Hülya Karakaş’tan Erhan Yazıcıoğlu’na Açık Mektup

Pinterest LinkedIn Tumblr +

hulya karakasMimesis Haber / İBB Şehir Tiyatroları oyuncusu ve yönetmeni Hülya Karakaş, son günlerde yaşanan gelişmelerle ilgili olarak İBBŞT Genel Sanat Yönetmeni Erhan Yazıcıoğlu’na bir “açık mektup” kaleme aldı. Sanatçının mektubunu aynen yayınlıyoruz…

“Abi”ye mektup…

Madem kendiniz 100 yıllık kurumun “abi”si olduğunuzu söylüyorsunuz, o halde bu kardeşinizi dinlemenizin bir sakıncası yoktur umarım. 1914 yılından beri farklı anlayışlar tarafından yönetilen Şehir Tiyatroları 100. yaşında bir “abi”ye teslim edilmişse vardır bir hikmeti!

Duydum ki “suçlu” avına çıkmışsınız, avdan eliniz boş dönmeyin istedim. Bundan önce ayda bir kez alttan alta ayar verdiğiniz maillerinizle bana kendimi zaten “suçlu” hissettiriyordunuz, bu kez aynaya bakınca ben kendimi “suçlu” hissettim! Fiili “suç”a bakmak yerine, ille ve ısrarla “suçlu” aranmaya başlayan “aile” ortamını biraz rahatlatayım dedim! Sorunlarımı aile içinde çözemediğim için “aile sırlarını” ifşa etmek zorunda kaldım.

Genç meslektaşlar buna biraz bozulacaklar, “kurum şovenizmi” (çok aydınlatıcı olduğu için Yücel Erten’den arakladım) yapıyorlar epeydir, her eleştiri yapana “şu kadar da oyun oynadık, pek şahane oynadık” diyerek cevap veriyorlar ya, nicedir iş yapmayan,”CHP torpilli” (yüzüme karşı böyle söylediniz!) 25 yıllık bir Şehir Tiyatrosu sanatçısı olarak “suç”u üstlenmeye karar verdim! Bunlar hep “CeHaPe” zihniyeti” yüzünden biliyor musunuz. Bu CeHaPe “ülkeyi idare edemiyor” ama Şehir Tiyatroları’na bana özel “torpil” yapabiliyor! Nasıl bir “torpil”se artık 25 yıldır bir sanatçıyı ayakta tutabiliyor! Yaratıcılığımı “CeHaPe zihniyetinden” aldığım kesin!

Erhan “abi”cim bilişim çağında yaşıyoruz, işler artık eskisi gibi yürümüyor! Atılan bir twiti Kanada’da yaşayan biri anında retweet ediyorsa, sır diye bir şey yoktur. Bolşoy Balesi dansçılarının sırları Türkiye’de konuşuluyorsa, “yalnız ve güzel” ülkemin her sorunu sosyal medyada tartışılıyorsa hangi “sır”dan söz ediyorsunuz? Hele bunu, sivil inisiyatif olarak kurulan, kurulduğu ilk yıllarda gerçekten muhalif olmuş, son birkaç yıldır da eh işte boyutunda “muhalif” kimliğini taşıyan bir meslek kuruluşu olan İŞTİSAN söylüyorsa daha da vahim! Aile sırlarının “servis” edilmesi lafları bir meslek kuruluşunun söylemine yakışmamış!

Her konuda fikir beyan edebiliriz lakin Şehir Tiyatrosu söz konusu olduğu zaman susmak erdemdir. Bunun haklı bir tarafını bana ispatlarsanız sonsuza kadar ağzımı kapatıp işime bakacağım. Tabii işimi yapabilirsem!

