Özgün Ergen
İçinde bulunduğumuz yüzyıl, çoktandır alışılageldik algı biçimleri, inanç kalıpları, ideolojilerin ters yüz edilişinin bir resmini sundu bize. Her şeyin sanal bir görüntüye dönüştüğü üretim ilişkileri içerisinde, dönüp aynaya şöyle bir baktığımızda sanrılı, tutarsız, çelişkilerle dolu bir diğer yüzümüze rastlıyoruz aniden. Şiddetin çehresi ise giderek daha sert, çelişki barındırmayacak kadar köktenci bir çizgiye doğru evrilmekte. Ev içleri, güvenilir sandığımız sığınaklar, sivil yaşamın kendisi kötülüğü kılavuz edinenlerle dolu. Fakat bundan daha da kötüsü, kötülüğün kendisinin artık pek kötülük olarak tanımlanamıyor oluşu. Baudrillard bu durumu, “kötülüğün şeffaflaşması” olarak betimlemişti; şimdilerde daha bir yaşıyoruz bunu.
Entelektüellerin, bilim insanlarının, sanatçıların sustukları, hatta kimi zaman alkışla eşlik ettikleri bir zamandan geçiyoruz nihayet. İnsanın kristalleşme hali bu bir nevi: Giderek varlığının belirsizleştiği ve görüşleriyle birlikte sonsuza dek hiçliğe karıştığı bir düzlemde sürdürüyor varlığını. Aslında iktidar önünde el pençe divan duran yazara-entelektüele bakışımız genel olarak bellidir. Bu yazarı ya da bilim insanını hep ‘en mutlu’ haliyle fotoğraflarız kafamızda. Fakat şöyle de düşünmek mümkün: İktidara koşulsuzca biat eden bir entelektüelin bilincinde bile içten içe bir gedik gibi açılan, zaman zaman korkuya kapılmasına, çıkmaza düşmesine neden olan çelişkilerin var olmadığını kim iddia edebilir ki? Dahası, bir yazar ruhunu neden ve hangi durumlarda tıpkı Faustus gibi şeytana satmaktan bir türlü alıkoyamaz?
Bütün bu soruları yeniden kendime sormama sebep, Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Deneme Topluluğu’nun Chiristopher Marlowe’un Doktor Faustus’undan uyarlanan Faust Öldü oyunu oldu. Rejisi Barış Erdenk’e ait olan oyun, yazarlık-tasarım-oyunculuk öğrencileri ve bölüm hocalarının kolektif bir çalışma gerçekleştirdiği bir emek ürünü de aynı zamanda. Faust Öldü oyunu, 11 Aralık 2014 günü gerçekleşen prömiyerinde sahnedeki yerini aldı.
Dramaturgi ekibi tarafından yapılan uyarlamada Romantik Dönem’in kuşkusuz en iyi şairlerinden Wolfgang Von Goethe’nin Faust’u yerine Elizabeth Dönemi yazarlarından Christopher Marlowe’un Doktor Faustus’unun sıçrama noktası olarak belirlenmesinin, Marlowe’un oyununun, Goethe’nin metnine kıyasla sahnelenmeye daha yatkın olması ve daha bir somutluk taşıması nedeniyle hayli yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum. Yine de teatral anlamda bugün açısından sahneye taşınması oldukça zor bir metinle karşı karşıya olduğumuzu belirteyim. Şimdi, gelelim oyuna…
Dokuz Eylül Üniversitesi Deneme Topluluğu ve Faust Öldü
Oyun tam da biz koltuklarımızda yerimizi aldığımız zaman başlıyor aslında. Sahnede iki ayrı platform var. Yöntem açısından, eş-zamanlı bir sahneleme tekniği kullanılmış oyunda. Başlarken, akıl hastanesi olduğu anlaşılacak sahnenin arka bölümde üzerine kümelenmiş kan lekeleriyle kaplı beyaz fayanslarda durmaksızın kendisiyle konuşan, obsesif bir şekilde elindeki kitaba odaklanmış bir kişi görüyoruz. Bu kişi, zamanını Marlowe’un Faustus oyununu okuyarak geçiren, döneminde “iktidarı destekleyen kitaplarıyla ünlü” olduğu belirtilen, iktidarın el değiştirmesi -bir biçimde onu da hedef alan bir aygıta dönüşmesi- üzerine yaşadığı pişmanlığın ardından, “şizotipal kişilik bozukluğu” tanısıyla akıl hastanesine kaldırıldığını öğrendiğimiz I. Faustus’tur. Dolayısıyla sahnede olan biten her şey aslında onun gördüğü sanrıların bir uzantısı olacaktır.
