Mimesis Söyleşi – [Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Kadıköy Haldun Taner Sahnesinde 26-27 Mayıs tarihlerinde sergilediği, Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” oyunu üzerine grup üyesi Mehmet Emin Yalçınkaya ve oyunun yönetmeni Ferhat Keskin ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz. (Söyleşi: Volkan Mantu – Fırat Kuyurtar)]
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın kadro ve örgütlenme yapısını bununla birlikte Kürtçe tiyatro serüveninizi kısaca anlatabilir misiniz?
Mehmet Emin Yalçınkaya: Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu (DBŞT), 1990 yılında kuruldu. 1992 yılında da Kültür Bakanlığı’ndan sanatçı ve teknik kadrolarını aldı. Ancak yerel iktidara Refah Partisi’nin gelmesi ile tiyatro kapatıldı. 1998 yılında Demokratik Toplum Partisi’nin yerellerde yönetimleri kazanması ile tiyatro tekrar açıldı. Kadronun büyük çoğunluğu 2007-2008 sezonuna kadar gönüllü çalıştı. 2010-2011 sezonundan bu yana da kadrolarımız sözleşmeli sanatçı olarak çalışmaya başladı. Şu an yirmiye yakın oyuncu, yedi teknik, dört tasarımcı ve idari kadrosu ile onlarca kişi ile bu serüvene devam etmektedir.
DBŞT her sezon en az üç yetişkin ve iki de çocuk oyunu ile Kürtçenin Kurmanci ve Kırmancki (Dimilki-Zazaca) lehçelerinde perdelerini açmaktadır. 2007-2008 sezonundan itibaren Kürtçe oyunları repertuarına alan DBŞT’nin, bu dönem itibariyle oyunları sadece Kürtçe oyunlardan veya çevirilerden oluşmaktadır.
Bu dönemde birçok önemli projeye de imza atmıştır. Kanadalı Luciano Iyogna ile form tiyatrosu formunda “Zimanê Çiya” yi, Haldun Dormen ile “Bir Kış Masalı”nı, Teatre And Ruhr la “Yaşar Heye Tuneye”yi Teatre Rast’la “Dilek Bir Halk Operası”nı ve yine Teatre Rast la “Hamlet” i yaptı.
Gelelim İKSV Tiyatro festivali kapsamında sergilenen oyununuz Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’a. Devlet vatandaşın hakkını teslim etmekte binbir türlü zorluk çıkarırken, vergi alacağı, vatan borcu alacağı gibi konularda ise işleri son derece kolaylaştırıcı olabiliyor. Aziz Nesin kendi üslubu ile oldukça sert bir şekilde devlet ve bürokrasi eleştirisi yapan bir yazar olarak bu konuda birçok kitap yazmıştır. Bu eserlerin en önemlilerinden biri Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz adlı eseridir. Bu eseri tercih etmenizdeki amacınızı ve oyunlaştırma sürecini bize biraz anlatır mısınız?
Ferhat Keskin: 80’li yıllarda oyunla ilk tanışmamda, bu hikâyenin bir Kürt hikâyesi olduğu kanısına varmıştım. Neticede ilkokula başlama yaşına kadar kütükte kaydı olmayan sayısız çocuktan biriydim ben de. 14 yaşında Almanya’ya ailemin yanına göç etme tarihine dek, benim ve çevremin, devletle olan adaletsiz ilişkisi de Yaşar’ınkiyle büyük benzerlikler arz ediyordu. 2008’de DBŞT’de oyun yapmam söz konusu olunca, arkadaşlara başka birkaç metnin yanında, Yasar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı da önermiştim. Onlar da bunu daha uygun bulmuştu.
Mehmet Emin Yalçınkaya: Öngörüsü ve aydın kişiliği ile Aziz Nesin bana göre ender rastlanabilecek bir Türkiye’li yazardı. Kürtler için de erken bir kayıp olmuştur diye düşünüyorum. Aziz Nesin bu öngörüsü ile Türkiye’de yaşayan her halkın her sınıfın, devlet iktidarı, hantal ve aynı zamanda absürt bürokrasisi karşısında içinde bulunduğu sıkışmışlığı ve çareyi ele almıştır. Kürtler de bu coğrafyada yaşayan eski bir halk olarak bunlardan en çok nasiplenenlerden olmuştur. Öyle ki buna karşı ya canını siper ederek ya da dağların yolunu tutarak direnme yolunu seçmişlerdir.
Oyunun dramatik yapısı günümüz sarmallarını anlatmaya çok müsaitti. Oyunda ki kodlar da bunu anlatmaya ve yorumlamaya çok uygundu. Bu oyun birçok tiyatro grubu tarafından oynandı. Biz de Kürdistani bir bakış açısı ile baktık ve yorumlamaya çalıştık.
Oyunda Yaşar’ın devletin bir noktadan sonra absürt bir hale dönüşen bürokrasisi yüzünden kimliğine kavuşamadığını görüyoruz, sizin yorumunuzda da oyunu çevreleyen dramaturji Yaşar’ın nezdinde bir halkın kimliksiz bırakılması olarak karşımıza çıkıyor, bu dramaturjik tercihinizi biraz açabilir misiniz?
