Mimesis Söyleşi / Koreograf, dansçı Su Güzey ve Metehan Kayan’nın “DNA’ mı Muhafaza Et Ruhumu Yeniden Doğursunlar” adını verdiği çalışmalarını İKSV Tiyatro Festivali’nde sahneye taşıdılar. “Rockstar” imgesinden yola çıkarak hazırlanan “DNA’mı Muhafaza Et Ruhumu Yeniden Doğursunlar” gösterisine dair Su Güzey ve Metehan Kayan ile konuştuk. Söyleşi: Berk Şenöz
“DNA’mı Muhafaza Et Ruhumu Yeniden Doğursunlar”dan biraz bahseder misiniz? Projenin doyumsuzluk, başkaldırı, yoksunluk temaları üzerine kurulduğunu anlatıyorsunuz. Nedir bunlar? Neye karşı doyumsuzluk?
Sanırım ilk başta aklımıza gelen “rockstar” imgesinden yola çıktık. Özlerindeki asıl paradoksun, tam ve tek olmayı, insan dışında beden dışında ararlarken başladığını farkettik. Beynin bedenin sınırlarını aşamadan, bir şekilde onun himayesi altında varolmak zorunda olduğunu gördüklerini düşünüyoruz. Bu bilinç, başkaldırıyı doğuruyor. Bunun getirdiği bir doyumsuzluk var; imkansızı istemek gibi. Bence birçok halüsinojen maddenin onlarda bıraktığı bir etki bu; gördükleri şeylerin gerçekleşebileceğine inançları sonsuzdu. Doyumsuzluğun var ettiği de yoksunluk… Aslında hiç ellerinde olmayanın yoksunluğu, hayallerinin yoksunluğu. Bu imgeyi ele almamızın sebebi, Mete’nin ve benim günümüz dünyasına ortak bakış açımızdan kaynaklanmakta: Gerek televizyonun yaratılışıyla yeni yaratılan sanal düzlemler, gerek kendimizi içinde bulduğumuz sistemlerin sürükleyici vaatları ile bariz olandan, tensel olandan kopuyoruz. Beden, çok hafife alınan bir yapı bizim için. Beynin üstün olan olduğunu zannediyoruz, ama bedenimizle yazılıyor ve siliniyoruz.
Kendi varoluşunuzdan, felsefenizden bahseder misiniz?
Varoluşum herkes gibi. Benden önce olan bir şeyin felsefesinin olabileceğini çok düşünemiyorum. Benim harcım değil ona bir felsefe oturtmak.
“Denizden aldığın denizanasını asfalta atmak” cümlesini biraz bize anlatabilir misiniz?
Sanırım bu cümleyi anlatmak yerine, sizden aklınızda ve bedeninizde canlandırmanızı tercih ederim.
Proje, “Siz neyle var oluyorsunuz? Gelin birlikte düşünelim?” diyor. Peki sizce insan kendinde var olabilir mi?
Her yerde, her zaman, her şekilde… fazlasını istemediği sürece.
Sanırım “DNA” sizin profesyonel olarak ilk projeniz. Nasıl hissediyorsunuz? Söylemek istediğiniz başka şeyler var mı?
Nötr hissettiğimi söyleyebilirim. Zaman akıp geçiyor, süreç ile birlikte gelen kaygılar da geçip gidiyor en nihayetinde. Her ne kadar mümkün olmasa da, sıfırdan bir şey yaratmayı hissetmek bile canlandırıcı. Projenin çıkışı, iki senelik araştırma süreci ile toplamda 3 sene sürdü. Bu 3 sene içinde iş sizinle beraber büyüyor, pişiyor ve kendi sonunu getiriyor. İlginç bir şey bu, yaşattığınızı görebiliyorsunuz. Bu kadar ölümün içinde bir şeyleri yaşatabilmek umut veriyor insana. Umuda çok ihtiyacımız var bu günlerde.
İlk projenizin var olma, DNA üzerine olması ilgimi çekti. Kendi bedenimi, var oluşumumu anlamadan, başka bedenleri, düşünceleri, hayatı anlamam olanaksız gibi bir düşünceye sürükledi beni. Siz ne düşüyorsunuz?
Tabii ki. Algılama depolamayı ve pratik ile uygulamayı getiriyor beyinde. Bütünün işleyebilmesi için tüm elementlerin olması gerekiyor. Fakat projede, bir mesaj üzerinde durmuyoruz. Evet, bunlar bizim bakış açımız olabilir, ama seyirciyle direkt temasa geçmesini istemedik, bu bakış açıları işin kurgusu için önemli. İzleyiciye içinde alan yaratan bir proje sunmak istiyoruz. Direkt önermeler vermeyen, sadece o zamanın içindeki ortak mekanı yaratan bir iş. Kurgusal ögelerin bir çoğu zaten performansçılar olarak bizden kurban edilmekte. Bizden parçalar görebilecekler, fakat önemli olan bu olmayacak.
Berk Şenöz