“Ben de onun yaşadıklarının aynısını yaşadım. Aynısı mı? O sınırsız bilgiye ulaşmak için sattı ruhunu. Peki, ben ne için yaptım? Adımı da şerefimi de güç ve para için sattım. Yoo! Ben onun yaşadıklarının aynısını yaşamadım. Benim ki çok daha sefilce. Çok daha adice! Dünyayı yaşanmaz hale getirenlerin iğrenç politikalarını sevimli kılmak için kalemimi ve sanatımı sattım. Böylesine büyük bir kötülüğe hangi akıl dayanır ki!” I. Faustus’un bu sözleriyle açılmaktadır oyun. İlk çentik atılmıştır. İktidar- entelektüel ilişkisine dair bir hesaplaşmaya tanık olmak istemektedir artık seyirci.
Biz merakla sorularımızı sorarken, oyun devam etmektedir. Sahnenin sağ bölümünde Faustus’un Şeytan ve Melek’lerle birlikte yaşadığı iç çelişkiye, sol bölümde ise, Marlowe’un metninde yer alan Faustus’un eylemlerine adım adım tanık oluruz.
Marlowe’un metninde Faustus, Mephistopheles’in etkisiyle, zenginlik ve ün adına bilgisini iktidar hizmetine sunmaktadır. Genel olarak XIX. tavırlarıyla oynanmaktadır bu bölüm. I.Faust’usun iç ve dış çelişkilerini hasta birey üzerinden görmek, aslında oldukça hoş bir fikir. Ne var ki gerek oyunun bu bölümlerini, gerekse I. Faustus’u karakter olarak somutlamakta çok zorlandığımı ifade etmeliyim. Öyle ki Faustus oyununa takıntılı olduğunu bildiğim bu kişinin, nasıl bir geçmişe sahip olduğunu, yaşamının hangi aşamasında akıl hastanesinde tutulduğu bilgisine de ulaşamıyorum oyun süresince. Neden bu kişi, şimdiki iktidarla uzlaşamadığı için delirmiştir? Kafamda oluşan, delilik ve iktidar ilişkilerine ilişkin soru-yanıtların sonu gelmemektedir bir türlü. Bu kişiyi deliliğe sevk eden neden nedir, pişmanlığı mıdır yalnız? Peki neden şimdiki iktidardan zarar görmektedir Faustus? Bu noktada, “acaba bütün bunlar oyunda vardı da ben mi atladım”, diye sorma gereği duyacağım. Belki oyunun genelinde karaktere dair başka ipuçları verilseydi ya da sanrılar gören Faustus’un iktidarla olan ilişkisi ortaya çıkarılabilseydi, oyun bu yönde bir somutluk kazanabilirdi diye ekleyeceğim. Oysa mevcut metinde Faustus’un hikâyesine dair de kimi boşluklar var. Bu durum bana dramaturgi aşamasında konu üzerine bir mutabakata varılamadığını da düşündürmedi değil.
