Özgür Eren
BGST içinde Muhsin Ertuğrul ve Vahram Papazyan’ın hayali karşılaşması üzerine bir çalışma yürütmekteyiz. İlker Yasin Keskin’in yazdığı yazı araştırmamızın bazı sonuçlarını paylaşıyor. Bu yazıda da genç Muhsin’in tiyatroya başladığı yıllarda onun tiyatrocu kimliğini şekillendiren unsurların ne olduğuna değinilecek.
Mınakyan Etkisi
Muhsin Ertuğrul’un tiyatroculuğunun gelişiminde anılarında da yazdığı üzere Mardiros Mınakyan’ın etkisi tartışılmaz. Döneminin diğer tiyatrocularına benzer şekilde lise talebesi olan Muhsin de öğrencilik yıllarında Mınakyan Tiyatrosu’nda seyrettiği eserlerin etkisi altında tiyatrocu olmaya karar veriyor. İzlediği Mınakyan oyunlarını arkadaşlarına anlatarak onları da etkiliyor. Sonra kendi aralarında sahne kurup oynamaya başlıyorlar. İşte Meşrutiyet ortamı kendi aralarında oynayan bu gençlerin önce sokağa sonra da farklı tiyatrolarda sahneye çıkmalarına vesile oluyor.
II. Meşrutiyet
Türkiye’de ne zaman bir toplumsal hareketlilik olsa ona bir amatör tiyatro patlaması eşlik etmiş. İşte bunun önemli örneklerinden biri de II. Abdülhamit istibdadını sona erdiren II. Meşrutiyet dönemi. 30 yıllık bir sıkıyönetimin ardından gelen meşrutiyet sadece Müslümanlar ve Türkler için değil Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Kürtler arasında da bir bayram havası estirmişti. Ve o dönemde sokaklarda her köşe başında bir tiyatro sahnesi kuruluyor ve 30 yıl öncesinde yasaklanan telif oyunlardan bölümler oynanıyordu. Ahmet Fehim anılarında biraz eğlenceli bir dille bu durumdan bahsediyor: “Lakin İstanbul artık ıslah kabul etmez bir divaneler şehrine dönmüştü. Saçlı sakallı insanlar bir arsaya dört gaz sandığı koyuyor, bir çarşaf geriyor, ‘Yaşasın Vatan’, ‘Yaşasın Hürriyet’ cümleleriyle biten saçma sapan bir oyunu çıkıp oynuyorlardı.”[1] Ahmet Fehim böyle konuşuyor ama Meşrutiyet döneminde moda olan bu oyunları kendi kumpanyasında oynattığını da belirtmeden geçmeyelim. Neyse, işte on altı yaşındaki genç Muhsin’in bu ortamdan, bu amatör ruhtan etkilenmediğini söylemek hata olur. Ama toplumun bu aydınlık coşkusuna ve tiyatro ortamına darbe vuran karanlık olaylara da tanık olmuş olmalı genç Muhsin.
31 Mart (13 Nisan 1909) ve Adana Olayları
Eski takvime göre 31 Mart, yeni takvime göre ise 13 Nisan 1909’da Meşrutiyet’e karşı bir isyan başladı. Kendi iktidarını kurmak için fırsat kollayan İttihat ve Terakki bu isyanı kanlı bir şekilde bastırdı. Bu olayların ardından Adana’da çok daha kanlı bir plan harekete geçti. İttihat ve Terakki’nin desteğiyle binlerce Ermeni vatandaşımız katledildi. Bu olaylar Meşrutiyet ile canlanan tiyatro üretimini durdurmuştu. Birçok grup faklı illere dağılıp oralarda oynamaya başlamıştı. Ahmet Fehim Efendi Samsun’a gitmişti örneğin. Bu olaylar evvelce tiyatroya heves etmiş birçok gencin bu işten vazgeçerek okullarına dönmelerine, yahut başka mesleklere girmelerine sebep oldu. Olaylar geçip ortalık durulduktan sonra tiyatro çalışmaları artık amatör topluluklardan ziyade bu işi kendilerine meslek edinmeye karar vermiş sanatçılar tarafından yürütülecekti[2]. İşte on yedi yaşındaki genç Muhsin de bu tiyatroculardan birinin, Burhanettin Tepsi’nin kumpanyasında adımını atıyor sahneye.
