Mehmet Bozkır
Aşk bazen öyle imkansızdır ki acı iliklerine yudum yudum, ince ince, ölüm ölüm yayılır.
Dayısı ve yatalak babasıyla aynı evde yaşayan taksi şoförü Halil, her şeyin ve herkesin yükünü üstlenmiş Halim, yaptığının doğruluğundan emin olamayan ama duygularına da karşı koyamayıp her şeyi geride bırakıp sevgilisiyle kaçmaya karar veren Mahinur, kardeşinin peşine düşen Behram, kendi gerçekliğini yaratıp hem görünür hem de görünmez olmak ister gibi haliyle Zümrüt, hayatın her türlü tokadını yemiş ama hepsine de acı bir şekilde gülüp geçmiş Manolya ve koca şehrin içinde kaybolmayı göze almış Arif. Bahsettiğim bu kişilerin hepsi sezon başından beri Tiyatro Salt’ta sahnelenen Aşka Dair Mutsuz Perşembe Hikayeleri isimli oyunun karakterleri.
Tiyatro Salt şimdiye kadar sahnelemiş olduğu oyunlarla adını duyurmuş olan bir alternatif sahne. Şimdiye kadar çeviri oyunlar (daha önce sahnelemiş oldukları Katran hariç) sahneleyen ekip bu yıl kurucularından biri olan aynı zamanda oyuncu ve yönetmen olarak da çalışan Bahadır Yüksekşan’ın oyunuyla perde açtı. Yeni bir yerli oyun yazarıyla tanışmış olmam nedeniyle Bahadır Yüksekşan’ın kalemi beni mutlu etti.
Bahadır Yüksekşan kimi birbiriyle çok yakın olduğu halde fersah fersah uzak duran, kimisi de yolları tesadüfen kesişen yedi karakteri aynı oyunda buluşturuyor. Karakterlerin her birinin yaşam öyküsü çoğu zaman kendilerinin de farkında olmadığı şekilde birbiriyle kesişiyor, örtüşüyor. Birinin sevinci, heyecanı diğerinin hüznü, hayal kırıklığı oluyor. Olaylar ilerledikçe hikaye tamamlanıyor ve tüm karakterler birbirine temas ediyor. Yazar anlatım olarak diyalogdan çok monologu tercih etmiş. Bunun oyuna hem olumlu hem de olumsuz etkisi olmuş. Kısa diyaloglarla oluşturulan tablolardan sonra karakterin isminden yola çıkarak kendi hikayesini anlatmaya başlaması seyirciyle doğrudan iletişim kurulmasını sağlamış. Tablolarda belli bir andan itibaren gördüğümüz olayların öncesi ve nedeni karakter tarafından anlatılıyor. Bu anlatı anları bir nevi karakterin seyirciyle dertleşmesi gibi. Ancak yedi karakterin de aynı şekilde kendini anlatması oyunun temposunda yavaşlamaya neden oluyor, hele de bazı tabloların diğerlerine oranla kısa olması oyunun oyun niteliğine zarar veriyor. Metindeki bu sorun daha çok orta kısımlarda kendini hissettiriyor, güçlü bir başlangıç ve güçlü bir finale sahip olan oyun ortalarında sarkıyor. Yazar bu bölümlerde diyalogları biraz daha canlı ve uzun tutup monologları azaltmış olsaydı seyircideki yorgunluğun önüne geçilmiş olurdu. Biçim itibariyle bazı sorunları olmasına rağmen metin ele aldığı konular ve kişiler sayesinde son derece ilgi çekici ve sürprizli. Sosyo-ekonomik bakımdan karakterler arasında bir uyum olduğu söylenebilirse de yaşadıkları ve geldikleri yerler açısından büyük farklar var. İlk bakışta son derece alakasız gelebilecek kişilerin ve hayatların nasıl da iç içe geçmiş olduğunu inandırıcı şekilde aktarabilmesi yazarın başarısı. Aynı şekilde didaktik olmadan seyirciye olanı olduğu gösterip kendi çıkarımını yapabilme fırsatı vermesi de metnin incelikli yanlarından. Yazdığı başka metinler var mıdır bilemiyorum ama sahnelenmiş ikinci oyunu olduğu düşünüldüğünde Bahadır Yüksekşan’ın ümit vadeden bir metin yazarı olduğunu söyleyebilirim. Alternatif sahnelerin tiyatroya getirdikleri yenilik ve enerjinin yanı sıra kendi metinlerini oluşturmaya başlamaları da sevindirici. İlk başlarda daha çok İngiliz oyunlarının çevirileriyle seyirciyle buluşan topluluklar artık kendi meselelerini kendi kalemlerinden aktarıyorlar, bunun sevindirici örneklerinden biri de bu oyunla Tiyatro Salt oldu.