Sadece bu oyuna özgü değil elbette bu durum. Çok kişilik ekiplerde olabilecek genel bir sorundur da aynı zamanda: Fikirlerin parlaklığına kapılınca, çoğu kez eksikler silikleşir, boşluklar görünmez hale gelir. Ayrıca sahnede iki düzlem olarak aktarılan, iç-aksiyon, dış aksiyon ve takıntılı bir şekilde oyun okuyan akıl hastasının yer aldığı eş-zamanlı sahneleme tekniği ilginç ve özgün bir yorum olmakla birlikte, Marlowe’un metniyle olduğu gibi aktarıldığında, iktidar-bilim insanı arasındaki bu ilişki hayli gölgede kalıyor benim açımdan.
Bütün bu söylediklerime, oyunda güçlükle keşfediliyor olsa da seyircinin bu konuda sorular sormasını sağlayacak güçlü bir tartışma zemininin zaten hali hazırda var olduğunu ekleyeceğim. Bir de daha sonraki çalışmalar için dikkati başka bir yöne daha çekeceğim. Bu konu, oyundaki mevcut kadın algısı ve oyunda yer alan kadın modelleri konusu.
Doktor Faustus Oyunundaki Edilgen Kadın Modeli- Başka Türlü de Olamaz Mı?
Aslında gerek Goethe’nin, gerekse Marlowe’un metninde kadın, tümüyle saflık ve iyilikle, ya da şehvetin ete kemiğe bürünmüş bir ifadesi olarak betimlenir. Eyleyen, değiştiren, dönüştüren bir kadın modeli, oyunun yazıldığı dönemler göz önüne alındığında da ortalıkta pek görülmez. Olaylar Faustus’un etrafında dönmektedir ve kadınların bütün bu olanların bir aracı olmak dışında bir etkisi bulunmaz. Ama içinde bulunduğumuz yüzyılda, yapılan bu çağdaş uyarlamadaki kadın modellerine daha başka bir rol biçmek mümkün olabilirdi. Oyun finale yaklaşırken Faustus’un, “Helen sevgilim olsun benim. Güzel kolları, beni yeminimden ayıran düşünceleri kafamdan silip atacak, Lucifer’e verdiğim sözü tutmama yardım edecek.” demesi üzerine Mephistopheles tarafından sahneye gelen Helen, istekli ve şehvetli bir kadın gibi değil de daha isteksiz, Faustus’un bu haline tiksintiyle bakan daha renkli bir kadın olarak resmedilebilirdi örneğin. Aynı şekilde oyun, “şehvet”, “günah”, “Tanrı’dan af dileme” gibi kelimelerden ve Hıristiyanlığa dair göstergelerin bolluğundan arındırıldığında, yükselme hırsı nedeniyle kendisine ve çevresine karşı körleşmiş bir bilim insanının, iktidar kendisine de zarar vermeye başladığı andaki farkındalığı ve daha sonra intiharı üzerine daha çok yoğunlaşılabilirdi.
Değişen Odak, Kaygan Zemin…
Ayrıca oyunda sıklıkla tartışmanın odak değiştirmesi, tartışılan asıl meseleye odaklanmanın bir hayli önüne geçmektedir. Öyle ki oyunda iktidar- entelektüel arasındaki ilişkiden, Faustus- Şeytan ilişkisine doğru bir yön değiştirme söz konusudur. Şeytan iktidarla özdeşleştirildiğinde elbette olabilecek bir yorum bu.Oysa şimdilik, Faustus Tanrı’dan af dilese her şey halloluverecekmiş gibi bir algı yaratmanın ötesine geçmek pek mümkün olamıyor ne yazık ki. Sanki iktidarı lanetlerken bir başka iktidara, Tanrı’ya sarılıyor gibiyiz. Yapılmak istenen bu değilse de böyle bir algı doğuyor seyirci açısından. Bu durum, hafif bir burukluk da yaratmıyor değil…
Gösterişli Dekor, Kostümler ve Oyunculuk…
Bütün bu saydıklarımla birlikte, değinmemek elbette haksızlık olur: Faust Öldü, dekoru, kostümleri, kullanılan ışığın çok yönlü kullanımıyla seyirciyi görsel bir şölene konuk ediyor. Gösterişli heykeller, artık mutasyona uğramış köpek, hamamböceği, keza aynı şekilde sahnenin arka tarafında akıl hastanesi olarak kullanılan üzeri kanla bezeli fayanslar, kısaca ince ince düşünülmüş bir dekor, gözalıcı kostümler ve makyaj oldukça etkiliydi… Bu anlamda, oyunun dekor ve kostümünde Emre Keskin ve Işınsu Ersan’ı, ayrıca dergide de sözü edilen heykel ve fotoğraf bölümünün bu yöndeki çabalarını kutlamak gerekir diye düşünüyorum.