FK: Kuşkusuz, kendimi oyunun içinde görmem, onu sahnelemem için yeterli bir neden değildi. Asıl sebep, oyunun konusunun Kürtlerde toplumsal bir karakterinin olmasıydı. Burada bir parantez açıp şunu söylemek isterim. Eleştirisi yapılan devlet, Türk olana da özünde çok değişik davranmamış olabilir, ancak Kürtler burada “bünyedeki yabancı madde”dirler. Bu bakıma devletin vatandaşına karşı bildik davranışının Kürtlere yansıması daha sert olmuş ve vahim sonuçlar doğurmuştur.
Sorunuza dönecek olursak; bana göre, cemaatin, topluluğun önde geldiği doğu toplumlarında bireyin bir kimlik sorunu, bir var olma-olmama sorunu hep olmuştur. Kürtler ise 90 yıllık cumhuriyet tarihinde bir topluluk olarak bile kimlik sahibi olamamıştır. Evet biz, Türk tiyatrosunun klasiklerinden olan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” ı bir Kürdün gözüyle okuduk. Ve gördük ki, bu oyun Türkiye’de Kürdün devletle olan 90 yıllık ilişkisini anlatıyor bir bakıma: Kürt bu ülkenin vatandaşı olarak devlete karşı, askerlik veya vergi ödeme gibi görevlerini yerine getirdiğinde var, kendi hakları söz konusu olduğunda ise yok sayılmıştır. Ve devlet bunu her zaman, defterine uydurmasını bilmiştir. Kürt de yaşadığını kanıtlama çabasından ve haklarını istemeden vazgeçmemiş, direnmiştir.
MEY:Askeri literatürde “Kürd Memed” kavramı vardır. Kürd Memed namusludur, merttir fedakârdır hatta kahramandır. O Memed sivil hayata dönünce bölücüdür, cahildir ve bu sistem için tehlikedir. Memed burada Kürt halkıdır. Yaşar gibi. Kürt vergisini verir, askerliğini yapar ama dili ile eğitim alamaz Yaşar gibi. Metropollerde horlanır kültürü talan edilir Yaşar gibi. Yani bir Kürdün yaşadığı trajediyi aslında tüm Kürtler farklı zamanlarda farklı yerlerde yaşamıştır. Kürtler için bugün kimlik ve statü bir onur meselesine dönüşmüştür. İşte Yaşar’ın hikâyesi ile benzeşme olayı da tam da bu merkezde olmuştur.
Bu dramaturjik tercihin beraberinde oyunun final sahnesinde çok açık bir Gezi göndermesi var bu göndermeye dair görüşünüzü gezi ve Kürt hareketi bağlamında açabilir misiniz?
FK: 2008’de oyunu ilk sahnelediğimizde, sahneye makineyle duman sıkmıyorduk, ancak Yaşar yine “bu ne biçim düzen!” diye bağırdığında polislerce dövülüyordu. Diyarbakır insanı o zaman, çoktandır polis dayağını da gazı da beterini de yaşıyor biliyordu. Yanılıyor olabilirim, yine de söyleyeyim: O zaman bu oyunu İstanbul’da oynasaydık, polis Yaşar’ı dövse, gaz sıksaydı, muhtemelen bu, İstanbul seyircisi için “ötekine” yapılan bir şiddet olarak algılanacaktı. 2014’de bunu sahnede gördüğünde ise, kendisini gördü Yaşar’ın yerinde. Şunu söylemek istiyorum. Maalesef, Kürdün yıllardır çektiği kahrı, şimdi nispeten Türk de çeker oldu. Bura üzerinden, acı üzerinden bu iki halk empati kurabiliyor sanıyorum, acıları paylaşabiliyor artık. Umarım bir gün sevinçleri de paylaşır hale gelirler.
MEY: Siz Gezi’yi gördünüz ama Amedli yıllardır yaşadığı şeyi gördü. Vanlı Vanı, Şırnaklı Şırnak’ı veya Ankaralı da Ankara Ulus’ta Ethem Sarısülük’ü görmüştür. Bahis ettiğim ortak kodlar da bunlardı zaten.
Aziz Nesin’in eserinde bürokrasi eleştirisi ile birlikte orta sınıfın alt sınıflara yönelik eleştirileri ile de dalga geçiliyor. Orta sınıf her seferinde eleştirdiği, beğenmediği, medeniyetin mektebi yoktur dediği bu kendinden aşağı gördüğü halk kesiminden beter hale düşüyor. Sizin yorumunuzda ise bu diyalogları görmüyoruz. Bunun yerine bürokrasi eleştirisini daha yoğun bir şekilde görüyoruz, bu noktayı da biraz açmanızı rica edebilir miyiz?
MEY: Metropollerde sınıflar arası uçurum çok daha derindir. Halk olarak; var olmak ya da yok olmak noktasında bir yerdeyseniz, üst sınıf edilgenliğini gelişen öfke karşısında pasifleştirir. Fakat oradan gelip metropolle tanışınca kahramanız aslında bence onu da iliğine kadar hisseder ve yaşar. Bunu da özellikle İstanbul’a geldiğinde gördüğümüzü düşünüyorum.
