[12 kişilik bir ekibin kurduğu Moda Sahnesi ilk sezonunu bitirmek üzere… Tiyatro dışındaki sanat disiplinlerinin de kendisine yer bulabildiği, girişindeki bitişik nizam sahaflar çarşısı ve keyifle oturup sohbet edebileceğiniz kafeteryası ile İstanbul Anadolu yakasındaki nadir sanat mekanlarından biri… Moda Sahnesi’nden Kemal Aydoğan, Onur Ünsal ve Timur Acar’a sahnenin işleyişini, işletme tercihlerini, TÜSAK yasa tasarısına bakışlarını, özel sanat kurumlarının örgütlülük sorunlarını, bu sezon sahneledikleri oyunları, çalışma yöntemlerini ve gelecek sezona dair planlarını sorduk… (Söyleşiyi gerçekleştirenler: Dila Okuş – Fırat Kuyurtar)]
Mimesis Söyleşi / Moda sahnesinin açılışını Ekim 2013’te yaptınız. Biliyoruz ki sahne açmak emek isteyen bir iş. Bu bir seneyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Aydoğan: Evet bir yılımız bitmek üzere, artık değerlendirme aşamasına geldik. Bu Sene 144 oyun oynamışız, toplam 20 bin kişi izlemiş. 21 tane konuk tiyatro gelmiş, 66 defa oyun oynamışlar, 10 ayrı müzik grubu gelmiş 14 tane konser verilmiş. Bununla birlikte 35 – 36 bin kişiye ulaşan, toplam 230 etkinlik olmuş. Bunlar 7 ayda ulaşılan rakamlar. Bunlara sinema ve seminer etkinlikleri dahil değil. Sinema salonumuzu açtığımız Aralık ayından beri 8500 seyirciyi Moda Sineması’nda ağırlamışız.
Moda Sahnesi’nin 12 ortağı var. Sahne işletmesi konusunda bu grup içinde nasıl bir iş bölümü yapıldı?
Onur Ünsal: Orhan Tozkoparan kafe işletmesinden sorumlu, Barış Yaman ki kendisini gişeden tanıyorsunuz. Selçuk Aydoğan, mali işler sorumlusu. Kemal Aydoğan oyunların yönetmenliğini yaptı. Timur Acar, Onur Ünsal, Mert Fırat, İnan Ulaş Torun sahneye çıkan arkadaşlar. Erdal Çiftçi, sahne ve sahne arkası görevlisi, İrfan Varlı ışık tasarımında, İlksen Başarır sinema ile ilgileniyor, Bengi Günay dekor, kostüm tasarımı yapıyor.
Peki bu 12 kişi nasıl karar alıyor?
Kemal Aydoğan: Toplanıyoruz ve birbirimizi ikna etmeye çalışıyoruz. Olmaz diyen kendi gerekçelerini açıklıyor olur diyen kendi gerekçelerini açıklıyor. Bir fikir olarak Kenan Doğulu konseri gündeme gelmişti, yalnızca 3 dakika konuşuldu ve böyle bir konserin olamayacağına karar verildi. Timur Selçuk olsa farklı olurdu. Timur Selçuk yasaklı olduğu dönemde burada çok konser vermiş. Biz burada Edip Akbayram konseri de yapmak istiyoruz. Edip Akbayram buralı, Moda Sineması’nda konser verirdi, belki mekana dair anlatacak bir şeyi vardır…
Böyle bir mekanı bulmanın, bulduktan sonra o mekana yönelik bir yatırım kararı almanın ve sonrasında da uygulamanın ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyoruz. Mali açıdan durumunuz ne?
Kemal Aydoğan: Bir sahnenizin olması çok güzel, büyük bir özgürlük, büyük bir konfor ama bu birey olarak yapılabilecek bir iş değil. Biz burayı açana kadar 1,5 milyon TL harcadık. Yani harcadık derken borçlandık. Bununla da bitmiyor, personelin var, yapımların var, vergin var, sigortan var, her gün elektrik yanıyor, su akıyor. Bu yük bir tek kişinin üzerine yüklenmemeli. Zaten bu yükü tek kişinin üzerine bırakırsanız salt ticari kazanç amacına hizmet etmesi söz konusu oluyor.