Sevgili “abi”m iyi niyetinizden kuşkum yok. Şehir Tiyatroları’na GSY (Genel Sanat Yönetmeni) olmanızla ilgili ön yargım da olmadı. Siz de bana ön yargıyla yaklaşmazsanız sevinirim. Derdim gidip gitmemeniz değil, zaten iki yılda bir yapılan sanat yönetimi değişikliğinden hiç memnun değilim. Ama siz de keşke bunları yapmasaydınız Erhan “abi”cim! Keşke daha adaletli davransaydınız, sadece kendinize yakın gördüklerinizi değil, bütün kurum çalışanlarını koruyup kollasaydınız. Hiçbir GSY (Genel Sanat Yönetmeni), sanatçıya, mesleğini küçük düşürmediği sürece ön yargılı yaklaşmamalı. “Abi”lerin tarafsızlığı sadece sevdikleri için değil herkes için geçerlidir.

Hani “memnun olmadıkları ne var?” demişsiniz ya, şayet dinlerseniz memnun olmadığım şeyleri ve sorunları anlatacağım. Yazdığım dilekçeye mantıklı cevap alamadım, makamınızda yaptığım karşılıklı görüşmelerde sorunlara çözüm bulamadığım için size mektup yazmaya karar verdim.

Öncelikle bir kardeşiniz olarak, çevrenizde sürekli sizi pohpohlayan insanlardan uzak durmanızı, sesini duyurmaya çalışanların sesine kulak vermenizi, eleştirileri hoş görüyle karşılayarak işe başlamanızı öneririm. Tiyatronun hiçbir kreatif alanında durmayan, elinde çantayla dolaşıp bilgi toplamaktan başka hiçbir iş yapmayan bir insanın elini hiç tutmayın, bu tür insanların bir gün sizin hakkınızda da bilgi toplayacağından kuşkunuz olmasın. Şehir Tiyatroları bir kamu kuruluşu, kamunun herhangi bir kurumu gibi iç işleyişi hakkında doğru ya da yanlış konuşulabilir. “Sır” argümanı çok eski ve de çok komik; bu tarz bir söylemden uzak durun lütfen. “40 yıllık sanatçı” olmakla övünmeyi anlıyorum, siz de 25 yıllık sanatçı olarak beni anlayın lütfen. Aradaki 15 yılı anlayışınızla kapatabilirim belki! Sizin kadar benim de kurumum Şehir Tiyatroları. Sanatsal hamlığımın pişmesine yardımcı olan okul. Sizin yardımcılarınız kadar emeğim var bu kuruma. Yardımcılarınız ne kadar yönetmense ben de o kadar yönetmenim. Bu nedenledir ki önerdiğim projeler de değerlidir.

Sorularıma geçeyim izninizle;

1- Göreve gelir gelmez bir önceki yönetim döneminde gönül bağı kurarak provasına başladığım, emek harcadığım Memet Baydur’un “Kadın İstasyonu” adlı oyununu neden kaldırdınız? Oyunun dekoru, kostümü, müziği, bütün hazırlıkları yapıldığı halde oynatmamakta neden direndiniz? Kamunun malı yok yere çöpe atıldı dersem ayıp mı etmiş olacağım bu durumda? “Kadın İstasyonu” oyununu belediye baskısıyla mı kaldırdınız, yoksa siz mi uygun görmediniz? Uygun görmediğiniz oyuna, “Memet Baydur’un en kötü oyunlarından biri” demeniz can sıkıcı değil mi? Neredeyse her gün bir kadın cinayetinin işlendiği, kadına şiddetin olağan sayıldığı bir dönemde, kadın sorunlarının tartışıldığı bir oyun, Memet Baydur gibi özel bir yazar tarafından yazılmışsa, ne kadar “kötü” olabilir ki? İzin verseydiniz de oyun sahneye çıksaydı, “kötü” olup olmadığına seyirci karar verseydi. Hani seyirci görüşünü önemsiyorsunuz ya, o manada söyledim! Dilekçeme, oyundaki “ekleme-çıkarmaların yazara karşı haksızlık olduğu” düşüncenizi dramaturg Hatice Yurtduru’ya sordunuz mu, size ne cevap verdi? Düşüncenizi oyunun yönetmeni Ersin Umulu ile paylaştınız mı? 40 yıl olmasa da hepimiz bu kurumda uzun yıllardır çalışan, proje üreten sanatçılarız, konuyu bizimle yüz yüze görüşmemenizin altında siz olsaydınız bir art niyet aramaz mıydınız? “İstanbul Efendisi”, “Cibali Karakolu”, “Şark Dişçisi” ve daha birçok oyunda, hiç ekleme-çıkarma yapılmadı mı? Sözünü ettiğim oyun metinleri şu anda sahnelerimizde yazıldığı gibi mi oynanıyor? Eğer yazıldığı gibi oynanmıyorsa, değişiklik yapılmışsa “Kadın İstasyonu” oyununu niçin reddettiniz? Hagop Baronyan “Şark Dişçisi” oyunundaki değişikliklere yaşıyor olsaydı ne derdi acaba?

