On Soruda Mem û Zîn Davası

Pinterest LinkedIn Tumblr +

dtcumaboynukaraVan Devlet Tiyatrosu tarafından 2012-2013 yılında sahnelenen Mem û Zîn adlı tiyatro oyununun yazarı Cuma Boynukara’nın, oyunun anlam ve kurgusal bütünlüğünü bozacak şekilde değiştirildiğini belirterek 16 Kasım 2012 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü hakkında İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nde açtığı dava karara bağlandı. İki buçuk yıl süren dava hakkında Cuma Boynukara on soruda süreci özetledi.

“Mem İle Zîn” mahkemelik oldu. Ancak bu kez yıllardır alıştığımız üzere, bir Kürt destanı olduğu için değil de bambaşka bir nedenden ötürü yargıyla yüz yüze geldi.
Öncelikle oyunumun devlet tiyatrolarıyla ilişkisine bakmamız gerekiyor. Sanırım 1997 yılı olmalı, Mem İle Zîn oyunum devlet tiyatroları edebi kurulunca reddedildi.

Neden?
Devlet tiyatroları edebi kurulu ret edişini gerekçelendirmek zahmetine bir türlü katlanmadı, biz yazarlara bir resmi yazı gönderiyorlar, yazının içeriği şöyledir: Oyununuz reddedildi.

Oyun nasıl oldu da repertuara alındı?
2009 yılıydı. Oyunumla (daha önce reddedilen metinde hiçbir değişiklik yapmadan) yeniden başvuruda bulundum. Hikmetinden sual olunmaz bir şekilde, bu kez kabul edildi. Haliyle niçin reddedildiğini bilmediğim gibi, kabul edilme gerekçelerini de bilmiyorum.

Evrensel ölçekte bir Kürt destanını tiyatroya taşıdığınızı, Türkiye’nin en önemli tiyatro kurumunun bunu reddettiğini, kabul ederken de bir gerekçe göstermediğini söylüyorsunuz öyle mi?
Maalesef hep böyle, sadece bu oyuna özgü olan bir şey değil. Birçok oyun yazarımız bunu yaşamıştır.

Uzun bir dönemden sonra Devlet Tiyatroları, oyunun oynanmasına karar verdi. Ancak bildiğim kadarıyla oyunun serüveni bundan ibaret değil. Mem İle Zin’in sahne geçmişini biraz daha geniş konuşabilir miyiz?
Oyun 1994’te tamamlandı. İlk olarak aynı yıl Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda Veysel Öngören’in rejisiyle sahnelendi. Sahnelenmesinin ardından Mem ile Zîn, Van’da olağanüstü hal tarafından yasaklandı. Tuhaflığa bakın ki aynı oyun daha sonraki yıllarda, Semaver Kumpanya topluluğu tarafından 2004 yılında Işıl Kasapoğlu ve Bülent Emin Yarar’ın ortak rejileriyle sahnelendi. Bu yapım ulusal ve uluslararası festivallerde seyircisiyle buluştu. Birçok ödül aldı.

