Mehmet Bozkır
Edward Albee’nin 1962 yılında yazdığı en ünlü oyunu Kim Korkar Hain Kurttan (orijinal adıyla Who’s Afraid of Virginia Woolf ) ilk kez aynı yıl Broadway’de sahnelenmiştir. Sahnelendiği dönemde tartışmalara yol açmış, aldığı Pulitzer ödülü çeşitli gerekçelerle iptal edilmiş, 1966 yılında sinemaya uyarlandığında ise sansüre uğramıştır. O güne kadar dile getirilmeyen Amerikan toplumunun alışkanlıklarını, zaaflarını çıplak bir şekilde ortaya koymuştur. Amerikan ahlakçılığı, cinsel imalar, küfürler bir oyunda karşılarına böyle bir şeyle ilk kez karşılaşan birçok çevreyi rahatsız etmiştir.
Orta yaşlı bir karı koca olan Martha ve George bir akşam partide tanıştıkları genç bir çift olan Nick ve Honey’i evlerine davet ederler. Daha doğrusu daveti yapan Martha’dır, parti dönüşünde kocasına bu davetten bahsederken ve onlar bu davet üzerine tartışırlarken kapı çalar, genç çift gelir ve olaylar başlar.
Kim Korkar Hain Kurttan’ın konusunu özetlemek pek de mümkün değil. Temelde karı koca ilişkisi üzerinden evlilik kurumuna (evlilik için kurum tanımlamasını yapmak yanlış olsa da hemen hemen herkes tarafından öyle algılandığı için bu kavramı kullanmayı tercih ediyorum) bir eleştiri gibi görünse de bu mesele üzerinden yola çıkıp pek çok noktaya değiniyor, değinmekle kalmayıp irdeliyor da.
Dört kişilik bir kadrosu olan oyun iki çok güçlü karaktere sahip; Martha ve George. Oyunu anlamak için bu iki karakteri iyi irdelemek gerekiyor.
Martha, New England Üniversitesi’nin rektörünün kızı, George’un eşi. Kırklı yaşlarının sonlarında… Güçlü bir duruşu var ancak bu güç kendine duyduğu güvenden değil daha çok öfkesinden ve hırçınlığından besleniyor. Bu da gerçekten güçlü mü yoksa öyle mi görünmeye çalışıyor sorusunu akıllara getiriyor. Oyunun başından itibaren kocasına karşı son derece acımasız, saldırgan bir tutum içinde… Hakaretlerinin dozu arttıkça artıyor.
George, New England Üniversitesi’nde tarih profesörü. Martha’nın insanı zaman zaman dehşete düşüren ihtişamına kıyasla silik bir tip olduğu söylenebilir. İlk başlarda daha sakin, daha alttan alır bir tavrı olsa ve edilgen bir karakter sergilese de oyun ilerledikçe hiç de öyle olmadığını görüyoruz. Martha’dan farkı daha sabırlı olması, elindeki tüm kozları bir anda ortaya koymaması.
Birbirine karşı bu derece acımasız olan, her fırsatta birbirlerini aşağılamaya ve başkalarının gözünde küçük düşürmeye çalışan bu çift niçin hala birlikte? Görünürde olan şey bitmiş bir evlilik, bitmiş bir aşk. Peki, gerçekten öyle mi?
Zamana yenik düşmüş pek çok ilişkiye hepimiz şahit oluyoruz. Bu tip ilişkilerde ortak olan nokta tarafların birbirlerine karşı kayıtsız olmaları, birinin bir diğeri üzerinde artık olumlu olumsuz etkisinin kalmamış olması. Ya da her şey bitmiş olmasına rağmen birtakım ortaklıklar, menfaatler nedeniyle koparılamayan ve sürüklenen bir ilişki söz konusu oluyor. Fakat George ve Martha’nın ilişkisi bu iki türün de çok dışında. Birbirlerine kayıtsız oldukları söylenemez hatta fazlasıyla birbirlerinin etkisine açıklar. Ortaklıklar ya da menfaatler de söz konusu değil. Martha’nın konumu ve sahip oldukları sayesinde ne George’a ne de herhangi bir erkeğe muhtaç olmadığı ortada. George’un hırslı biri olmaması-Martha’nın oyun boyunca George’un pısırıklığından ve hala tarih bölümünün başına geçememiş olmasından bahsetmesinden de anlıyoruz-gösteriyor ki Martha’nın babasının rektör olması onun umurunda değil ve bu konumdan faydalanmak gibi bir niyeti yok.