“TÜSAK İYİ İŞLETİLİRSE DOĞRU İŞLERİN ÇIKMASINI SAĞLAYABİLİR”
Sahne işletmeye başlayınca birçok şeyi ticari olarak görmek kaçınılmaz oluyor galiba…
Kemal Aydoğan: Aksi mümkün değil. Kendi yağında kavruluyorsan her kuruş kıymetli oluyor. Zira paranız hiç bir zaman yetmiyor. Örneğin bize bir 500 bin TL daha lazım ki teknik alt yapıyı düzgün bir hale getirebilelim. Belediye daha satılmamış biletten %10 peşin vergi alıyor. Birileri çalıyor, gırtlaklarını patlatıyor, bir mekan ayakta tutulmaya çalışılıyor. KDV, gelir vergisi ödenen yerde bir de belediye ne diye para alıyor?
Onur Ünsal: Konser organizasyonlarının bize ticari açıdan hiç bir katkısı yok. Mesela monitör yok, kiralıyorsunuz. Üzerine %50’ye yakın vergi veriyorsunuz.
Kemal Aydoğan: Eğer bir ülkede kültür sanat politikası varsa ve gruplardan kültür sanat üretimine yönelik bir faaliyet istiyorsa, sahne açanları ticaretle uğraştırmaması gerekir. Onun için oluşmaya başlayan bazı şeyleri kıymetli buluyorum. TÜSAK eğer iyi işletilirse, doğru işlerin çıkmasını sağlayabilir.
“ÖDENEKLİ SANAT KURUMLARI DEVEYİ HAMUDU İLE GÖTÜRÜYOR”
TÜSAK yasa tasarısı tartışmalarının daha çok DT ve DOB kapatılıp kapatılmayacağı meselesine indirgendiğini görüyoruz. Özel sanat kurumlarının TÜSAK tartışmalarında seslerini ve dolayısı ile dertlerini duyuramadıklarını izliyoruz. Hatta özel sanat kurumlarını veya ödenekli olmayan performans sanatları kurumlarını temsil eden bir yapının olmadığını biliyoruz. Bu örgütsüz alanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kemal Aydoğan: Bu konuda sanatsal ilkeler koymaktan çok, parasal ilkeler koymak gerektiğini düşünüyorum. Devlet sanata ne kadar para aktarıyor? Bunu DT, DOB, ödenekli sanat kurumları bağlamında ne kadar yapıyor? Yaptıklarının sonucu ne? Özel sanat kurumları bundan ne kadar faydalanıyor? Bir tiyatronun ne oynadığı beni ilgilendirmiyor. Önce bir yapsın, yaptıktan sonra o kendi kitlesini yaratacak, diğeri kendi kitlesini yaratacak. Daha yapma koşulu oluşturulmuyor. Buradaki 12 kişi kendi cebinden para da koydu. Sonuçta buranın devamı kazanılacak paraya bağlı. Şimdi bütün bunlar ortadayken ve ödenekli tiyatrolar adı altında birileri deveyi hamudu ile götürürken birilerinin bu koşullarda sanat yapıyor olması hiç hakça değil. Kendine solcu diyen herkesin altyapıdaki bu bozuklukla hesaplaşması gerekir. Diğer yanda da zoka yemiş, manipüle edilmiş, ya da bunun gerekliliğine inanmayan özel sanat kurumları ekibi var. Sadece devlet yardımının dağıtılması sürecinde bir araya gelip, genel bir takım kriterlerin uygulanmasını isteyip, alacağını aldıktan sonra geri çekilen bir ekibiz aslında.
Moda Sahnesi bir tiyatro salonu olmanın ötesinde kurgulanmış bir mekan. Sinema salonu var, atölyeler yapılıyor, seminer salonu var. Pek çok farklı disiplini bir araya getirmeyi hedefliyorsunuz. Moda Sahnesi hedeflediğiniz sanat mekanı haline gelebildi mi?