Bahadır Yüksekşan oyunun yazarı olduğu gibi aynı zamanda yönetmeni de. Var olan tüm koşulların zorlanarak sahne haline getirilmiş bir mekanda oyunlarını sahneliyor Tiyatro Salt. Tavan yüksekliğinin pek uygun olmaması, mekanın sahne derinliğinin yetersiz olması gibi sorunlar ekibin özellikle de yönetmenlerin işini zorlaştırıyor. (Bahadır Yüksekşan Bazı Aşklar’da imkanı kısıtlı olan sahneyi son derece işlevsel bir şekilde kullanarak başarılı bir rejiye imza atmıştı.) Mekansal problemler nedeniyle yönetmenin hayalini sahneye aktarması çok güç. Bu nedenle Bahadır Yüksekşan’ın bu oyundaki en zorlu görevi yönetmenlik. Oyun alanı olarak esasen orta bölüm kullanılmasına rağmen sahnenin sağ ve sol kısımları da boş bırakılmamış. Oyunun ilk sahnesi seyirciye göre sağ kısımda başlayıp sonlara doğru sol kısma kayıyor, sahnenin dengeli kullanıldığını söyleyebilirim. İki sıra halinde oturan seyircilerin sağ ve sol kısımlarda oynanan oyunu görmekte zorlandıkları aşikar ancak bunun için yönetmenin yapabileceği bir şey yok. Kostüm değişimlerinin seyircinin gözü önünde yapılması, ışık karartılmadan dekorda ufak değişiklikler yapılarak bir sonraki sahnenin hazırlanması ve geçişlerde kullanılan müzikler oyunu canlı kılmış. İmkanlar dahilinde değerlendirildiğinde Bahadır Yüksekşan’ın rejisi başarılı diye nitelendirilebilir.
Oyunculuk anlamında Bahadır Yüksekşan, Ceren Şahin, Ferit Can ve Sarbay Tokman’ın her biri seyirciyi karaktere ikna ediyor. Halim karakterini canlandıran Ferit Can ile tanışmam Kesik oyunu ile olmuştu, bu oyun aynı zamanda beni Tiyatro Salt ile de tanıştıran oyundu. Ferit Can canlandırdığı Halim’in pek de iyi olmayan ruh halini aktarmada başarılı ancak Halim’in mimikleri ve kendini kaybettiği anlardaki beden dili bana Kesik oyunundaki karakterini anımsattı. Her iki karakter arasında benzerlikler kurmak mümkün olsa da oyuncunun bu noktaya dikkat etmesi gerekir diye düşünüyorum. Ceren Şahin’i Salt’ın diğer oyunlarında görmüştüm ama o oyunlarda nerdeyse figürasyon diyebileceğim şekilde sahnedeydi, o nedenle bu oyunla birlikte oyunculuğunu görme fırsatı yakaladım. Ceren Şahin fiziksel özellikleri sayesinde Mahinur karakterinde artılara sahip, anlatılan karakteri hiçbir yabancılaşmaya yer vermeyecek şekilde sahneye aktarıyor. Buna uygun beden diliyle de biraz utangaç biraz ürkek ama ne olursa olsun inanmış kadını başarıyla canlandırıyor. Sarbay Tokman’ın biraz riskli bir rolü var, oyunun başından itibaren bir köşede oturup alkol alan Arif oyun sırası kendine geldiğinde sarhoş değilse de çakırkeyif. Bu da rolü tiplemeye kaydırmaya, karakterin derdini gölgeleyecek şekilde komik göstermeye müsait. Ancak Sarbay Tokman bu tuzaklara düşmeden temiz bir oyunculuk sergiliyor. Oyunun yazarı ve yönetmeni olan Bahadır Yüksekşan bu görevlerinin (bunlara yük demek doğru olmaz herhalde) yanı sıra oyuncu olarak dört karakteri birden canlandırıyor. Canlandırmış olduğu Halil, Behram, Zümrüt ve Manolya karakterleri içinde aslında kendisine en yakın olabilecek karakter Halil. Ancak buna rağmen üzerinde tek eğreti duran karakter de bu. Diğerlerine oranla daha düz bir karakter olan Halil’de Bahadır Yüksekşan’ın oyunculuğu tekdüze. Ama bunu baz alarak oyuncu olarak başarısız ya da yetersiz demek haksızlık olur. Çünkü aynı oyun içerisinde Zümrüt ve Manolya gibi iki trans bireyi (karakterler anladığım kadarıyla transseksüel değil travesti) canlandırıp bu iki karakter arasında en ufak bir benzerlik yaratmaması büyük bir başarı. Bu tarz karakterleri canlandırırken hemen akla gelecek klişe hareketler, mimikler, konuşma biçimleri var. Oyuncu bu klişelerin hiçbirisine yüz vermiyor, Manolya’yı da Zümrüt’ü de tipleme olarak değil iki farklı karakter olarak son derece ustalıklı bir şekilde sahneye taşıyor. Yıllar boyunca eğlence malzemesi olarak ele alınıp derinliksiz bir şekilde oyunlarda kendilerine yer bulan trans bireylerin meselelerine son yıllarda özellikle de alternatif sahnelerde gerçekçi bir şekilde yaklaşıldığını görüyoruz. Bahadır Yüksekşan yazar ve oyuncu olarak bu iki karaktere hak ettiği değeri veriyor. Ve tıpkı son birkaç yıl içinde benzer nitelikte karakterleri canlandıran Sumru Yavrucuk (Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi-Umut), Okan Urun (İz-Sevengül), Göktay Tosun (Örümcek Kadının Öpücüğü-Molina) gibi önyargılarımızı yıkamasa bile kırmamıza yarayacak karakterlerle bizi tanıştırıyor.
Kendi oyunlarını da üretmeye başlayan ve düzenli olarak İzmir’de perde açan Salt’la İstanbul ve Ankara seyircisinin de tanışma vakti geldi, alternatif sahnelerin birbirlerine konuk olmaya ve bu sayede ufak ufak turne yapmaya başlamalarıyla birlikte önümüzdeki sezon Salt’ı da buralarda görebilmeyi ümit ediyorum. İzmirli seyirciler içinse bir şey söylemeye gerek yok, onlar zaten biricik olan alternatif sahnelerini eminim ki yalnız bırakmayacaklardır!