FK: Halkı “Çarıklılar” topluluğu olarak gören, üsten bakıcı anlayıştan bahsediyorsanız, şunu söyleyebilirim: Kürtler bir bütün olarak devletin gözünde, medeniyetten nasibini almamış vahşiler olarak görülegelmiştir diye düşünüyorum. Maalesef, aydınlanmacı Türk edebiyatı ve sanatı da çok uzun bir dönem bu görüşün etkisinde kalmıştır.
Aziz Nesin bu eseri yıllar önce yazdı, halka hizmet değil de eziyet eden bürokrasisinin bugün ne durumda olduğunu düşünüyorsunuz? Bunu Amed’den gelen bir grup olarak bölge uygulamalarını dikkate alarak cevaplar mısınız?
MEY: Yılların pek bir şey değiştirmediğini düşünüyorum. Sadece daktiloların yerini bilgisayarlar aldı. Bürokrasi, halen bir sömürü ve işkence aracı olarak devam etmektedir. Amed’den bakınca ötekinin bürokrasisinin işkencenin yanı sıra bir de asimilasyon aracı olarak kullanıldığını görmekteyiz. Yaşar’da olduğu gibi dilini kamu alanında kullanamıyor.
Oyunda grubun dramaturjik tercihlerinin yanı sıra canlı ve halk tiyatrosu mantığına uygun bir oyunculuk üslubunun tercih edildiğini görüyoruz, bu tercih oyunun belli noktalarında seyircinin de oyuna canlı katılımını tetikliyor fakat zaman zaman da bu üslubun iç aksiyondan uzak bir noktaya savrulabildiğini görüyoruz. Bu noktaya dair grubun oyunculuk eğitimi çalışmalarına yaklaşımını da değinerek görüşlerinizi rica edebilir miyiz?
FK: Bu sorunun asıl muhatabı Diyarbakır’daki oyuncu arkadaşlarımdır. Ancak oyunun estetiği benim tercihim olduğu için… Ben de, DBŞT’ nin oyuncuları da “halkın içinden” gelen insanlarız. Arkadaşlar “Halk” için tiyatro yapıyorlar. Bunun, kullandıkları estetiğe, ele aldıkları içeriklere etkisi olacaktır tabii ki.
Grubun içerisinde alaylı arkadaşlarımız olduğu gibi mektepliler de var. Ben bu bileşimin büyük bir şans olduğuna inanıyorum. Mektepliler eğitimli ancak, eğitim onları tek tornadan çıkmış bir makineye dönüştürmüş olabiliyor. Alaylılar, bireysel farklılıklarını, otonom renklerini korumuşlardır, ancak eğitim açıkları vardır belki. Bu iki grubun bir arada olması çok güzel bir sentez yaratıyor bence.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu olarak İKSV Tiyatro festivaline bölgede kültür sanat faaliyetleri yürüten bir grup olarak katılıyorsunuz. Takip ettiğimiz kadarı ile bu sene DBŞT, bir ilke daha imza attı ve Kürt sanatının önemli ismi Ehmede Xani’nin Mem û Zin adlı eserini Cemil Paşa konağında sergiledi. Bu ilk mekân tiyatrosu olarak lanse edildi. DBŞT’yi bundan sonra hangi projelerle izleyeceğiz?
MEY: Tiyatromuz İKSV Tiyatro festivaline ikinci kez katılmaktadır. Daha önce de Celal Mordeniz’in yönettiği “Antigone” adlı oyunla katılmıştı. Ayrıca zaman zaman İstanbul’da gösterilerimiz oldu. Ankara ve İzmir’e de değişik zamanlarda festivaller kapsamında onlarca gösterilerimiz oldu.
Tiyatromuz her yaptığı çalışmayı bir deneyim olarak kabul edip bir sonraki projede çıtayı yüksek tutmayı esas almıştır. Kürtlerin kamusal alanda tek ödenekli tiyatrosu olduğu için ve son yıllarda yaptığı çalışmalardan dolayı bölgede ciddi bir vizyon ve misyona sahiptir.
Mem û Zin projesi de beraberinde bizim için birçok yenilik getirmiştir. Başta farklı sanat dallar disiplinleri bir araya gelip farklı bir yorum getirildi (modern dans, çirokbêj, müzik ve tiyatro) Bunun dışında bir de mekân tiyatrosu hem biz de hem de izleyici de farklı bir heyecan yarattı. Mekân ve Ehmedê Xanî’nin mesnevisinin buluşmasında, müziğin ahenginde dansın doruğa çıkmasının ve repliklerin mekanın duvarlarına çarpmasının ayrı bir tat bıraktığını gördük.
Dünyada teatral deneyimler çoktur. Kürt tiyatrosu da elbette bunların gerisinde kalamaz. Bizler de bu farklı çalışma biçimi ile ve bölgenin kültürel dokusu ve kodları ile seyircimizle buluşma gayretinde olmaya devam edeceğiz.
Volkan Mantu – Fırat Kuyurtar / Mimesis Haber