Onur Ünsal: Ben evet diyebilirim. Elbette eksikliklerimiz var. Sinema salonu için Başka Sinema ile anlaşıldı ve onların getirdiği filmler oynadı. Psikeistanbul, psikanalitik film okuması yaptı. Filmlerin psikolik okuması ile ilgili ayda bir kez Çarşamba günleri, film gösterimi ardından soru cevap şeklinde işleyen ve 5-6 saati bulan dersler yapıldı. Stüdyo salonumuzda, orayı kullanabilecek oyunlar oynadı. Çağlar Çorumlu Big Shoot oynadı, Nerma Engin oynadı, Tiyatro TEM oynadı, Deniz Alnıtemiz stand up gösterisini bu stüdyoda yaptı. Bülent Somay, İskender Savaşır, Birgül Oğuz, Emine Ayhan seminerler verdiler. Biz de bazılarına aktif olarak katıldık. Bunların devamı da olacak. Çocuk atölyesi yaptık. Aslına bakarsanız atölye çalışmalarında henüz hedeflediğimiz noktada değiliz. Atölye işi, içine pedagojinin de girdiği, herkese evet diyemediğiniz, biraz denetim gerektiren, biraz da Moda’nın insanları mekanı tanıdıkça renklenecek bir iş. Büyük salonda birçok oyun oynandı. Kaldırdık, kurduk, çalıştık. Bundan sonra eksikliklerin üzerine gideceğiz.
Timur Acar: 6 – 7 aydır gözlem içindeyiz. Konuk gruplar, sanatçılar geliyor, istekleri ne? Vestiyer bile bizim için bir gözlemdi. Kışın Kardeş Türküler konseri oldu, 700 kişi geldi. Bekleme alanı olduğu gibi montlarla kaplandı. Dedik ki, bize biraz daha askı lazım…
“KENDİMİZCE BİR DÜNYAMIZ, O DÜNYAYA KABUL EDEBİLDİKLERİMİZ VE EDEMEDİKLERİMİZ VAR”
Sahne programında kendi etkinlikleriniz yanında konuk grupların etkinlikleri de yer alıyor. Programı hangi kriterlere göre oluşturuyorsunuz?
Onur Ünsal: Ticarethane ya da eş dost tiyatrosu gibi davranmamaya özen gösteriyoruz. Aslında bakarsanız kendimizce bir dünyamız var. O dünyaya kabul ettiklerimiz ve kabul edemediklerimiz var.
Kemal Aydoğan: Tarzlardan çok yapılan işlere ve kişiliğe bakıyoruz.
Timur Acar: Buradaki 12 kişinin de dünya görüşleri var. Bir araya geliyoruz birbirimize öneriyoruz, konuşuyoruz, araştırıyoruz. Bir eğilim çıkıyor. Sonra grupla, kişiyle konuşuyoruz, yaklaşımlarından birlikte çalışıp çalışamayacağımız belli oluyor. Kendimizce bir kültür politikası uygulamaya çalışıyoruz.
“SHAKESPEARE’DE BİR ŞEY DEĞİŞTİRMİŞ DEĞİLİZ”
Bu sene sahnelediğiniz oyunlar nasıl gündeme geldi? Shakespeare ve Tsanev üzerine çalışmayı tercih etmenizin sebebi nedir?
Kemal Aydoğan: Herkes oyunlar okuyor, öneride bulunuyor. Açılırken de ne oynayalım, seyirci bizi nasıl tanısın diye düşündük. Bu seyirciyle bir konuşma biçimi aslında. Shakespeare’le ve Tsanev’le konuşmayı uygun gördük. Bir Shakespeare var bir de modern oyunlar. Shakespeare de böyle bir Shakespeare.
Timur Acar: Klasik bir yorum tercih etmedik. Öyle bir seyirci kitlesine ulaşmak istemiyoruz. O tarz oyunlardan da seyircilerden de eleştirmenlerden de biraz sıkıldık. Bir değişim içindeyiz. Çalışma sürecine başladığımızda Türkiye de bir sürecin içine girdi ve çıktığımızda doğru bir şey düşünmüşüz dedik.
Onur Ünsal: Shakespeare’de bir şeyi değiştirmiş değiliz aslında. Bizim anladığımız hali bu. Yaptığımız söylediğimiz her şeyin arkasındayız, kesinlikle bir Hamlet oynadığımıza inanıyoruz. Hamlet’i alıp içine Peer Gynt koymuş değiliz. Değiştirmek, uyarlamak diyince insanların aklına bambaşka bir şey yaptılar gibi geliyor, hayır, sadece bütün kodları bugüne dair kurduk.
Hamlet’te de bu tercihi izliyoruz. Peki Hamlet’te hangi vurgu noktalarını ön plana çıkarmayı tercih ettiniz, nasıl bir dramaturji çalışması yürüttünüz?
