Şule Ateş
Kemal Aydoğan, Oyun Atölyesi’nde başladığı, her yıl bir Shakespeare sahneleme alışkanlığına, geçen sezon başı açılan Moda Sahnesi’nde de devam ederek, tiyatronun açılışını Hamlet ile yapmıştı. Özellikle Onur Ünsal’ın oyunculuğu ile çok konuşulan ‘Hamlet, bu sezon içinde de sergilenmeye devam ediyor.
Sahne grisine dizilmiş, ayakta duran yedi kara tabut, tabutların her birinin üzerinde birer sarı kask… Bu tabutlar, oyun kişilerinin kişisel mekânları, odaları, yaşam alanları… Oyun boyunca bu ‘odacıklarda’ oturuyor, sahne sıralarının gelmesini bekliyorlar. ‘Sahnesi’ gelen, odasından ya da ‘tabutundan’ çıkıyor, rolünü oynuyor ve habitatına geri dönüyor.
Gösterge çok açık… Kask görünce artık aklımıza Gezi ve Çapulcular geliyor. Fakat aslında, bu kasklar, Soma’dan sonra yerleştirilmiş tabutların üzerine. Yani aynı zamanda, Soma’da kaybettiğimiz madencilere gönderme yapıyorlar. Böylece oyun oynanmaya başladıktan sonra, gösterge kendi anlamını katlamış; Gezi Direnişi’nde kaybettiğimiz yedi genci simgeleyen tabutlar, Soma sonrası eklenen baretlerle, Soma da kaybettiğimiz madencileri de simgeler hale gelmiş.
Tabutların arkasında bir pankart asılı… Pankartta, Hamlet’in ünlü cümlesi, ”yer bildirimi” değiştirilerek kullanılmış: ”Bu ülkede çürümüş bir şeyler var”.
Bir şeylerin (birçok şeyin) çürüdüğü bir ülkede, tabut evlerde yaşayan, aslında yaşıyormuş gibi görünen bir takım insanımsılar… Bir çeşit vampirler ya da yaşayan ölüler… Sanki “Game of Thrones” dizisinin ‘ak gezenleri’, Duvar’ı aşmışlar, Güney’e kadar inip, Kral’ın Şehri’nde hüküm sürmeye başlamışlar.
Bu ‘yaşayan ölüler’, işinde gücündeler… Çıkarlarının, hazzın ya da gününü gün etmenin peşindeler… Anlamlı bir şeyler için uğraşıyor, onurlu hedefleri kovalıyor, bir amaç peşinde çabalıyor ‘gibi’ler. İyi, düşünceli, anlayışlı, gururlu, sevgi dolu ‘gibi’ler… Fakat sadece ‘gibi’ler. O kadar seyreltilmiş bir varoluşları var ki ne dokunmak ne de ulaşmak mümkün. Her şeyleri sahte ve yüzeysel…
Kemal Aydoğan’ın ‘Hamlet’ yorumunda, Hamlet dışında, oyun kişilerinin hiç bir derinliği yok. Çünkü onlar sadece insanları taklit eden ölüler ve gerçek bir ruha sahip değiller. Don Siegel’in 1956 tarihli, ‘Merihliler Geliyor” (Invasion of the Body Snatchers) filminde olduğu gibi, bir gece uyuyup kalmışsınız ve bitkisel uzaylılar insan bedenlerine sızmış, insanları ele geçirmişler sanki. Sahnesi gelen, tabutundan çıkıyor ve öğrenilmiş rolünü oynuyor. Gertrude anne ‘gibi’ davranmayı oynuyor mesela. Oğlunu seven, iyiliğini isteyen bir annenin söyleyebileceği her şeyi söylüyor, bütün doğru cümleleri kuruyor Hamlet’e. Ama repliği biten (Merihli) rol kişisi Gertrude ‘duruyor’ ve oyuncu (Esra Kızıldoğan) karakterini alıp tabutuna dönüyor. Kemal Aydoğan’ın Shakespeare rejilerinde hep kullandığı ‘göstermeci’ biçim, oyunun yorumuyla bire bir örtüşüyor böylece.
Bir şeylerin epeyce bir çürümüş olduğu, Hamlet’in bu uzak ülkesinde, %50 ya da onun üzerindeki bir çoğunluk aynen bu şekilde var olduğu için; üç çocuklu ailelerde doğuyorsun, okullarda okuyorsun, münasip bir eş bulup evleniyor, üç çocuk sahibi oluyor, sahte Boğaz manzaralı bir siteden mutlaka ev alıyor, mümkünse bir yazlık ediniyor, tv deki yemek ve evlilik programlarını çoluk çocuk izliyor, haftada bir en yeni ve en moda AVM’yi konu komşu birlikte tavaf ediyor, dokuz ay taksitle alınan her ‘ürün’, akşam, İKEA’dan döşenmiş evin salonunda, tv ye dönük sıralanmış koltuklara oturularak, bir birine gösteriliyor ve akşam yemeğine başlamadan evvel üç kez, ‘satın alıyorum demek ki varım ve mutluyum, âmin”’ deniliyor.