devlet_tiyatrolari_dava_edildi_h36862Fakat Van’da bu oyunla açılan perde mahkemede kapandı. Bu nasıl oldu?
Bu süreç, nasıl başlasam, oyunumun Devlet Tiyatroları tarafından oynanacağını -sadece bu oyuna özgü Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda- o dönemin sayın genel müdürünün basın açıklamasından öğrendim. Haliyle sevindim. O dönem sezonda oynayacak oyunların genel basın açıklaması Ankara’da yapılmıştı. Oyunuma gösterilen bu özen haliyle oyunumun ayrıcalıklı olduğunun da göstergesiydi. Oyun Van Devlet Tiyatrosu’nda provalara başladı. Oyunla ilgili sorabilecekleri sorulara yardımcı olacağımı söyledim. Kolaylıklar diledim. Ancak Van’da oyunun perde demesine on gün kala meydana gelen deprem oyunun da ertelenmesine neden oldu. Daha sonraları, 2012 tiyatro sezonunda oyun sezonun açılış oyunu olarak duyuruldu. Van’da oyunumu seyre gittim. Oyunuma uygulanan sansüre bizzat tanıklık ederek ki bunlar kayıtlarda mevcut, içim cız ederek seyrettim. Oyun sonrası Van Devlet Tiyatrosu müdürü ve oyunun rejisörüne sıkıntılarımı ilettim. Yanıt: Dilekçe yaz, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’ne git. Gittim. Başrejisör ve genel müdüre sıkıntımı ilettim. Dönemin Devlet Tiyatroları Genel Müdürü’nden aldığım yanıt şaşırtıcıydı. “Siz Newroz diyorsunuz, biz Nevruz diyoruz sıkıntı o mu?” Bende sadece o değil. Sohbetimiz tiyatro dışıydı. Konuşmalar havada uçuşuyordu. Beklentim bir tiyatro adamı olarak oyunumdaki sıkıntıların not alınması ve anlaşılmasıydı. Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Oyunuma bir de Türkmen düğünü eklemişlerdi. Hani derler ya tüy de dikmişler miydi? İşte öyle. Benim oyunuma hem makas atılmış hem de ekleme yapılmıştı. Bu da mahkemede kendi ifadelerinde mevcuttur. Oyunu kabul eden Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu burada sessizdi. Çünkü bu durum Edebi Kurulu da yok saymaktı. Hal böyle olunca mahkemeden başka bir yol kalmadı. Sancılı bir süreç başladı. Yazdığım oyun eklemelerle yoğrulmuş olarak karşımdaydı.

Yargı, sizin hem sansüre hem de oyununa yapılmış eklemelere karşı çıkışını haklı buldu. Davayı kazandınız. Yargı sürecini biraz daha açar mısınız?
Üç yıl kadar süren bir zamandan bahsediyoruz. Sonuçta beni sevindirdiği kadar üzdü de. Sonuçta bu bizim tiyatromuz. Defalarca derdimi, oyunumun yaşadığı sıkıntıları anlatmama rağmen bir türlü kaale alınmamak kötü. Lütfedip devlet tiyatrolarına yazdığım elden teslim ettiğim dilekçeme cevap bile verilmedi. Bir de bu süreçte duygusallığa kapılıp Türkiye’nin en köklü sanat kurumlarının başını çeken tiyatroya zarar vermemek dikkat gerektiriyordu. Umarım bundan sonra Devlet Tiyatroları yazarına dış kapının mandalı muamelesi yapmaz. Yazarın da bu ülkenin bu kurumun bir ferdi olduğunu unutmaz. Şimdi böyle bir dava daha önce yaşanmamış. Bu bir ilk. Emsal niteliğine sahip. Bu dönemi Avukatım Şahin Doğan iyi yürüttü. Sabırla. Oyun bir sezon oynadıktan sonra ancak mahkemeden oyunun durdurulması kararı çıktı. İtirazlar oldu. Yargıtay kararı oybirliğiyle onadı. Bilirkişilere gönderildi, Devlet Tiyatroları itiraz etti, yeniden gönderildi, bütün verilerin toplanması iki buçuk yıl sürdü. Şimdi de İstanbul 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi kararını açıkladı. Mahkeme, “Mem İle Zîn” adlı eser ile sahnedeki “Mem İle Zin” arasında farklar vardır. Oyunun adı, “Mem İle Zîn” ile yerine “Mem İle Zin” olarak değişmiştir. “Δ, “İ” arasındaki fark oyunun sahnelendiği coğrafya itibariyle bakıldığında dilsel ve kültürel açıdan önemli bir yarıntı ve değişimdir. Yazarın oyununda, “Newroz” olarak kullandığı bayramın sahnede “Nevruz’a” dönüşümü yazarın politik duruşu ve referans çerçevesi düşünüldüğünde yazarı ve sosyal çevresini itibar açısından etkileme gücüne sahiptir. Bahse konu diğer farklılıklar (ifade farkları, metin atlamaları, sahne sıra değişiklikleri.) Eser sahibi ile bir telif sözleşmesinin ve iznin de olmadığı göz önüne alındığında prestij ve itibar açışından yazarı etkileme potansiyeline sahiptir…” şeklindeki bilirkişi raporunu dikkate alarak, “63 bin 600 TL maddi, 15 bin TL manevi tazminatın 02.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek olan reeskont faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” diyerek açılan davayı dün karara bağladı. Benim istemlerimi haklı ve yerinde buldu. Kısacası karar, bir oyun metnine saygıyla yaklaşmayı öğütlüyor.