Oyunculuğa gelince… Oyunda rol alan oyuncuların tümünün oldukça enerjik bir şekilde rollerine asıldıklarını ve bu anlamda bir hayli başarılı olduklarını da belirteyim. Burada ne yazık ki her birinden ayrı ayrı söz edemeyeceğim, ancak… Seyircinin dikkatini oyun boyunca büyük bir gayretle diri tutmayı başardığı için I. Faustus rolündeki Ergün Metin’i, naif oyunculuklarıyla seyircide kalıcı bir iz bıraktıkları için Anlatıcı rolüyle Name Önal’ı, Mephistopheles rollerinde- Murat Sönmez ve Sevilay Çiftçi’yi, Wagner rolüyle de Fazıl Aksakal’ı anmadan da geçemeyeceğim. Ve sorularla başladığım yazımı, yine kimi soru-yanıtlarla noktalayacağım.
Entelektüelin İntiharı ya da Faustus Neden İntihar Etmiş Olabilir?
Faustus aslında neden intihar etmiştir? Faustus’un intiharı tam olarak neye ya da nelere karşılık gelir? Biraz düşünürsek Faustus’un intiharının, bir anlamda günümüzde yaşanan toplumsal çelişkileri de göz önüne almakla birlikte bugünün entelektüelinin intiharına denk düştüğü yorumuna varabiliriz. Öyle ki bugün de entelektüel, bir nevi intihar etmiştir: Hem düşünsel hem de eylemsel olarak, artık kitlelerin sözcüsü olmak yerine, egemen sınıfın bir sözcüsü olmayı seçip köşesine çekilmiştir entelektüel. Özellikle 1980 sonrası Türkiye’sinde o, tıpkı Faustus gibidir, cehennem azabı pişmanlığını yaşamasına ramak kalmıştır. İktidar-bilim insanı-entelektüel arasındaki ilişki ve mevcut karşıtlıkların bugünle bağdaşması açısından da bu doğrultuda daha sonraki bir çalışmada yeni bir yoruma gidilebilir.
Bir yazar, bilim insanı ve entelektüel neden yaşanan bütün olumsuzluklar karşısında susmayı ya da iktidarı alkışlamayı tercih eder? İktidara biat eden entelektüeli, iktidar onu hedef gösterdiğinde tıpkı bir ateş çemberi gibi saran korkunun nedenleri, hastalıklı bir kişi olarak aktarılan I.Faustus özelinde derinlemesine işlendiğinde daha somut bir biçimde ortaya çıkabilir. Ayrıca içinde yer aldığımız yüzyılda iktidar, bilgi ve kötülüğün tanımı, değişen anlamı ile birlikte yeniden yorumlanarak XIX. yy. yerine, bugünden bir bakışla tartışılabilir. Oyun bütün bu açılardan yeniden okunabilir.
Faust Öldü oyunu Dokuz Eylül Üniversitesi Özdemir Nutku sahnesinde her Cuma saat 20.00’da seyirciyle buluşmaya devam ediyor. Hem dışınızdaki hem de içinizdeki Faust ile hesaplaşmak adına, kaçırmayın derim ben.