Tüm bunlar tek bir şeyin göstergesi. Ortada biten bir evlilik, biten bir ilişki falan yok. Tam tersine bitmesi istenmeyen, bitmiş olabileceği kabullenilemeyen bir ilişki var. Ne Martha’nın ne de George’un birbirlerinden vazgeçmeye niyeti yok.
Kim Korkar Hain Kurttan 1962 yılında ilk kez Broadway’de sahnelenişinin ardından ülkemizde 1963 yılında Kenter Tiyatrosu’nda ( Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Bülent Koray ve Gülsün Kamu’dan oluşan bir kadroyla), 1987 yılında da Ankara Devlet Tiyatrosu’nda ( Ayten Gökçer, Çetin Tekindor, Lemi Bilgin ve Hidayet Daş’tan oluşan bir kadroyla) sahnelenmiştir. Oyun 1967 yılında tiyatro kökenli Alman yönetmen Ernest Lehman tarafından sinemaya uyarlanmıştır. Pek çok ödülün sahibi olan filmde karakterleri Elizabeth Taylor, Richard Burton, George Segal ve Sandy Dennis canlandırmıştır.
Asude Zeybekoğlu’nun çevirisiyle dilimize kazandırılan metin birkaç yayınevi tarafından basılmış ancak bugün yeni baskısı olmaması nedeniyle metne ulaşmak mümkün değil. Sahnede seyrettikten sonra kafamda oluşan soru işaretlerine bir cevap bulabilmek ve oyunu daha iyi kavrayabilmek için- metne ulaşamadığım için- bir kez de filmi izledim. Oyun Atölyesi’nin yorumundaki ve filmdeki karakterleri karşılaştırarak bütünü kavramaya çalıştım.
Oyun Atölyesi’nin yorumunda Kim Korkar Hain Kurttan’ın komedi yönü üzerinde durulmuş, karakterler bu doğrultuda ele alınmış. Elbette böyle bir tercih yapılabilir, oyunun üç perde olması ve günümüz seyircisine üç perdelik bir oyun seyrettirebilmek açısından bu tercih haklı da bulunabilir. Ancak bu şekilde yorumlanması oyunu daha eğlenceli ve daha kolay izlenebilir kılarken oyundan ve karakterlerden de birtakım şeylerin eksilmesine neden olmuş.
Bunun en belirgin göstergelerinden biri George ve Martha’nın karakterlerindeki farklılıkların teğet geçilmesi. Martha’ya oranla çok daha sakin, çok daha sabırlı, çok daha duygulu olan George’un bu yönü geri planda kalmış ve onu Martha ile aynı kefeye koymuş. Yine Martha’nın tahammülü zor olan karakteri uzun bir süre duraksamaya uğramaksızın George’a saldırır şekilde ele alınmış. Bu da Martha’nın asıl derdinin ne olduğunun gölgelenmesine neden olmuş. Eve konuk olarak gelen çift Nick ve Honey’nin de oyunda biraz hafife alındığını düşünüyorum. Martha ve George gibi baskın karakterler değiller ancak oyunda yansıtıldığı gibi safça tipler de değiller. Karşılarındaki çiftin fütursuzluğu, ilk defa geldikleri bir ev olması, üniversitede yeni göreve başlamış olmaları gibi nedenlerle biraz çekimser ve ürkek olmaları normal. Ama bu durumun onları biraz saf, biraz aptal gibi algılamaya neden olmasını haklı bulmuyorum. Nick için bilim adamı olarak belki deha kabul edilse de duygusal zekâsının çok da gelişmemiş olduğu, çıkarlarını gözettiği yorumu yapılabilir. Honey ise duygusal, naif, iyi niyetli şeklinde tanımlanabilir. Ama biz sahnede onları öyle görmüyoruz, nerdeyse olup biten hiçbir şeyi anlamayan iki kişi var karşımızda. Yine oyun boyunca Martha’nın Nick’e olan aşırı ilgisinin, tacizkar davranışlarının, her fırsatta ona dokunmasının da en fazla Martha karakterine zarar veren bir yorum olduğunu düşünüyorum.
Oyunun sonunda anlıyoruz ki asıl ve esas olan tek şey Martha ve George’un ilişkisi. Bunun dışındaki her şey araç, ikincil. Belki sonunun daha sürprizli olması açısından böyle bir yol izlenmiş olabilir ama araçların amaçmış gibi algılanmasına yol açtığı için ben bu yorumdan hoşlanmadım ve doğru bulmadım.