Onur Ünsal: Bunlar 4-5 perdelik oyunlar, dolayısıyla kısaltıyorsunuz. Ama oyunun içinde kesemeyeceğiniz noktalar var. Kurgunun ilerlediği, dramaturjik olarak kırpamayacağınız yerler. Nisanda çalışmaya başladık, Geziye denk geldi ve bir takım manaların kendiliğinden altı çizilmiş oldu. Hamlet’in kullandığı dil gezi sürecinde başarılan dil gibiydi. Hamlet’in kendi soytarısı olabilme durumuyla ilgilendik. İktidar mücadelesi içinde de bunu yaşadık bunu gördük. Gezide açığa çıkan durum buydu, tabii biz bunun ekmeğini yemek için uğraşmadık. Hatta orijinal metinde adamın kendine çapulcu dediği yerler vardı, onları attık. Ama genel olarak dramaturjiyi gezi yaptı.
Hamlet’in oyun metnini neden tekrar çevirme ihtiyacı duydunuz? Bu çeviri çalışması sırasında temel kaygınız neydi?
Onur Ünsal: Bu işi çevirileri beğenmediğiniz için değil, metni daha iyi anlamak için yaptık. Shakespeare metnini anlamak kolay değil. Anlıyorsun anlıyorsun sonra bir daha anlıyorsun, hiç bitmeyen bir süreç. Çevirirken o kadar fazla irdeleme şansınız oluyor ki… Arden serisinin açıklamaları başka, bizde çeviriler başka, yorumlar başka. Bin haliyle anlıyorsunuz bir cümleyi.
“ÇEVİRİRKEN ANLAMI MERKEZE ALDIK, ŞİİRLEŞTİRMEYE ÇALIŞMADIK”
Metin çalışmasının bir parçası olarak görüyorsunuz yani…
Onur Ünsal: Aynen öyle. Bir metni anlamak için inanılmaz bir süreç oluyor. Başlangıçta arkadaşımız Emre Adıyaman kabaca bir çeviri yaptı. Çevirirken Arden serisini kullanıyoruz. Baştan sona cümle cümle çeviriyoruz. Yapmadığımız şey kafiye uydurmak. Ben başta bunun tufasına düştüm, Faruk Nafiz diye dalga geçtiler. Olmuyor, Shakespeare çok güzel, kafiyesi acayip, melodisi acayip… Biz anlamı merkeze aldık, şiirleştirmeye çalışmadık.
Kemal Aydoğan: Aynı ses dünyasında değilsin ki. Nasıl yapacaksın.
Onur Ünsal: Onun kullandığı kelimeler cümleler kesmeler olmuyor. Oldurmaya çalışınca da saçma bir mücadeleye giriyorsun. Biz de “ne anlıyoruz”, “bizim dilimizde bu nasıl söyleniyor” diye düşünmeye başladık. Bazen Türkçe kelimelerimiz yetmedi, Türkçenin yetersizleştiğini anladık. Eski Türkçe, Osmanlıca, Arapça kelimelere gittik.
Timur Acar: Çeviri yaparken sözü geçmişti, Sabahattin Eyüboğlu’nun çok ahlaki bir yaklaşımı olduğunu söylemiştiniz…
Onur Ünsal: Biz aslında en çok Can Yücel’in çevirisinden rahatsız olduk. Çünkü hikayelerde taraf değiştiriyor. Mesela Fortinbras’ı haksız gösterip baba Hamlet’i haklı gösteriyor. Halbuki öyle değil… Sabahattin Eyüboğlu 50’lerde Fransızcadan çevirirmiş. Fransızlar da 50’lerin sonuna doğru bütün Shakespeare külliyatını bir daha çevirmişler. Söylendiği kadarıyla çok asil bulmuşlar kendi çevirilerini. Halbuki Shakespeare’in avam bir dili var. Etmediği küfür söylemediği ahlaksız laf yok ama çok iyi gizliyor, çok iyi şiirselleştiriyor. Sabahattin Eyüboğlu, Fransızlar bu hamleyi yapmadan önce çevirmiş. Galiba yaklaşım da değişiyor… Shakespeare avamı görselleştiren bir adam. Çok güzel şiirselleştiriyor. Bunu yok saymak istemedik. Biz şimdi böyle yapıyoruz ama bundan 20 – 30 yıl sonrasını bilmiyoruz.