2- Oynamak üzere hazırlık yaptığım bir oyunun hokus pokus yoluyla yok edilmesinden incindiğimi, kırıldığımı söylememin bir sakıncası yoktur umarım. Ancak bütün olumsuz duygularımı bir kenara koyup yine de, ısrarla çalışmak üzere proje önermeye devam ettim. Sam Bobrick’in “Şansa Bak” adlı oyununu yönetmek üzere size teslim ettim. Göreve gelmenizin üzerinden dört ay geçti ama siz projelerim için dört dakikanızı bile ayırmadınız. Kaybettiğim zaman telafi edilemez. Makamınızda yaptığımız görüşmenin üzerinden bir ayı aşkın süre daha geçti. Hala olumlu ya da olumsuz cevap verme gereği duymadınız, neden? Israrla “öncelikle oyuncusun” demenizin altındaki asıl niyet nedir? “Kadın İstasyonu” oyununu kaldırmasaydınız ben zaten oyunculuk yapıyor olacaktım. Yanınıza yardımcı olarak aldığınız sanatçılara da “öncelikle oyuncu” olduklarını sık sık hatırlatıyor musunuz? Yönetmenlik yapmamam için gösterdiğiniz çabayı anlamak mümkün değil. 1995 yılından bu yana kurumda ve kurum dışında oyun yönetmiş biri olarak, tırnaklarımla kazarak elde ettiğim bu hakkımdan vazgeçeceğimi düşünmenizi düşünmek bile istemiyorum!

3- Kurumda arka arkaya oyun yöneten Engin Alkan’ın ve diğer iki yardımcınızın da resmi görev karşılığında “sanatçı” yazıyor. Yani oyuncu, kadrolu yönetmen değil hiçbiri, peki şimdi ne olacak? Onlar oyun yönetirken ben niye oturuyorum? Zevahiri kurtarmak için göstermelik kadın yönetmenler getiriliyor, kurum içindeki kadın çalıştırılmıyor. Yine belediye mi izin vermiyor? Merak ediyorum, “şunlar çalışsın, şunlar cezalandırılsın” listesi mi var elinizde? Eğer “ben istemiyorum” diyorsanız daha da fena! Kimi, neye göre istemiyorsunuz? Yönetmenlik kriteriniz nedir? 25 yıl sonra, size yeniden kendimi ispat etmem mi gerekiyor? Yönetmenlik kriterlerinizi belirtirseniz, bugüne kadar yaptığım işleri size ve Yönetim Kurulu’na bir dosya olarak sunabilirim. Tepeden bakışınızla, “ben yaptım oldu” anlayışınızla birilerini mutlu edersiniz belki ama sessiz çoğunluk mutsuz olur. Yoksa yeni yönetmelikte sanatçıları mutsuz etme maddesi mi var? Yönetmeliği değiştirmek üzere “maraton” koşan, “biz bu yönetmelik olduğu sürece çalışmıyoruz” diyerek birkaç sene tiyatronun kapısından geçmeyen, kendi tiyatroları dışında oyun oynamayan yardımcılarınız ne oldu da daha düne kadar uğramadıkları tiyatroyu bugün “kurtarmaya” soyundular? Madem tiyatroyu kurtaracaklar, önce güdümlü yönetmeliği değiştirmek için çaba göstersinler! Arka arkaya oyun yönetmek, uyarlama yapmak, şarkı sözü yazmak, bestelemek, anonsları konuşmak, oyuncu seçmeleri yapmak oldukça yorucu, onların asıl işi “tiyatroyu kurtarmak”! Kendi tiyatrolarını kurdukları zaman bol bol vakitleri olacak ancak burası “Kamu Tiyatrosu”! Hülya’ya oyun yönettirmemek konusunda yemin etmek yerine, tiyatroyu “kurtarmak” için ettikleri yemini tutmalarını hatırlatırım!