Fransa’dan Gelmiş Bir Tiyatro Öncüsü: Burhanettin Tepsi
Galatasaray Lisesi’nden mezun, Fransa’da eğitim almış bu genç ve dinamik tiyatrocu İstanbul’a geldiğinde büyük bir heyecan yaratıyor. “Ben tiyatrocu Silvain’in şakirdi marifetiyim” diye ortalığı velveleye veriyor. Ve etrafına birçok tiyatrocuyla birlikte 1909 yılında bizim Muhsin de toplanıyor. Ancak Burhanettin’i sahnede görenler onun o kadar da usta bir tiyatrocu olmadığını anlıyorlar. “Sahnemizin Değerleri” adlı kitabın yazarı Aşot Madat, yıllar sonra kendisi hakkında şu satırları yazacak: “Umumiyetle kanaatler şu noktaya toplandı ki Burhanettin daha lazım olduğu gibi hazırlanmış değildi, ve bu sakat başlangıçla onu takip eden devamlı dikkatsizlikler, onun sanattaki kalkınmasına engel oldular.”[3] Genç Muhsin için tiyatrodaki asıl açılım, Reşat Rıdvan Kumpanyasıyla Burhanettin Tepsi’nin Kumpanyasının birleşmesiyle başlayacak. Muhsin orada Vahram Papazyan’la tanışacak.
1910 Ramazan’ı – Muhsin, Ertuğrul Muhsin Oluyor
Reşat Rıdvan, zamanının Danıştay üyesi yüksek derece bir memur. Ayrıca belediye başkanıyken öldürülen Rıdvan Paşa’nın da oğlu.[4] Reşat Rıdvan babasının mirasını alarak maddi açıdan güçlü bir figür haline geliyor. Böylelikle tiyatro işletme rahatlığına erişiyor. Meşrutiyet öncesinde Mınakyan tiyatrosuna oyun çevirmiş, oyun oynatmış. Ahmet Fehim ile de birlikte çalışmış. Ahmet Fehim’e sponsorluk yapmış bir kişilik. 1908 Meşrutiyetinden itibaren aydın gençleri tiyatroya teşvik etmiş. Heveskeran Cemiyeti adında bir topluluk kurmuş, bu nedenle Ahmet Fehim’le arası açılmış.
Ne Burhanettin Tiyatrosunun ne de Heveskeran Cemiyeti Tiyatrosunun işleri iyiye gitmiyordu. Bu yüzden 1910 ramazanında birleşme kararı aldılar. Fazla uzun sürmeyecek olan bu birleşme Muhsin Ertuğrul’un Vahram Papazyan’la tanışmasına vesile oluyor.
Vahram Papazyan İtalya’da Murat Rafaelyan mektebinde ve sonra da Ermeti Novelli’nin kumpanyasında aldığı tiyatro eğitimiyle Osmanlı İstanbul’unda ciddi bir karizmaya sahip. Muhsin’den sadece dört yaş büyük olmasına rağmen ona hocalık ediyor. Dreyfus adlı oyunda Reşat Rıdvan’ın yönettiği provalarda sürekli tekrarlardan bunalarak ağlamaya başlayan Muhsin’in yardımına Vahram Papazyan yetişiyor. Onu rolüne hazırlıyor ve bu güçlüğü aşmasını sağlıyor.
Genç Muhsin bu oyunlarda bir rumuz ile sahneye çıkıyor. “Ertuğrul Muhsin”. Bu adı ailesinden tiyatrocu olduğunu gizlemek için kullanıyor ama nafile. Program dergisindeki ad, eniştesinin dikkatli gözünden kaçmıyor. O gece evde eniştesiyle yaptığı kavganın ardından kendini İstanbul sokaklarına atıyor Muhsin. Ve soluğu Vahram’ın evinde alıyor. Vahram ona değerli bir öğüt veriyor: “Eğitim almadan yapamazsın. Mutlaka yurtdışına git.”
İstanbul’da Türkçe – Ermenice Bir Hamlet
1911’deyiz. Pera’daki Odeon Tiyatrosu Ramazan ayında tarihi bir olaya sahne oluyor. Hamlet oyunu ilk kez iki dilli bir şekilde, Türk ve Ermeni oyuncular tarafından sahneleniyor. Vahram Papazyan Hamlet’i Ermenice oynarken, diğer oyuncular Türkçe oynuyorlar. Maalesef bu oyunda Vahram’ın Ermenice oynadığı bilgisini Muhsin Ertuğrul’un anılarından değil, Refik Ahmet Sevengil’in “Meşrutiyet Tiyatrosu” kitabından öğreniyoruz[5]. Refik Ahmet bu ayrıntıyı 1961 yılında Muhsin Ertuğrul ile yaptığı bir konuşmada not etmiş. Anılara geçmemesi talihsizlik olmuş.
Binemeciyan Ailesi, Bir Tiyatro Ağacı
Fransa’dan dönen Muhsin, ilk olarak arkadaşlarıyla bir ekip kurup Hamlet’i sahneliyor. Hamlet rolünde Ertuğrul Muhsin… Sonradan cahil cesareti olarak göreceği bu girişimi sürdürmek yerine yine Vahram’ın da içinde olduğu bir kumpanyaya dahil oluyor Muhsin. Yıl 1912. Binemeciyan kumpanyası sezona güçlü bir giriş yapıyor. Biraz Binemeciyan’ları tanıyalım.