Kemal Aydoğan: Biz oyun atölyesi yıllarında Haluk Bilginer’le Macbeth’i çevirdik. Bir kısmını Orhan Burian çevirisi üzerinden tekrar düzenlemiştik. Müzikalin bir sürü parçası yeniden yapılmıştı. Türkçe nasıl söylenir, hangi anlama geliyor? Bu çok kıymetli bir tartışma. Bir de arkasında yatan anlamı, çift anlamlılığı hangi kelimeyle ifade edeceksin? Shakespeare’de yakalanması gereken şey bu. Ayrıca halk tiyatrosu tadını koruyamıyorsa Shakespeare çevirisinde büyük bir yanlış yapıyorsunuz demektir, o katmanın mutlaka olması gerekiyor. Tüm sınıfları aynı salonda aynı mekanda buluşturuyor. Bu galiba Shakespeare’i Shakespeare yapan temel özelliklerden biri.
Onur Ünsal: Bundan sonraki Shakespeare oyunlarında da muhtemelen aynı yolu izleyeceğiz. Çok iyi bir yöntem herkese tavsiye ediyorum. Shakespeare’i orijinalinden okuyup anlamak muhteşem bir şey.
Yaptığınız bu çalışmayı paylaşmayı düşünüyor musunuz?
Kemal Aydoğan: Hayır, çünkü budadığımız yerleri çevirmedik. Yayınlanacak bir durumda değil.
Onur Ünsal: Şu anda değil yarısı yok, ama basılma ihtimaline karşı ben tekrar oturmaya varım.
“OYUNU KİŞİLER DEĞİL, EKİP OYNAR”
Oyunlarınızın prova notlarını sitenizde paylaştınız. Böylece çalışma süreci hakkında fikir sahibi olma şansı bulduk. Hamlet’in prova notlarında, çalışmalara Moda Sahnesi’nin öngörülen işleyişinden bahsedilerek başlandığı söyleniyor. Ayrıca notlarda “Herkesin rolü kendine”, “ödevlerin kanaat notuyla ilişkisi” gibi ifadeler geçiyor. Bunların ne anlama geldiğini biraz açabilir misiniz?
Kemal Aydoğan: Ben kimsenin bir başkasının rolüne karışmasını istemiyorum. Çünkü çok yaralayan ve birbiri üzerinde tahakküm kurmaya da neden olabilecek bir şey.
Onur Ünsal: Bizde çok kesin bir kuraldır bu.
Kemal Aydoğan: Kendi rolün hakkında konuş. Çünkü gerçekten bir süre sonra bir efendi köle ilişkisi gelişebilir. Bunun önüne geçmek için neyi yapıp neyi yapıyorsan onu konuşalım, bir başkasını değil. Kimisi “ben 20 yıldır bunu yapıyorum” diyebilir, 20 yıldır yapıyorsan üzerinde zaten bir sürü kirlilik var, kendinle çok uğraşman lazım. Herkes kendi performansını kendi süreciyle yaşıyor, bırakalım kendi bulsun. Provaya başlarken yeni katılanlara bunu hatırlatıyoruz. Ödevler yapıyoruz. Herkes bir kitap listesini okumuş olarak geliyor, çünkü ortak bir şeyler konuşmak için ortak kavramlar olması gerekiyor. Bir de bunu pratiğe dönüştüren kısım var. Bir resim ya da müzik getirmesini isteyebiliyoruz. Hamlet nasıl bir oyun, müziği nedir? Böylece Hamlet durumunu oyuncunun ifade edebilmesini hedefliyoruz.
Bu ödevler aslında oyunu birlikte kurmayı malzemeyi ortaklaşa oluşturmayı da sağlıyor değil mi?
Kemal Aydoğan: Aynen öyle. Mesela “Bu Hamlet değil.” diyor, “Neden?” diyorsun ve bir tartışma başlıyor. Birden ilişki doğmaya başlıyor. Biz her çalışmaya mutlaka çocuk oyunu ile başlıyoruz. Bir ısınma yani bedensel ısınmanın da biraz daha ötesinde. Bu tam bir ekip olma hali aslında. Çünkü tek tek kişiler değil, ekip oynar oyunu.