Herkes aynı olduğu için de kimse durumu yadırgamıyor, kimse ne kendisini ne de karşısındakini sahte bulmuyor. O yüzden Gertrude, sevgili oğlu Hamlet’i, kurduğu şefkatli cümlelerle neden bir türlü sakinleştiremediğini ve Hamlet’in mutsuzluğunun nedenini hiç anlayamıyor. Hamlet yukarıda sayılan her şeye sahip çünkü. Ne isterse yapabilir, ne isterse alabilir… Gerçek dışında…
Kemal Aydoğan’ın yorumunda Hamlet, ‘Merihliler Geliyor’ filminin, uyumayı reddeden ve insan kalmayı beceren karakteri gibi. İnsanın ‘aslında’ ne olduğunu hatırlayan bir tek o kalmış. ‘Gerçeği’ anlatmaya, göstermeye çalışıyor ama kimse artık o gerçekle ilgilenmiyor. Hamlet, her türlü yüzeyselliği, ikiyüzlülüğü, çıkar ilişkisini, pespayeliği görüyor ve insana ait olan bütün değerleri hatırlıyor, biliyor. ”Bu kabul edilemez!” diye bağırıyor. Bu yanlış! Bu yasal değil! Bu cinayet!’ Fakat muhatap bulamıyor, kimseye derdini anlatamıyor. Yaşayan ölüler ülkesinde tek yaşayan o kalmış.
Hakiki sanılanın, hakiki olmadığını gördüğü ve bildiği için sürekli ‘oyun’ oynuyor Hamlet. Oğuz Atay’ın, dünyanın can yakıcı gerçekleriyle, ‘oyun’a başvurarak baş etme yolunu seçen karakterleri gibi, oyuna kaçıyor, oyuna sığınıyor. Giderek oyunu ve mizahı, bir ‘direniş’e dönüştürüyor Hamlet.
Hamlet’i oynayan ve metni Emre Adıyaman’la birlikte yeniden çeviren, Onur Ünsal, bir söyleşi’de şöyle demiş: ”Gezi Parkı’nda üretilen o sarkastik dil aslında Hamlet’in dili. Shakespeare’in neredeyse 450 – 500 yıl önce önerdiği dil bu. (…) İktidarla mücadele etmenin başka bir yöntemi, başka bir aklı var. Bu aklı üreten bir adam Hamlet.”
Pek çok Hamlet yorumunda, çağımızın edilgen, eyleme geçemeyen entelektüeli olarak yorumlanan ve kullandığı sarkastik dilin, bu eylemsizliğin dışa vurumu olduğu düşünülen Hamlet karakterinin eylemsizliğinin, bu yorumda, bir ‘eylem biçimi’ olarak yorumlandığını görüyoruz. Hamlet, iktidarla aynı dili ve yöntemleri kullanmayı reddediyor. O nedenle iktidarın net, buyurgan, ben bilirimci şiddet diline, bilinçli bir tercih olarak, hedefi belirsiz, sarkastik bir dil ve eylemlerle karşılık veriyor.
Kemal Aydoğan ve ekibi, Hamlet’in sarkastik dilinin, iktidarla mücadele edebilmenin tek gerçek yöntemi olacağını düşünmüşler ve oyunu bu yorum üzerine oturtmuşlar. İktidarla aynı dili konuşarak, aynı anlam dizgelerini kullanarak ‘başka bir dünya mümkün kılınamaz’, yeni bir dil üretmeliyiz” demek istemişler. Çok doğru söylemişler. Fakat bizler gibi, Hamlet ekibi de bu ‘yeni dil’in ne olduğunu tam olarak bilemiyor elbette. O nedenle Hamlet henüz, iktidarın dilini kırmakla yetiniyor. Alay ederek, kelime oyunları yaparak, işi deliliğe vurarak, sistemin ‘gerçeği’ haline dönüşmüş bu kör çılgınlığı görünür kılıyor ve sisteme geri yansıtıyor.
Hamlet ekibi, Shakespeare’in güncel ve politik dilini bu gün yeniden üretebilmek için, metni yeniden çevirmiş, bu günün bilgisi ve ruhuyla, Shakespeare’i yeniden okumuşlar. Son derece güncel, günümüzle ve sokakla paralel bir metin oluşturmuşlar. Shakespeare’i Akademinin tozlu raflarından indirip, gerçek mekânı olan sokağa teslim etmişler. Hamlet, bu günün diliyle, hatta bu günün Türkiyeli genç insanlarının diliyle, o genç insanlara konuşuyor. Salonun çok genç bir seyirciyle dolu oluşu ise, hedefe ulaştıklarını gösteriyor.
Her ne kadar Onur Ünsal oyunculuğuyla öne çıksa da, biraz da ‘yorum’ gereği böyle olmuş gibi görünüyor. Oyun, ‘takım oyunculuğu’ ile oynanıyor. Bu özellik, 80 sonrası profesyonel tiyatromuzda görmeye neredeyse hiç alışık olmadığımız bir yaklaşım. (Performans Sahnesi’ni ayrı tutuyorum.) Zaten aslında Moda Sahnesi, 12 kişilik bir ‘takım’ tarafından, kolektif bir anlayışla yönetilen profesyonel bir işletme. Yani 50 – 60 yıldır kullanılan tabirle bir ‘özel tiyatro’ ama… Bu ‘ama’nın devamında, ana akım tiyatro yapılanmamızın geçirmekte olduğu değişime dair bir yazı var. Devamı gelecek sayıda…
Bu yazı İstanbulartnews’in Eylül 2014 sayısında yayımlanmıştır.