Mimesis Söyleşi / Avrupa Birliği Kültür Programı kapsamında Yunanistan, Türkiye, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan önde gelen sanat kurumlarının ortak yapımı sahne gösterisi “Heaven on Earth- Yeryüzünde Cennet” 21-22-23 Haziran tarihlerinde İstanbul’da Üsküdar Tekel Sahnesi’nde izleyicilerle buluştu. İki yıllık bir çalışmanın ürünü olan Yeryüzünde Cennet hakkında oyunun yönetmeni Vana Pefani, gösteriye Türkiye’den katılan Sinan Temizalp ve projenin Türkiye ortağı Simya Sanat’tan İlkay Sevgi ile oyun süreci, Jean Genet ve kültürel fonlar hakkında konuştuk…
Söyleşi ve Dizgi: Piri Kaymakçıoğlu, Senem Han Uysal
Projede Türkiye’den, İtalya’dan, Fransa’dan, İngiltere’den, İspanya’dan ve Yunanistan’dan sanatçılar yer alıyor. Böyle bir proje yapma fikri nasıl doğdu?
Vana Pefani: Fikir Jean Genet metinlerinden doğdu. Proje, tüm bu ülkeler arasında bir köprü inşa etme hep beraber düşünme ve beraber bir oyun üretme isteğiyle ortaya çıktı. Birbirimizden öğrenmek ve birbirimize karışmak istedik. Daha fazla ülke katılabilseydi daha mutlu olurduk ancak Avrupa Kültürel Programı daha fazla ülkeyi kabul etmiyor ne yazık ki, çünkü çok pahalıya geliyor.
Proje Jean Genet hakkında galiba…
Vana Pefani: Hayır. Daha çok bu ülkelerdeki ekonomik kriz ve bu ekonomik krizin daha büyük sorunlara yol açması, suç, ırkçılık, çalışmayan yargı sistemi hakkında bir oyun. Bu tip kriz ortamlarında insanların kendi sınırlarını kötü anlamda –suça giden bir halde- zorlaması hakkında bir oyun. Bu tam da Jean Genet’nin dünyası, çünkü Jean Genet marjinallerle, marjinlerdeki insanlarla çalışıyor. Ne yazık ki krizle birlikte bu marjinlerdeki insanların sayısı arttı, önceden diyelim ki belli güvenliği olan insanlar marjinlere itildi.
Jean Genet hapishaneden çıktıktan sonra ünlü oyunlarını yazmıştı…
Vana Pefani: Evet öyle ama Jean Genet hapisten çıktıktan sonra da marjinlerde yer alan insanları destekledi, hükümlüleri, azınlıkları, seks işçilerini.
İlkay Sevgi: Hep haksızlığa uğramış gruplar için mücadele etmiş. Kendisi de ömrünün yarısını hapishanede geçiriyor ve orada yazmaya başlıyor. Hatta Sartre cumhurbaşkanına bir mektup yazıp Genet’nin affını istiyor ve böylece affediliyor. O da hem göçmenler, gayler, travestiler, İsrail’e karsi Filistin gibi haksızlığa uğrayan bütün azınlık gruplara eserlerinde yer veriyor, hem de bizzat onlarin aktif mücadelesinde yer alıyor. Örneğin bir aktivist olarak gidip Filistin’de yaşıyor.
Oyununuzda bizi nasıl bir dünya bekliyor, Jean Genet oyunları genelde dünyada cenneti vaat etmez…
Vana Pefani: Sorunun kendisi, seyirciye, kendimize ve sanatçılara gidiyor. Bizim kendi cennetimizi bu dünyada nasıl bulacağımızla ilgili. Bizim kendi dünyamızı nasıl daha güzel hale getireceğimizin yollarını bulup bulmayacağımızla ilgili, tabii cennet burada biraz abartılmış bir kavram.
Bu oyun bir transformasyon, oyun içerisinde oyun kurgusu var. Maskeler Jean Genet için çok önemlidir. Burada bahsettiği şey yüzünüze taktığınız maskeler değil, yüzünüze takındığınız maskeler. Genet maskeleri kendi ihtiyacına göre kullanır. Sonuçta herkes bir maske takıyor, ister gerçek bir maske olsun oyundaki bazı karakterler gibi, ister görünmez maskeler olsun. Karakterler takındıkları maskelerine göre hareket ediyorlar oyunda. Oyun birer maske takan insanlarla başlıyor ve bu maskeleri takan insanların felaketleriyle son buluyor. Jean Genet’den aldığımız kısım bu.
Yunanistan’da oyunu Elefsina’da eski yağ fabrikasında açık alanda oynuyorsunuz, burada kapalı sahnede nasıl oldu?
Vana Pefani: Çok daha değişik oldu, oyunun adaptasyonunda çok fazla problemimiz vardı tabii çözmemiz gereken. Her ülkede oynayacağımız ortam farklı. Elefsina’da büyük bir fabrikada oynuyoruz, Zaragoza’da bir nehir kıyısında oynayacağız, diğer yerlerde kapalı sahnedeyiz. Bu tabii ilginç bir deneyim yaşatıyor oyunculara.
