İnsanın doğayı uygarlaştırma ve toplumsal yaşamı bütün düzlemleri ile özgürleştirme eylemi olarak sanat yapan sanatçılar, Antik Yunan’dan bugüne barış içinde bir arada yaşamak, özgür ve üretken bir toplumsal ilişkiler ağını yaratmak amacıyla estetik etkinlikte bulundular.
İlkel toplumdan bugüne sanatın misyonunda insanların ruhsal, düşünsel ve duygusal gelişimi hedeflenirken aynı zamanda toplumsal dayanışmayı, toplumsal barışı öğütleyip örgütlemek de vardır. Çünkü sanat kendini ancak şiddetin talan ve yağmanın olmadığı özgür bir ortamda var eder ve sürekliliğini sağlar.
İnsanın ve toplumların uygarlaşması ve özgürleşmesine diğer uygarlık alanlarının yanında sanatın misyonu hiçbir çağda yadsınmadı ve sanat kendi doğal mecrasında değişerek gelişti ve toplumsal dönüşüme katkı sundu. Çünkü sanat insanda doğru ve nesnel düşünmenin, derinliğine tartışmanın, yorum ve sentez yapmanın önünü açtı ve insanlığa bilimsel dünyayı ve hayatı algılamanın yordamını gösterdi. Sanat insanlarda arındırılmış bir ruhla toplumsal ilişkileri düzeltme hedefinde insanın ufkunu açtı ve ütopyasını geliştirdi ve yaşamda varoluşunu sorgulattı.
Son zamanlarda siyasal iktidarın politik ve iktisadi açmazları ve faşizan tutumu yüzünden yeniden alevlenen savaş alanları gündelik hayatımızı bir kez daha tedirgin etmeye başladı. Ülkede bunca yoksulluk varken, işsizlik artık önüne geçilemez boyutta yaygınlaşırken, hem mali açıdan hem de sosyal ve kültürel olarak büyük tahribata yol açacağı gün gibi ortada olan bir savaş ortamına yeniden sürüklenmek çılgınlık olarak algılandığı halde neden bu husumette ısrar ediliyor anlaşılması gerçekten zor.
Savaşta sadece insanlarla birlikte diğer canlılar ölmüyor, bu felakette doğa ve çevre tahrip oluyor, ekonomi ve mali sistem altüst oluyor sosyal hayatta özgürlükler, demokratik haklar ve hukuk bloke ediliyor. Diğer yandan kültürel yaşam parçalanıyor, toplum psikolojisi travmatik bir duruma sokuluyor. İnsanlığın uygarlık mücadelesinde elde ettiği tüm kültürel değerler ve tarihsel kazanımlar yağmalanıyor ve kullanılmaz hale getiriliyor.
Bütün bu olumsuz sonuçları insan denen yaratık on bin defa yaşamış olmasına karşın şiddetten ve öfkeden ve öldürmekten kaçınmıyor. Anlaşılan modern teknoloji ve “ altın çağ” vicdanı ile birlikte aklını da alıyor insanın ve merhametsiz bir figür olarak aramıza katıyor. Ama şu biliniyor; finans kapitalin ulus ötesi yaygınlaşma hırsı ve oligarşik hegemonyasını artırma ve sömürge ağını genişletme isteği bu savaşı yerel, bölgesel ve ulusal ölçekte kundaklıyor.
Halkın, yoksul işçi ve köylünün kendi aleyhine olan bu barbarlıkta parmağı olduğu tarihte görülmüş bir durum değil. Ama her savaşta her zaman olduğu gibi en çok zararı gören, en derin tahribata uğrayan yine bu yoksul halk kesimleri oluyor.
Bu toplumsal zorbalık ve zulme karşı halk olarak muhalif tavrımızı pratik olarak ortaya koymalı, dayanışma içinde ve kardeşçe bir yaşamı kotarma hedefinde güçlerimizi birleştirmeliyiz, çok geç olmadan.
İşçiler, köylüler, memurlar, öğrenciler, akademisyenler, sanatçı ve edebiyatçılar, bilim insanları ile birlikte ve dayanışma içinde ortak bir cephede muhalif bir yapı örgütlemenin aciliyeti ile duyarlılığımızı göstermeli ve bu savaşa “hemen şimdi” dur diyebilmenin pratik gücünü yaratmalıyız.
Albert Enstein barış üzerine S. Freud’a yazdığı; savaşın uzaması ve barışın çıkmaza girmesine ilişkin kaygılarını dile getirdiği bir mektupta şöyle der; “Savaş için hiç direnmeden verdiğimiz kurbanları, barış için de vermeye hazır olmalıyız. Benim için bundan daha önemli hiçbir şey yoktur.”