ağacın üstünde oynardık.. Yarı maymun, yarı ağa takılmış balıklar, biraz da akrobatlar gibi… Küçük bir dikkatsizlik geri dönülemeyecek kazalara ve ciddi sakatlıklara yol açabilirdi.. Ben bununla da yetinmez, iplerden sofitaya (tavana) tırmanır, eski tahtalara tutunarak, dizlerimin üzerinde, bu kez de iri bir fare gibi, salıncakla yapacağım başka bir antre yerine geçerdim.. Aşağıya bakamazdım, çünkü yirmi metreydi.”.
12 Eylül bir milyon insanı mapuslara tıkıp susturmaya çalışıyordu ama yönetmen ve oyuncular Shakespeare metni ile söyleyeceklerini söylüyorlardı.
Başar Sabuncu ve 15 arkadaşı tiyatroda atıldı ama atılmaların sonu gelmedi.
“Bahar Noktası” oyunu da atılmalardan nasibini alınca kadroya yeni oyuncular alınmaya başlandı. Sabuncu’nun tiyatroya girmesi yasaktı. Bu yüzden “illegal” prova yapma işi gündeme geldi. Gizli provalarla yeni katılan oyuncuları hazırlayan Sabuncu, “Bahar Noktası”nı 12 Eylül faşizmine karşı böyle korudu.
12 Mart gibi 12 Eylül’de de Sabuncu’nun yolları gurbete düşer.
1981 yılında Sabuncu, Almanya’da yönetmen Peter Stein’ın önerisiyle kendi oyunu “İşgal”i sahneledi.
12 Eylül günlerinde Sabuncu, Egemen Bostancı’nın yapımcılığını yaptığı Şan Tiyatrosu’nda Brecht düzenlemesi “Sade Vatandaş Şvayk Hitler’e Karşı” ve Prosper Mérimée uyarlaması Kan ve Gül (Karmen) müzikli oyunlarını sahneledi. Yine aynı günlerde Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatrosu yapımı Fransız sanatçı Edith Piaf’ı konu alan “Kaldırım Serçesi” oyunu gerek sahneleme gerek izleyici açısından büyük başarı kazanan bir başka çalışması oldu.
8 yıl kurum dışında tutulan Sabuncu, büyük bir hukuk savaşı sonrası tüm atılan sanatçılarla birlikte Şehir Tiyatrosu’na geri döndü.
Şehir Tiyatrosu için kolları sıvayan Sabuncu, Sabahattin Kudret Aksal’ın iki kısa oyunu “Bay Hiç” ve “Sonsuzluk Kitabevi” ile yeniden perde açtı.
90’lı yıllara damgasını vuran Sabuncu rejileri içinde Shakespeare’in “Fırtına”sı, Lorca’nın “Kanlı Düğün” ve Gogol’ün “Palto”sunu anmak gerekir. Özellikle “Palto”da oyuncu Sezai Altekin, Sabuncu’nun rejisiyle oyunu doruğa çıkarıyordu.
Sabuncu’nun tüm yaşamı boyunca metinleriyle haşir neşir olduğu iki yazar Shakespeare ve Anton Çehov metinlerinden yaptığı kolaj oyunlar da onun usta yönetmenliğinin birer örneği olarak tiyatro tarihimizde yerini aldı.
Değişik oyunlardan derlenen Shakespeare’den “Bir Ata Kırallığım”, Çehov’dan “Herkes Aynı Bahçede” hem metin hem de oyunculuk olarak izleyiciyi derinden etkileyen çalışmalar oldular.
Shakespeare üzerine Sabuncu’nun bir unutulmaz çalışması da ünlü “Romeo-Juliet” oyunu oldu. Oyundaki romantizm ile çatışmayı ince dengelerle sahneleyen Sabuncu, özellikle izleyiciyi şaşkına çeviren bir dekor ortasında sahnelediği oyun ülkemizde bugüne dek gerçekleşen en ilginç Shakespeare sahnelemelerinden biri oldu.
Sabuncu’nun başarılı örnekler ortaya koyduğu bir başka alan da sinema oldu. “Çıplak Vatandaş”, “Kupa Kızı”, “Asılacak Kadın”, “Yolcu” filmleri geleneksel film dilimizin dışında anlatımı olan çalışmalar olarak izleyiciyle buluştular.
“Çıplak Vatandaş” özellikle konusu ve anlatımıyla uzun süre tartışmalara yol açan bir film oldu. “Zengin Mutfağı” ise dış mekanı kullanmayan çok az sayıda filmlerimizden biriydi. Kapalı bir mekanda oyuncuların ve rejinin ince hesaplarıyla gerçekleşen film, izleyiciye de derdini büyük bir içtenlikle aktarıyordu.
Başar Sabuncu ile sinema ya da tiyatroda çalışan tüm oyuncular onun sert ve tavizsiz tutumundan çok yakınıyorlar. Geçen süreç içinde ise önemli bir eğitimden geçtiklerini fark edip onun oyunculuklarına yaptığı katkıyı kavrıyorlar. Onu uğurladığımız törende onunla çalışmış tüm oyuncular bu yanını çok özel örneklerle anlattılar.
Ülkemizde 60’lı yıllara oranla onlarca tiyatro eğitim alanı açıldı. Ancak görülen odur ki tiyatro adamı çok az yetişiyor. Başar Sabuncu’yu uğurlarken de arkasından seslendik “eksildik be usta… eksildik.”