Mem ile Zîn’in tarihinden ve sizin destana bir tiyatrocu olarak yaklaşımınızı anlatır mısınız?
Mem ile Zîn oyunu, kâdim bir Kürt destanı olan Memê Alan’a dayanır. Destan, Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinin kucaklaştığı topraklar üzerinde, birbirine ulanan dillerin kıyısında, yüzyıllar boyunca bir halk söylencesi olarak kendi dilinde dolaşmış, 17. yüzyılın sonlarında Hakkârili Şeyh Ehmed-ê Xani tarafından, Mem û Zîn adıyla kaleme alınmıştır.
Anılan dönemde Nûbara Biçûkan (Çocukların Baharı) ile Kurmanci alfabesini de kaydeden Şeyh Ehmed-ê Xani’yi Mem û Zîn’i yazmak için harekete geçiren düşünce ise, bütün kavimlerin ana dillerinde çok sayıda yazılı metin olduğu bilgisidir. Bu bilgi Xani’de Kürtlerin de edebi eserlerini zenginleştirme isteği yaratmıştır. Ciddi bir medrese eğitimi almış olan Şeyh Ehmed-ê Xani, Kürt dilinin Kurmanci lehçesini bir edebi eserle kayda geçirmiş, hem dilin hem de söylencenin yüzyılları aşmasını sağlamıştır. Bu emek, bir dilin varlığını ve devamlılığını aşk hikâyesiyle oluşturmanın ta kendisidir. Bunun için dağınık yaşayan Kürt aşiretlerine özgü söylen formlarının ortak temalarını barındıran Memê Alan’ı temel alarak Mem-û Zîn’i yazan Şeyh Ehmed-ê Xani, böylelikle dil anlamında dağınıklığın giderilmesine katkıda bulunmuş, bir ortaklaşma önerisi getirmiştir aynı zamanda.