4- Tiyatroda sansür yüzünden cümle çıkartılmışlığı, sahne kısaltılmışlığı vardır da sahnesi atıldığı için doğal olarak oyunla ilişkisi kalmayan oyuncu bir ilktir. Sansür konusunda kafası karışan herkes Betül Kızılok Bavli’nin oyunda oynayıp oynamadığına baksın! Sansür sizinle başlamadı, sizinle de bitmeyecek. Bundan beş yıl önceki sanat yönetmeni de “Kendi Gök Kubbemiz” ve “Yedi Tepeli Aşk” oyunlarına sansür uygulamıştır. Basın arşivlerinde (yerinde duruyorsa tabii) haberlere ulaşabilirsiniz. Belki o sıralar tiyatroda olup bitenle yeteri kadar ilgilenmemiş olabilirsiniz, sizi uyarmak istedim! Bazen seyirci tepkisi düşünülerek, bazen siyasi iktidar baskısı yüzünden sanatçıların kendine oto-sansür uyguladığı zamanlar olmuştur. Türkiye ne yazık ki bu ilkelliği aşamamıştır. Özel tiyatroda da, kurum tiyatrolarında da, (keşke olmasa) ama olur. Siz daha provaların başında, yönetmenin yaptığı işi beğenmeyip, oyundaki tadilatlar sırasında da bu sahneyi çıkarmak istemiş olabilirsiniz, eğer çıkarsaydınız (ki görev alanınız buna izin veriyor) adı oto-sansür olacaktı, kimse de bilmeyecekti, konu kendiliğinden kapanacaktı.  Ancak 25 kez sahnelendikten, galası yapıldıktan sonra oyundan bu sahneyi çıkartmanız sansürdür. Siz kabul etseniz de etmeseniz de bunun adına literatürde sansür denir. Hele ki oyunun başrol oyuncusu Zihni Göktay, sıcağı sıcağına basına (Radikal Gazetesi) sansürü doğrulayan bir demeç vermişse konu zaten spekülasyona açık bir duruma gelmiştir. Neyi kimden saklıyorsunuz, neden ille bir “suçlu” arıyorsunuz? 100 yıllık kurumun GSY olarak net bir açıklama yapsaydınız, konu uzayıp buralara gelmeyecekti, biz de “abi”mizin arkasında duracaktık. “Suçlu” aramanız boşuna! Türkiye sanatı derin bir McCarthy dönemi zaten yaşıyor, bari siz ateşe bir odun daha atmayın lütfen.