Binemeciyan ailesinin hemen bütün kişileri uzun yıllar tiyatromuza emek vermişler. Rupen Binemeciyan Efendi, yıllarca Fasulyeciyan Kumpanyası’yla Bursa’da ve Gedikpaşa’da çalışmış. 1880’li yıllarda Gedikpaşa Tiyatrosun’da Rupen ve eşi Ağavni Binemeciyan birlikte oyunlar oynamışlar. Bu tiyatro Abdülhamit tarafından yıktırılınca Mınakyan tiyatrosunda yine birlikte çalışmışlar. Rupen Binemeciyan Meşrutiyet yıllarından önce ölüyor, ama Ağavni Binemeciyan sahne hayatına devam ettiği gibi Meşrutiyet’ten sonra 1912’de bir kumpanya kuruyor. Bu kumpanyada kızı Eliza Binemeciyan ve oğlu Onnik Binemeciyan da değerli sanatçılar arasında. Vahram Papazyan ve Ertuğrul Muhsin bu kumpanyada tekrar buluşuyorlar.
Küpeliyan adında bir Ermeni tüccarın finanse ettiği ve yine bir Ermeni olan Ağavni Binemeciyan’ın yönettiği tiyatroda Ermeni ve Müslüman oyuncular bir arada sahne alıyorlar. Mekan bugünkü Ses Tiyatrosu. Kumpanyadan küçük çapta bir Avrupa tiyatrosu diye bahsediyor Selami İzzet Sedes[6]. Comedie Française’in yönetmeliği uygulanmış, oldukça seviyeli oyunlar üretilmiş. Koyu melodramlardan oluşan eski repertuara bir nokta koyarak toplumsal içerikli oyunlara yer veren bu tiyatro Muhsin’in oyuncu olarak yükseldiği yer oldu. Selami İzzet Sedes’ten, eskiden üçüncü derece oyuncu olarak görülen Ertuğrul Muhsin’in bu tiyatroda aldığı rollerle birinci dereceden oyuncular arasına girdiğini öğreniyoruz. Yani genç Muhsin ilk dersini Vahram Papazyan’dan, ikinci dersini de Binemeciyanlardan alıyor. Ve yine maalesef ki bu bilgiyi de Muhsin Ertuğrul’un anılarından değil, Refik Ahmet Sevengil’in “Meşrutiyet Tiyatrosu” kitabından öğreniyoruz. Muhsin Ertuğrul bunu anılara kendisi mi dahil etmedi, yoksa anıları sonradan düzenleyerek basan ekip bu bilgiyi elemeyi mi tercih etti bu ayrı bir araştırma konusu.
Balkan Savaşı – Darbe
Binemeciyan’lar neden devam edemedi bunu bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki Balkan Savaşı ve 1913 yılında gerçekleşen İttihat ve Terakki darbesi tiyatro ortamını oldukça olumsuz etkiliyor. Ermenilerle Müslüman unsurların birbirinden kopuş yaşadığı yıllar bunlar. 1915’e giden sürecin ivmelendiği tarih. Artık tiyatromuzdan ciddi bir deneyim ve birikimin eksileceği, çoraklaşmanın başlayacağı tarih. Ermeni vatandaşlarımız deneyimleriyle birlikte farklı ülkelere giderken Muhsin, yoluna Ertuğrul Muhsin olarak devam edecek ve tiyatromuzu kurumsallaştırarak geliştirmeye çalışacak.
[1] Sahnede Elli Sene, Ahmet Fehim, Mitos Boyut Yayınları, 2002
[2] Meşrutiyet Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Devlet Konservatuarı Yayınları Serisi, İstanbul, 1968, s. 25
[3] Sahnemizin Değerleri İkinci Cilt, Aşot Madat, Osmanbey Basımevi, İstanbul, 1944, s. 23
[4] Rıdvan Paşa’nın öldürülmesi olayı ayrı bir muamma. İstanbul’daki Kürt aydınların varlığından rahatsız olan Abdülhamit yönetimi, bu öldürülme olayını fırsat bilerek suçu Bedirhan aşiretinin üzerine yıkıyor ve İstanbul’daki bütün Bedirhaniler sürgün ediliyor.
[5] Meşrutiyet Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Devlet Konservatuarı Yayınları Serisi, İstanbul, 1968, s. 151
[6] Meşrutiyet Tiyatrosu, Refik Ahmet Sevengil, Devlet Konservatuarı Yayınları Serisi, İstanbul, 1968, s. 122