“SEYİRCİ BİZDEN SHAKESPEARE İZLEDİĞİNDE NEYLE KARŞILAŞMAYACAĞINI BİLİYOR”
Çalışma notlarına bakıldığında sahnelemeye dair pek çok tercihin grup içinde tartışılarak ortaya çıktığı görülüyor…
Timur Acar: Hamlet’i nasıl oynayacağımızı başta bilmiyorduk. Nasıl sahneye koyacağımız hep sorduğumuz bir şeydi ama özel olarak bunun peşine düşmedik, sahnelerin peşine düştük. Prova aşamasında herkes sahnesini çalışıyordu. Nereden çıkacağımız, nerede duracağımız süreç içerisinde ortaya çıktı.
Onur Ünsal: Kemal Abi, “Sen oradan, sen buradan” diyen biri değil. Bizi daha çok olayın manasıyla ilgilendiriyor. Onu nasıl cisimleştirip, sahnede nasıl göstereceğimizi beraber buluyoruz.
Timur Acar: Çünkü ağzınızdan çıkan kelimelerin manasını ortaya koyamadığımız zaman nereden gidersen git, nereden çıkarsan çık, müziği bas arkadan olmaz. Özellikle Hamlet’te bu hiç olmuyor. O yüzden kelimelerin cümlelerin manalarının peşine düşüyoruz. Ophelia bir şeyler buldu, Gertrude bir şeyler buldu, Kral, Claudius, Polonius bir şeyler buldu, o zaman bir şey çıktı ortaya ve tamam böyle oynuyoruz dedik.
Onur Ünsal: Küçük bir dilimizin oluştuğunu düşünüyorum. Daha süssüz ama daha eğlenceli, daha coşkulu bir sahnelemeye doğru gidiyoruz. Dolayısıyla kendi adımıza o dilin ustası olmaya çalışmak güzel bir durum. Nasıl daha iyi yapabiliriz, Hamlet’te neyi yapamadık, bunun üzerine gidiyoruz. Seyircinin bizden Shakespeare izlediğinde neyle karşılaşmayacağını bildiğini düşünüyoruz, bu güzel bir şey.
Türkiye dışından çağdaş yazarların metinleri yorumlanırken, bugün burada oynandığında evrensel olan ya da bizi ilgilendiren mesele keşfedilmediğinde izlenirlik zorlaşıyor. Bütün Çılgınlar Sever Beni ve 6 Oyuncu Yönetmenini Arıyor bu handikap ile başa çıkabilmiş oyunlar. Nasıl bir dramaturji çalışması yürüttünüz?
Kemal Aydoğan: Herhangi bir oyun Amerika’yı, Afrika’yı, Hindistan’ı anlatıyorsa bunun üzerine Türkiye’de bir çalışma yürütmenin abukluk olduğunu düşünüyorum. Bir sürü sosyoloğun, felsefecinin bilgisini, bir habitatı reddediyoruz demektir. Jestlerimizle bir şey yapıyorsunuz çünkü. 6 Oyuncu Yönetmenini Arıyor’da, kapitalist sektörde, bireylerin aşındıklarına, karakterlerini kaybettiklerine dair bir oyun izliyoruz. Biz de burada aynı problemleri yaşıyor muyuz, önce onu tartışıyoruz. Oyuncuların solucanlaşması, solucanımsı bir karaktere dönüşmesi burada da oluyor mu? Herkes kendi deneyiminden biliyor ki oluyor. Biz de burada yapımcıdan hiçbir şey talep edemiyoruz Allah gibiler. Ünlü olan parayı kapar, aynı şeyler oluyor. Dolayısıyla bunu anlatmak istiyoruz. Önümüze hem kapitalizmi koyalım, sektörü koyalım, hem de oyuncunun olmak isteyip de olamadığı halini koyalım. İngiliz’in jesti orada doğmak ve o hayatı yaşamakla mümkün, öbür türlü mümkün değil.