Oyunun yorumlanışı içinde karakterleri ve bu karakterleri canlandıran oyuncuları ele alacak olursak;
Martha’yı canlandıran Zerrin Tekindor ne kadar iyi bir oyuncu olduğu konusunda hemen hemen herkesin hemfikir olacağı bir isim. Yıllardır devlet tiyatrosunda rol aldığı oyunlarla başarısını çoktan kanıtlamış olan oyuncu bu oyunda da çok yüksek bir performans sergiliyor. Ne şekilde ele alınmış olursa olsun Martha öyle kolay kolay canlandırılabilecek bir karakter değil. Bir uçtan diğer uca savrulan, her duyguyu en üst noktada yaşayan ve daha ne olabilir ki dediğiniz her an sizi şaşırtan bir karakter. Zerrin Tekindor müthiş bir enerjiyle oynuyor, rol çalmak değil elbette ama seyircinin başka bir yöne bakmasına, gözünü üzerinden ayırmasına fırsat vermiyor. Sesiyle, bedeniyle, bakışlarıyla Martha olduğuna ikna ediyor ve o Martha herkesi etkisi altına alıyor. Sahnede görmeyi en sevdiğim oyunculardan biri olarak beni yine büyüledi. Bu büyüye kapılan sadece ben değilim ki Martha rolüyle Türkiye Eleştirmenler Birliği, Sadri Alışık ve Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nin hepsinden en iyi kadın oyuncu ödülüyle ayrıldı. Tek keşke olmasaydı diyebileceğim şey bir önceki oyunu olan Antonius ile Cleopatra’daki Cleopatra rolünde olduğu gibi bu oyunda da gırtlağını sık sık kullanmasıydı. Böyle bir anımsatmaya rağmen benim diyen oyuncunun bile kat be kat üstünde bir performans sergilediğini söylemeliyim.
Benim için oyunun en sürprizli yanı Tardu Flordun oldu. Oyunu izlemeden önce okuduğum eleştirilerde ve seyirci yorumlarında hakkında bol bol övgü sözcüğüne rastlamıştım ama kendi gözlerimle görünce çok daha iyi anladım neyden bahsedildiğini.Uzun bir süredir tiyatroya ara vermiş olması nedeniyle Tardu Flordun’u sahnede ilk kez seyrettim, oyunculuğuyla ilgili fikrim birkaç sinema filmi ve daha çok televizyon dizilerine dayanıyordu. Kim Korkar Hain Kurttan’da seyrettikten oluşan ilk fikrim bir daha bu kadar uzun ara vermez umarım oldu. Oyunun belli bir noktasına kadar duyguları aynı seviyede duran, sonra hızlı bir yükselişe geçen ve oradan ani bir dönüş yapan George karakterinde Tardu Flordun keyfine doyulmaz bir oyunculuk sergiliyor. Özellikle mimiklerini ve sesini kullanmakta son derece ustalıklı… Bu ustalıklı yorum oyuncuya Afife Jale Ödülleri’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü getirdi. Tüm dikkatimi üzerinde topladığı noktada Honey’in babasından bahsederken başçalan deyip de beni oyundan koparıp birdenbire bugünün Türkiye’sine getirmeseydi hiçbir kusur bulamayacaktım. Umarım bu sözcük benim izlediğim oyunla sınırlıdır, her temsilde tekrar edilmiyordur.
Honey karakterinde Nilperi Şahinkaya tutarlı ve bütünlüklü bir oyunculuk sergiliyor. Oyun boyunca içilen içkinin en fazla etkilediği karakter olan Honey nerdeyse oyunun tamamında sarhoş ki bu da bir oyuncu için oldukça zor. Tiplemeye kaçmaya çok müsait olan sarhoşu Nilperi Şahinkaya başarıyla canlandırıyor, belli ki yeteneği bunun çok daha ötesini yapmaya elverişli. Ancak Honey karakterinin yorumu Nilperi Şahinkaya’nın elini kolunu bağlamış. Honey’nin sarhoş ve saf bir kıza indirgenmesi rolü daraltmış. Oyunda yorumlandığını gibi olup biten hiçbir şeyi anlamayan, içtikçe içen, daha çok sarhoş olan bir kız değil de Martha’nın davranışlarından rahatsız olan, kocasını kıskanan ancak olup biten karşısında çaresiz kalan bir Honey görebilseydik Nilperi Şahinkaya’nın oyunculuğundan alacağımız lezzet kuşkusuz ki artardı. Martha’nın George’a sarf ettiği bir cümle üzerine “O orospu olamaz ki, o erkek, sensin orospu” diyen Honey bu cümleyle seyirci güldürmenin ötesinde karakterine ilişkin önemli bir ipucu veriyor bence, bu cümle üzerinden karakter daha doğru irdelenebilirdi gibi geldi bana.
