TÜSAK yasa tasarısına karşı tavrıyla bilinen Devlet Opera Balesi Genel Müdürü Rengim Gökmen’in görevden alınıp yerine ünlü opera bestecisi Selman Ada’nın getirilmesi sanat dünyasında şaşkınlık yarattı. Çünkü Selman Ada, TÜSAK yasa tasarısına Gökmen’den bile daha sert karşı çıkıyordu. Ada’nın TÜSAK’ı eleştirdiği yazısı dün tuhaf biçimde bazı internet sitelerinden kaldırıldı. İşte, Ada’nın TÜSAK’ı Anayasa’ya aykırı ilan ettiği “Bu nasıl yasa!” başlıklı o yazısı…
BU NASIL BİR YASA!
Selman Ada
Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuş, 1924’te çağdaş tiyatro, opera, bale eğitimi alanlarında ilk adımlar atılmıştır. Atatürk , muasır medeniyet seviyesine bütün alanlarda ulaşmanın yol haritasını hiç beklemeden işin başında çizmiştir. Memlekette tiyatro, opera ve bale sanatının mutlaka hayat bulması Türk halkının yeniden doğmasına en büyük hizmetlerden birini sunacaktır elbette.
İnsan, karnı doyup, ısındığı andan itibaren bedii ihtiyacı başlar. Bunu sanatla beslemesi gerekir. İnsanın sanatsız yetişmesi toplumu karanlıklara iter zira. Bedii ihtiyaç insanın hayat damarlarından biridir. “Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir”. Bu gerçek, eski Mısır’da, Türklerde, Antik Yunan’da, rönesansta, aydınlanma çağında ve günümüzde de değişmeyen temel esastır.
Sanattan nasibini alamayan bireyler gelişemez, güdük kalır. Estetiği ıskaladığı için evi çirkin olur mesela. Duvarında nitelikli bir tablo olmaz mesela. Heykel, evinin bahçesine bile giremez mesela. Evrensel müzik algısı olmaz, değersiz ticarî müzikleri dinler mesela. Tiyatroyu hükûmet düşmanı, siyasî bir araç zanneder mesela. Edebiyatın insan algısını yükselttiğini düşünmez mesela.
Bedii ihtiyacını karşılayamayan insan, hayatın diğer alanlarında da şüphesiz eksik kalır. Beynin algı ve düşünme işlevinde bedii altyapı gelişmediğinde ışıksız bir dünyaya mahkûmiyet başgösterir. Güzelliğin kriterlerine sahip olamayan bu insanımsı varlık sanatı anlayamadığı gibi sanatçıyı da için için kıskanır tabiatiyle. Elbette herkes sanatçı olamaz. Ama insan olmanın temel özü sanatla beslenmektir. Sanatsız yaşamak, onu itelemek, hayatına sokmamak gibi davranışlar gelişmemişliğin en temel göstergesidir.
Demokratik esaslar insan özgürlüğünü temel alır. Sanat kurumları ülkelerin gelişmişlik seviyesini gösteren en önemli kriterdir. Bu kurumların demokratik ölçüler içinde el üstünde tutulması gerekir. Bunun için atılması gereken en öenmli adım kurumların “özerk” olarak yapılanması ve yönetilebilmesidir. Gelişmiş ülke anayasaları sanatı ve sanatçıyı destekler. T.C. Anayasası da 64. maddesi uyarınca sanatı ve sanatçıyı desteklemeyi devletin temel görevleri arasında sayar.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı Taslağı” adıyla hazırladığı çalışma aslında sanatın desteklenmesi değil, kösteklenmesi çalışmasıdır. Bu çalışma kazanılmış hakları geri almakta, sanatçının zaten iyice bozulmuş olan ekonomik seviyesini ayaklar altına almakta olduğu için Anayasa’nın 64. maddesine aykırıdır. Hiçbir hükûmet Anayasa’ya aykırı hareket edemez. Etmeye kalkışırsa adlî sorunlarla karşılaşır.
Tiyatrosuz, senfonisiz, operasız, balesiz toplumlar gelişmemiş ülke olunduğunun göstergesidir. Türkiye Cumhuriyeti bunu kaldıramaz. Cumhuriyet’imizin kazanımlarına baktığımızda dünya çapında başarılara imza atmış ve atmaya devam eden çok kıymetli kurumlara sahip olduğumuz ortadadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan çalışma, bu kurumların Devletle olan bağlarını tamamen koparmakta, tasviye etmektedir. Bu haliyle aslında tam bir kâbustur. Özerkleşmeyi öngörmemekte, Devletin korumasını ortadan kaldırmakta, İngiltere’den ithal edildiği iddia edilen 11 kişilik bir üst kurul önermekte, böylece sanat kurumlarını yok etmeyi öngörmektedir.
Bu yasa taslağı İngiliz sistemine ilk ağızda benziyor gibi görünse de Türkiye’de hazırlanan içeriği çok sakıncalıdır. İngiliz modelinde, hükûmet sanat kurumlarının üstünde bir erk olmayıp, işletilmesinde de söz sahibi değildir. Sadece“maddi destek” verir. Türkiye’de önerilen yasa taslağı ise tamamen sahne sanatlarını politize etmekte aynı zamanda “merkeziyetçi” bir zihniyet içermekte. Mesela “Arts Council of England” ACE, tamamen ademi merkeziyetçi bir sistem. TÜSAK adı verilen “Türkiye Sanat Kurumu” uygulaması, illerde yönetimi Valiliklerin bir birimi olan İl Kültür ve Turizm Müdürlüklerine devrediyor! Binlerce sanatçının mağdur edileceği, konservatuvarlarda heyecanla sanat öğrenen çocukların işsiz kalacağı, Türkiye’de yaşama umutlarını yitireceği bu taslağın kanunlaşması ülkemize çok büyük bir yara aldırır, üstüne üstlük beyin göçüne sebep olur.
Doğru mantık sistem ithal ya da intihal etmek değildir. İşin doğrusu, Türkiye’nin idarî ve sosyo-kültürel yapısı dikkate alınarak tecrübeli Batı’nın farklı sistemleri etraflıca incelendikten sonra ilgili Bakanlık, sanatçılar ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte mutabakat sağlanarak çağdaş bir sistemin yaratılmasıdır. Bu sorun “Ben yaptım oldu” mantığıyla çözülemez.
Ülke olarak en büyük ihtiyacımız demokrasidir. Demokrasilerde sanat kurumları daima Devlet tarafından finanse edilir. Ama yönetimleri mutlaka sanatçıya bırakılarak özerk bir statü ile taçlandırılır. Ülkeyi yönetenler bu kurumların uluslararası itibarı sayesinde iftiharla yaşar, kıvançla diplomasi masalarına otururlar.
Bu yasa tasarısının oldu bittiye getirilerek meclise sevki ve hele hele mecliste kabul edilmesi ülkemizi içinden çıkılamayacak bir sıkıntıya sokar. Umarım sanat kurumu çalışanlarının, sivil toplum kurumlarının katıldığı demokratik bir platformda evrensel sanat kurumlarımız yüceltilerek, sanatçının son yıllarda çok bozulmuş olan hayat standartları iyileştirilir, anayasanın öngördüğü destek ilkesi çiğnenmeden, kurumların özerkleşmesini sağlayan yeni bir çalışma yapılır ve bu sayede hükûmet ve daha sonra gelecek diğer hükûmetler ile başka sorunların yaşanması önlenmiş olur, tüm tarafların demokratik olarak mutabık olduğu, Türkiye Cumhuriyeti’ne yaraşan bir sonuç alınarak, hep beraber mutlu sona ulaşılır.