5- Eleştirilere net cevap vermek yerine, neredeyse sansürü onaylayan açıklamalar yapmaya başladınız. Herkese cevap yetiştirmek, suçlamak, kinayeli göndermeler yapmak, Muhsin Ertuğrul’un mirası, Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biri olan 100 yıllık Şehir Tiyatroları’nın Genel Sanat Yönetmeni’ne yakışıyor mu? “Kıskançlık” argümanı yeterince sığ! Nasıl bir kıskançlık ki, bugün sansür eleştirisi yapanlar, daha önce tiyatromuzda oynayan oyunları yere göğe sığdıramamış, beğenilerini açıkça yazmaktan çekinmemişler. Bir özel tiyatroyla seyirci tartışması yaşamak Şehir Tiyatroları’nın geleneğinde yok. Siz ki bu geleneği iyi bilirsiniz. Sıkıştığı noktada seyirci desteği isteyen, herkesi “göreve çağıran” tiyatronun sanatçıları (bir bölümü diyeyim) şimdi söz birliği etmişçesine sağa sola had bildirmeye başlamıştır. Beş yıl önce Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkılırken de böyle olmuştu. Hatırlamayanlara, unutkanlık sorunu olanlara, eylemlerde birdenbire azalan sanatçıları hatırlatmakta beis görmüyorum. Yanan mumların tortusu Kongre Merkezi’nin altında yeniden parlayacağı günü bekliyor!

6- Önceki GSY olan Hilmi Zafer Şahin, kendine şiddetle karşı çıkan, aleyhinde basına konuşan sanatçılara gözdağı verdi mi? Mail adreslerine ayar mailleri attı mı, “törpü”ledi mi? Her GSY kendi meşrebine göre sanatçıyı hizaya sokmak istemiştir elbette, yapmıştır da. Ancak sizin sevgi sarmalı mesajlarınızın, mutlu kahvaltı toplantılarınızın arkasından gelen ayar mesajlarınız, başkasını bilmem ama beni serseme çevirdi. Her seferinde dayak yemiş gibi oluyorum! 5 yıl önceki sanat yönetimi dönemindeki kadar yorgunum yine. Hiçbir Genel Sanat Yönetmeni çok sevilmedi, ya da bir kısım sevdi bir kısım sevmedi. Hepsinin aleyhinde şiddetli tartışmalar yaşandı, onların suçu neydi? Eminim siz de GSY olmadan önce birçok şeyden memnun değildiniz, sevmediğiniz oyunlarda oynamak istemediniz, tiyatroya uzun süre uğramadınız, şimdi ne oldu da “suçlu” avına çıktınız? Niçin “beni sevmeyen ölsün” mealinde açıklamalar yapıyorsunuz? Belki suç sizdedir ve arkadaşlarınızdadır, düşündünüz mü?

7- “Enkaz devraldık” demeçlerinizle, siz de diğer Genel Sanat Yönetmenleri’ne ayıp ediyorsunuz, siz de “aile sırlarını” deşifre ediyorsunuz! Israrla “Biz tiyatroyu kurtarmaya geldik” cümlesi kurmanız bu tiyatroda zaten ciddi sorunların olduğunun da bir göstergesi değil mi? Siz olmasaydınız belediye tiyatroyu mu kapatacaktı? Eğer tiyatro sayenizde kapanmadıysa, siz emekli olduktan sonra ne olacak, ne yapacağız? 100 yıllık bir kurum “sayenizde” kurtulduysa aslında dibe vurmasının vakti gelmiş demektir. Dibe vurmalı ki, yeniden, umutla yukarı çıksın. Belki o zaman iki yılda bir sanat yönetimi değişmez, belki o zaman idari yönetimden çok sanat yönetiminin hükmü geçer, belki o zaman, Türkiye gibi, diğer sanat kurumlarıyla birlikte Şehir Tiyatroları da aydınlığa ulaşır.