Nick rolünde seyrettiğimiz Şükrü Özyıldız oyunda birkaç talihsizlik yaşamış. Bunlardan ilki Martha ve George gibi baskın iki karakteri canlandıran Zerrin Tekindor ve Tardu Flordun ile aynı sahneyi paylaşması. Böylesine iyi iki performansın yanında geri planda kalmamak pek mümkün değil, başka bir yerde göze batmayacak şeyler burada sırıtır hale gelmiş. Bir diğer talihsizliği ise fiziksel görünümü ile role yapılan yorumdan kaynaklanıyor. Şükrü Özyıldız oldukça yakışıklı bir genç adam. Oyunda Nick’in fiziksel görünümüne bol bol gönderme yapılıp Nick, Martha’nın tacizine maruz kalan bir adama dönüştürülünce karakter derinliğini kaybetmiş. Bu da Şükrü Özyıldız’ın oyun alanını daraltmış. Nick saf saf sırıtan, George’tan rahatsız olan ve Martha’nın elinde oyuncağa dönüşen bir adam şeklinde aktarılmış. Nick’in duygusuz, çıkarcı hatta belki sinsi diyebileceğimiz yanları törpülenince Şükrü Özyıldız’a da yapacak pek bir şey kalmamış.
Yasemin Erkan’ın koreografisi basit, oyuna hizmet eder durumda ama Nick ve Martha’nın karşılıklı dansında Nick’in abartılı hareketlerinin seyirciyi biraz daha güldürmek dışında bir işe yaramadığı düşüncesindeyim. Gamze Saraçoğlu’nun kostümlerine bir nokta dışında itirazım yok, Martha’nın ikinci kostümü olan yeşil elbise doğru bir tercih mi emin olamadım. Cinsel imalarla, Nick’e yönelen cinsel davranışlarla dolu olan sahnede Martha’nın kıyafet tercihi biraz daha iddialı olurdu bence. Oyunu asıl sahnesinde izleyemediğim için Hakan Özipek’in ışık tasarımı konusunda haksızlık etmemek adına bir şey söylemeyeceğim. Ali Cem Köroğlu’nun dekor tasarımı ise hem gerçekçi hem de oyunculara alan yaratmış. Orhan Enes Kuzu’nun müzikleri ise yine hem oyuna uyum sağlamış hem de oyunun ötesinde seyircinin kulaklarında yer etmeyi başarıyor.
Oyunun yönetmeni Hira Tekindor’a gelince. Hira Tekindor ilk yönetmenlik denemesini Oyun Atölyesi’nde yaşadığı için büyük bir şansa sahip. Bu şans aynı zamanda şanssızlığı da… Bugüne kadar hep iyi oyunlar izlemeye alışmış olan Oyun Atölyesi seyircisini ortalama bir şeyle memnun etmek mümkün değil. Hira Tekindor bunun telaşına kapılmamış, ilk yönetmenlik denemesinde sakin kalmayı başarabilmiş. Yönetmenlikte ilk işi olan bir kişi için Kim Korkar Hain Kurttan’ın doğru bir metin olmadığını düşünüyorum. Edward Albee’nin metni çok sağlam bir kurguya sahip, çok güçlü iki karakter içeriyor. Oyun adeta Martha ve George’un karşılıklı savaşından oluşuyor. Ve yazar bu iki karakterin arasına hiçbir şeyin girmesine fırsat vermeyecek bir yapı oluşturmuş. O nedenle yönetmenin bu oyunda yapabileceği pek bir şey yok. Yönetmen ancak karakterleri yorumlayabilir ki yapılan bu yorumda tartışmalara açık. O nedenle Hira Tekindor’un yönetmenliği için bu oyuna bakıp da bir öngörüde bulunmak biraz aceleci davranmak olur. En azından benim için Türk Tiyatrosu yeni bir yönetmen kazandı cümlesini kurmak şu an için mümkün değil, öyle olmasını tüm içtenliğimle diliyor olsam da. Benimle aynı görüşte olmayanların çoğunlukta olduğunu ve Hira Tekindor’un Yeni Tiyatro Dergisi Ödülleri’nde en iyi yönetmen ödülünü aldığını ekleyelim.
Yeni sezonda Oyun Atölyesi’nde sahnelenmeye devam edecek olan Kim Korkar Hain Kurttan Zerrin Tekindor ve Tardu Flordun ikilisinin muhteşem oyunculuklarını görmek için bile seyredilmeye değer.