Sinan Temizalp: Oradaki performanslar çok etkileyici oldu. Burada daha kompakt bir hale getirmeye çalıştık.
Seyirciler açık alanda mı izliyordu?
Sinan Temizalp: Evet, provalar da açık havada yapıldı. Oyun Yunanistan’da Elefsina’da, limanda oynandı ve sıcaklık otuz beş derece idi. Bunun özel bir anlamı var çünkü oyunda denizcilerin yaşadığı olaylara şahit oluyoruz.
Şöyle büyük boş bir alan düşünün, bin metre kare kadar bir alan. Önce sandalyeleri koyduk, etrafında binalar vardı. Ortada bir avlu vardı. Bizim arkamızda da seyirciye karşı betondan büyük bir su deposu vardı. Biz o karenin içinde oynadik. Orada otuz beş kişilik bir kadromuz vardı, burada daha az kişiyiz. Şimdi sırada İngiltere ve İspanya turnemiz var.
Sizin de yaptığınız koreografiler oldu sanırım.
Sinan Temizalp: Evet kendi bölümlerimin koreografisi bana ait. Onun dışında oyunun girişinde bir bölüm var. Oyunu izlerken göreceksiniz, oyun girişteki koridorda başlıyor. Aslında dansçılar olarak bizim oyunda bir bölümümüz var diyebiliriz. Performanslar oyunun parçaları gibi düşünüldü. Oyunun kendisi de klasik bir tiyatrodan çok bir film gibi tasarlandı. Örnegin sahnede rolümüz bittiginde yine de sahnede kalıp destek roller üstlenebiliyoruz. Performans devamlı gelişiyor, çekirdek aynı ama her performans değişebiliyor.
İlkay Hanım, sizin programa dahiliyetiniz nasıl oldu?
İlkay Sevgi: Biz 2007’den beri programa başvuru yapıyoruz, 2000’den beri de partner olarak görev alıyoruz. Devlet Tiyatroları, Tobav gibi kurumlarla da başvurular yaptık. Proje koordinatörlüğü için de başvurduk. Ancak hep kıl payı kaçırdık. Avrupa henüz Türkiye’nin koordinatörlüğüne çok hazır değil, bundan da kaynaklanıyor. Partner olarak da bir projeye dahil olabiliyorsunuz. Bunu baska tiyatrolar da yapabilir.
Kültür programlari her beş yılda bir yenileniyor. Son programda fonun olanaklarının çok daha artması bekleniyordu. Ancak fona medya bölümünü de dahil ettiikleri için beklendiği kadar artmamış oldu. Kültürlerarası iletişimin sağlandığı bu tür projeler de ancak böyle fonlarla mümkün olabiliyor özel sektörde. Bu aslında iki yıllık bir proje ve kültür fonunun kısa dönemli projeleri kapsamına giriyor. Uzun vadeli projeler üç yıl ile beş yıl sürüyor. Türkiye’de de özel tiyatrolar hazır projelere partner olarak basvurabilir veya kendi projelerinin koordinatörü olarak başvurabilirler. Biraz zor ve uzun bir yol ama uğraşınca da oluyor. Özellikle uluslararası işler yapmak için bir fırsat. Bu konuda IETM, EON gibi bazı ağlar da çok yardımcı oluyor.
Avrupa ülkelerinde de kültür sanat için ayrılan bütçeler gittikçe kısıtlanıyor…
İlkay Sevgi: Evet bir azalma söz konusu ama yine de oradaki bütçeler bizimkilerle kıyaslanamaz. Devletten uluslararası projeler için çok iyi destek alıyorlar. Ama ülkeden ülkeye de değişiyor. Örnegin İsrail bütün masraflara destek olurken, Yunanistan’da kriz sebebiyle hiç devlet desteği olmadığını görüyoruz. Türkiye de ise varolan Devlet Tiyatroları’nın bile kapatılması söz konusu. Ve biz araştırdığımızda Avrupa’da İngiltere hariç hiçbir yerde böyle bir uygulama olmadığını gördük. İngiltere’de benzer bir yapının kraliyet ailesine bağlı olduğu görünüyor ve ciddi bağışlar toplanarak destekleniyor. Bir yerde devlet tiyatrosunu kapatmanız için özel tiyatroların çok gelişmiş olmasi lazım ki Türkiye’de böyle bir durum yok. Üstelik Devlet Tiyatroları çok farklı kesimlerden çok fazla insana ulaşıyor ve klasik eserleri yaşatıyor. Aslında uluslararası projelerde devlet desteği olması ülkelerin tanıtımı için de çok önemli. Diplomaside bile sanatçılar kullanılarak birçok sorun çözülebilir, turizmi, ülkenin imajını çok pozitif etkiliyor ama böyle bakılmıyor maalesef.
Piri Kaymakçıoğlu – Senem Han Uysal / Mimesis Söyleşi