6- Özgür Efe Özyeşilpınar arkadaşımızın tiyatroya geri dönmesi için çalıştığınızı duydum, memnun oldum. Umarım başarırsınız! Önceki GSY H. Zafer Şahin’den Özgür’ün tiyatrodan atılmamasını rica etmiştim. Yalnız kalmanın kötü bir duygu olduğunu bildiğim için kendi çapımda destek olmuştum meslektaşıma. Bugün sorunu çözmeye çalışan yardımcılarınız arkadaşımız tiyatrodan atıldığı zaman da kurumdaydı, o zaman akıl edemediler mi! Kendi uzmanlık alanında değerlendirilmek istediğini dilekçe yoluyla ifade ettiği halde, “işe gelmiyor” gerekçesiyle sizden önce ki dönemde uyarı cezası bile verilmeden işten atılan Murat İpek için de aynı hassasiyeti gösterirsiniz umarım. Oyun yazan, yöneten, yeteneği olan bir meslektaşımız Murat, kurumun birçok alanında değerlendirilecekken işsiz kaldı. Kurumun kadrolu sanatçısı olan Eftal Gülbudak arkadaşımız annesine bakmakla yükümlü olduğunu belirterek bir süre için izin rica ettiği halde aynı duyarlılığı ona göstermediniz ve ücretsiz izin almak zorunda bıraktınız kendini. Aylardır cebine tek kuruş girmeden yaşamak durumunda kaldı. Ekmekle oynayanın ekmeği olmaz! Yıllardır kuruma ancak galalarda, özel gecelerde uğrayan, sosyal medyada kurumu öven mesajlar yazan, ama sıra oyun oynamaya gelince sırra kadem basan oyuncuları da ücretsiz izin almaya teşvik edecek misiniz? Eftal Gülbudak’ın haklı gerekçesine bile tahammül göstermeyen yardımcılarınızdan ikisinin birkaç yıl tiyatroya uğramadıklarını unutmayın lütfen! Fırsat eşitliği hepimiz için geçerli olmalı.

Bir sanatçı, kişiliğiyle, üretimiyle var olur; herhangi bir yönetime yakın durarak değil! Buna zorunlu da değilim. Bundan önce de kimseye yakın durmadım, masa arkadaşlığı yapmadım, bundan sonra da yapmayacağım. Ben sadece işimi yapacağım. GSY olarak haklı kararlarınızı saygıyla karşılar, beni mesleğimle cezalandıran her kim olursa karşısına dikilirim.

7- Tiyatro arşivinin önemli bir bölümünün kayıp olması sansür kadar vahimdir. En son hangi sanat yönetimi döneminde arşiv taranmış, ya da taşınmış, ne olmuş da tiyatronun değerli arşivinin önemli bir bölümü kayıplara karışmış, sahaflarda bulunmuş? Göreviniz dedektiflik değil elbette, ama bunu araştırıp bulursanız tiyatroya çok büyük bir hizmet yapmış olursunuz. Sorumluluğu olanlar mutlaka ortaya çıkartılmalı! Uzmanlar, tiyatro hakkında yazıp çizen insanlar, sansürden daha vahim olan bu konunun peşini bırakmamalı.

“CeHaPe torpilli” sanatçının hediyesi de mektup oluyor maalesef! “Aile içi sırları” deşifre etmiş birine sizin de bir yeni yıl hediyeniz olacaktır mutlaka! Olsun, ben göze aldım. Bildiğim, sizinle ve sizden sonra da saygıyla, sevgiyle, özenle işimi yapmaya devam edeceğimdir. Şehir Tiyatroları’nın gelenek ve göreneğine az buçuk yetiştim, iyi olanları öğrendim, iyi görmediklerimden uzak durdum. “Kol kırılır yen içinde kalır” geleneği iyi bulmadığım bir söylem. Bu sözün söylendiği her ailede ciddi sorunlar yaşandığını düşünürüm.

Belki sizi gücendirdim, kızdırdım ama buna mecbur bırakıldım! Öyle hışımla “suçlu” avına çıktınız ki, konuyla alakam olmadığı halde “suçlu benim” demek istedim. Şimdi benim gibi düşünen diğer sanatçıların da “biz de suçluyuz” diyerek ayağa kalkmaları ne güzel olurdu, ama boşuna hayal kuruyorum; bu ancak bir film sahnesi olabilir! Öyle her şey yolunda gitmiyor Erhan “Abi”cim!

Sevgiler… Saygılar…

Hülya Karakaş

Paylaş.

Yanıtla