Nasıl bir tiyatro oyunu? Ne gibi mesajları var?
Bu destanın taşıdığı özü dramatik bir kurgu ile yeniden inşa etmek, çok sancılı bir çalışma süreciydi. Bu anlamda bu sürecin zorluğu için birçok sebep sıralanabilir: Her şeyden önce bu destan ezbere biliniyor. Salt bu bile yeterli bir kaygı nedenidir. Mem ile Zîn’i çalışırken, yüzyıllardır birlikte yaşayan dillerin, kültürlerin, yani insanlığın ortak bir değeri olması hep göz önündeydi. Otuzdan fazla ana dilin yaşadığı coğrafyamızda, barışa adanmış bu oyun, içeriğiyle de barışı şart koşarken, iktidarın baskısına direnen ve giderek toplumsal direnişe dönüşen bir aşkı konu edinir. Barış ortamının can damarı olan değerlerin çiğnenmesi üzerine kurulu bir dünya düzeninin, felaketler yaratmak dışında hiçbir şeyi başaramayacağını gösterir.
İktidarın zaafı ve aşkın aklı üzerine bir oyun: Mem ile Zîn. Mem ile Zîn’de iktidar, bir aşkın iradesini saf dışı etmeye çalışır. İktidar, aşkın karşısında bir güç olarak yer alır. Aşk yok sayılır, engellenir. Doğanın ve insanlığın desteğini almış olan aşk, toplumsal bir direnişe dönüşerek iktidarı yok sayar ve iktidar ağır bir yenilgiye uğrar. Mem ile Zîn oyununda iktidar, Mir Zeydin’dir. Ancak oyunun ilerleyişinde iktidar, Mir Zeydin’in hükmünden çıkarak Bey’in Beyliği sürdükçe onun gücüyle beslenecek ve bu güçten faydalanacak olan Beko’nun eline geçer. Başlangıçta Mir Zeydin’in bütün derdi, beyler arasındaki düşmanlıkların giderilmesi, parçalanmış bir kavmin bir araya gelmesiyken, fırsatçının boyunduruğuna giren Mir’lik içinde parçalanma çoğalır.
Bir iktidarın varlığı, ancak bazı ağır sorumlulukları yerine getirerek devam edebilir. Bu sorumluluklar; husumetleri gidermek, ayrımcılık yapmamak, insani değerleri ve barışı korumak, sorunların üstesinden gelmek, eşitliği sağlamak ve adaletli olmaktır. İktidarı temsil eden Mir Zeydin, bu sorumluluklarını kararlılıkla yerine getirmeye çalışırken düzen bozulur. Oysa Tajdin’le Sıti’nin beraberliğinin onaylanmasıyla iktidar daha da güçlenmiş, sorunlar aşılmaya başlanmıştır bile. Mem ile Zîn’in aşkı yok sayılmasa huzur tamamen inşa edilecektir.
Tajdin’le Sıti’nin beraberliğini onaylayan iktidar, Mem ile Zîn’in aşklarını yok sayar. Bu insani değer kendi varlığını kararlılıkla sürdürür, engel sadece fizikseldir. ‘Mem ile Zîn’in aşklarının iktidarı tehdit eden bir yanı yoktur.’ diyebilirdik; ama iktidarın diğer parçaları işe karışmamış olsaydı… Tabiatın ve insanlığın onayladığı bu aşk; iktidarı değil, iktidarın asalağı olanları ve iktidarın içi boşalmış varlık değerlerini tehdit eder. İktidarın zaafı, dalkavuk ve asalaklarından bir türlü vazgeçemeyen yapısıdır. İktidarın asalağı olan Beko, Mem ile Zîn’in aşkını Bey’e “tehdit” ve “tehlike” içeren bir dolantıyla açıklayınca Bey; bu birlikteliği adına ve onuruna bir saldırıymış gibi algılar tuzağa düşer. Aslında iyiliği seçebilecek olan iktidarı ve aşk’ı tehdit eden “şey”, beyliğin yumuşak karnı olan “Beko”dan başka biri değildir. İktidar, artık sorumluluklarını unutmuş, özgür iradesini kaybetmiş, asalağın kölesi durumuna gelmiştir. Hâkimiyetini ve varlığını artık baskı ve zulümle gerçekleştirmektedir. Halk sıkıntılıdır, sorunlar büyür, barış ortamı yerini savaş hazırlıklarına bırakır.
Mem ile Zîn, beden ölümünün eşiğine gelmişlerdir ki işte tam bu karmaşa ortamında aşkın aklı ve iradesi yeni değerler üretir. Bu değerlerden biri, toplumsal bir direnişin başlaması, bir diğeri ise Mem ile Zîn’in aşklarının tasavvufi bir mertebe kazanmasıdır. Gençler, bedensel ve dünyevi olanı aşarak kavuşmalarını çoktan gerçekleştirmişlerdir.
Toplumsal direniş ve bu direnişin başını çeken Tajdin açısından, savaş son ana kadar bir seçenek olmayacaktır. Çünkü savaşın, çaresizliğin başlangıcı olduğunun farkındadır. Bunun bir felaket olacağının bilincindedirler. Elçiler gider, görüşmeler yapılır. İktidarı ve efendisini ele geçirmiş olan Beko, can korkusu ile bir anlamda Mir Zeydin’e Beyliği’ni geri verir. Beko yaptıklarının karşılığını hayatıyla öder. Körleşmeden kendini kurtaran Mir Zeydin, yaptıklarına pişman olur ama iş işten geçmiştir. İktidarın zaafları yüzünden, hayatlar yitirilmiş, acılar yaşanmıştır.
Mir Zeydin, Beko’nun cesedinin gömülmemesini emreder. Oysa aşkın aklı, yine insani bir kararla, bunca felakete yol açan bir kişinin cesedinin bile, topraksız kalmasına razı olmaz. Beko gömülür.
Mem ile Zîn oyununda iktidarın ve aşkın aklı sınanır. İktidar zaaflıdır, zaaflarına teslim olur. Aşkın aklı ise teslimiyetçi değil, yaratıcıdır. Yeni değerler üretecek kadar güçlüdür. Aşk insandan, iktidar ölümden yanadır. Toplumsal direniş, bozulan adaleti, aşk adına gerçekleştirir.

Son olarak mahkemenin vermiş olduğu karar konusunda ne söyleyeceksiniz?
Umarım bundan sonra, Devlet Tiyatroları’nda bu karar dikkate alınır. Bu sancılı süreç bir başka yazar arkadaşımıza yaşatılmayarak eserlerinde değişiklik yapılmaz.

Paylaş.

Yanıtla