[Ayşe Emel Mesci’nin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan köşe yazısından alıntıları paylaşıyoruz.]
Ophelia’nın bir kıyamet tebliği gibi çınlayan, “O, kasap bıçaklarıyla odanızdan geçtiğinde öğreneceksiniz gerçeği” sözleriyle hatırlattığı karanlığın içinde tek başına kaldığımızda, kendimizle yüzleşmekten kaçarak umudun ve korkunun iç içe geçtiği ürkek bir fısıltıyla, bazen de bir Munch “Çığlık”ıyla sorduğumuz “Kim var orada” sorusu insanlığın toplam yolculuğunun bir özeti değil mi?
Yıl 1992, Marsilya’da, Toursky Tiyatrosu’ndayız. Uluslararası Akdeniz Tiyatro Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantıda Heiner Müller konuşuyor. Konu, çağımızda trajedi yazımı. Heiner Müller’in kolay değişmeyen, biz Akdenizliler gibi peşpeşe mimiklerle renklenmeyen bir yüz ifadesi var. Sesinde de fazla iniş çıkış yok. Numaralı gözlüğünün kalın camlarının ardından dinleyicileri süzen zeki, hüzünlü ve hınzır gözlerin dünyaya farklı bir bakışla, değişik bir noktadan baktığı belli. Havana purosu hiç elinden düşürmediği aksesuvarı. O konuşma sırasında, elinde bir de çakmak tutuyor ve dudaklarının kenarına sıkıştırdığı puroyu belli aralıklarla yakıyor. Bir ara konuşmayı kesiyor, çakmağa bir bakıyor, başını kaldırıyor, “Elimizde bir bu kaldı, durmadan ateşliyorum ki sönmesin” diyor, sonra devam ediyor: “Aslında çağımız trajedi çağı, ama trajedi yazılmıyor artık, trajedi yazarı çıkmıyor. Bu nedenle, dönüp dönüp eski trajedileri günümüze taşıma gereksinimini duyuyoruz.”
Hamlet Makinesi
Yıl, 2014. İstanbul’da, Üsküdar Tekel Sahnesi’ndeyim. Heiner Müller’in yazdığı “Hamlet Makinesi”ni sahneye koyuyorum. Uzun yıllardır hep elimin altında dolaşan, işin aslı tam sahiplenmeye bir türlü cesaret edemediğim ama bir yanıyla da beni bir türlü terk etmeyen bir metin bu. Trajedisiz kalmış bir trajedi çağında, kendi kişisel veya tarihsel “aile albümümün” sayfaları zihnimde ne zaman dönmeye başlasalar, Heiner Müller’in o donuk ama hafif mütebessim, hüzünlü ama muzip yüzüyle birlikte “Hamlet” de yürümeye başlar sahnenin üstünde: “Çürümüş bir şeyler var bu Danimarka’da…”
Çürümüş bir şeyler var…
“Hamlet Makinesi”ni sonunda yapmaya karar verip “Hamlet”in “Çürümüş bir şeyler var bu umut çağında” deme noktasına nasıl geldiği üzerinde daha derinlemesine düşünmeye başladıktan sonra, Heiner Müller’in “Dünyaya dalıp aya fırlatma” isteğini, ışık geçirmez, buzlu camlar gibi formatlanmış yüzlerin, karakterlerin, sistemlerin ardını görme, belleklerin ve tarihin üzerini kirli, puslu fabrika camları gibi örten söz duvarlarını yırtma, yıkma isteğini daha yakından hissettim.
Kişisel tarihle koskoca bir Avrupa tarihinin geride harabe gibi bıraktığı tortuların üst üste yığıldığı, sayısız kırılmanın buzdağları gibi biriktirildiği sadece dokuz sayfalık bu devasa metinle boğuşurken, yazarın kendi damarlarının, iç organlarının, bir aydın olarak beyninin ve vicdanının içine nasıl kendini kanata kanata girmek için çırpındığını izledim. Heiner Müller’in o mask gibi yüzündeki hüznü anımsadım bir kez daha.
…
Heiner Müller’in zihninde “Hamlet Makinesi”nin bir başlangıç tarihi, bir “0” kilometre taşı var mıydı, bilemem. Bu konuda ancak yorum yapılabilir, zaten yapılmış pek çok yorum da var. Ama oyunu çalışırken şunu çok net olarak anladım: Her isteyen, “Hamlet Makinesi”ni kendi miladından başlatabilir ve metnin akışı o milattan hareketle de anlamlar yüklenebilir. Zaten asıl ürkütücü olan da Tarih Meleği’ni harabelerin üzerinden geleceğe doğru sürükleyen bu uğursuz “tekerrür” duygusu değil mi?
…