Onur Ünsal: Shakespeare’de de öyle, nasıl Danimarkalı bir prens nasıl olunur bilmiyorum mesela. Aslında izleyenin de bir fikri yok. Dolayısıyla Danimarkalı prens olmuş muyum olmamış mıyım onun mercii o değil. Beni adamın konumu ilgilendiriyor. “Danimarkalı bir prens sahnede göremedik…” daha da göremeyeceksin…
Kemal Aydoğan: 6 Oyuncu Yönetmenini Arıyor, tiyatroda kurduğumuz dünya ve konuştuğumuz pek çok şeyle dalga geçen bir oyundu. Bütün Çılgınlar Sever Beni’de 3 tane oyun ismi var 3’ü de mitolojik kahraman. Yazar kendi dünyasında gündelik olana değil mitolojik olanla gün arasındaki ilişkiye atıfta bulunuyor. Biz de bunu kendimize çekebiliriz. 6 Oyuncu Yönetmenini Arıyor’da yazar oyuncuların adlarını şöyle yazmış; a, b, c, d, e, f, yönetmen de g. Takılmayın diyor yazar, onlar biri değil, çok rastlayacağınız kişiler.
Timur Acar: Amerika’da ya da İngiltere’de olmanızla ilgili değil, oyunculukla ilgili bir şey biliyorsanız o bu diyor.
Stefan Tsanev daha önceki senelerde de sahnelemeyi tercih ettiğiniz bir yazar. Hatta bu sene Moda Sahnesi’ne konuk olmuş…
Kemal Aydoğan: Harika bir insan, benim çok sevdiğim bir oyun yazarı. Bulgaristan elçiliği ile ilgili başka bir şey için Türkiye’ye geldiğinde bizim Bütün Çılgınlar Sever Beni oynadığımız öğrenmiş. Türkiye’de ilk defa oynanıyor, Tsanev de merak etmiş elçilik getirdi onu oyuna. Ailece geldiler. Bulgaristan’da komünist parti hakimken Sofya’nın dışına sürülmüş aykırı biri. Oyunlarında sürekli bir durumu iki kere tekrar ediyor. Birinde trajedi birinde komedi oluyor. Jeanne D’arc’ın Öteki Ölümü de öyleydi. Her cümleyi mutlaka bir kere daha duyduğunuz bir durum vardı. Birinde başka türlü, birinde başka türlü bir dünya anlatıyor. Grotesk bir dünyası var Tsanev’in. Ben groteskin önemli bir olanak olduğunu düşünüyorum. Gezide ortaya çıkan “Çare Drogba” ya da “Ay resmen devrim”de de grotesk olanın devreye girdi, bu direniş için büyük bir olanak. Tsanev’de bunun var olduğunu düşünüyorum. Yeni metinlerini bekliyoruz çok keyifli bir yazar.
“MODA SAHNESİ ALTERNATİF BİR SAHNE OLSUN İSTİYORUZ”
Sezon sonuna geldik. Yaz dönemi için bir çalışma programınız var mı? Önümüzdeki dönem için planlarınız neler?
Onur Ünsal: Öncelikle bir tatil yapacağız.
Kemal Aydoğan: Önümüzdeki sezona Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası yapabiliriz. Geçen sene de Hamlet mi, Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası mı diye düşünmüştük. Roberto Zucco olabilir. Kadın Köpek Erkek diye bir Alman yazarın metni var. Geçmişten Gelen Kadın gene bir Alman yazarın… Bu oyunlardan büyük ihtimalle ikisini yapıyor olacağız. Kadın Köpek Erkek 3 kişilik bir oyun, çok kentli bir kadın erkek ilişkisini anlatıyor. Seviyoruz Ama Hiçbir Şey Bilmiyoruz diye bir metin var gene bu Alman yazarlardan ama bir beyefendi haklarını almış vermiyor.
Kendi metinlerinizi yazmayı, oynamayı düşünmüyor musunuz?
Kemal Aydoğan: Bizim kendimizi ekonomik olanı düşünmediğimiz bir noktaya taşımamız lazım. Çok borcumuz var, 2015 sonuna kadar borç ödüyor olacağız. Dolayısıyla konsantrasyonumuz tümüyle bununla ilgili ama romanlardan özellikle hani Sabahattin Ali romanından bir şey yapmak ya da bir metin yazmak olabilir. Türkiye’deki militarist dünyanın birey üzerindeki yansımaları beni çok ilgilendiriyor. Bütün problem burada, sevgi de burada yok oluyor diye düşünüyorum. Bunun anlaşılması üzerine bir oyun yapılabilir, ortak bir çalışmayla, oyuncuların da doğaçladığı yazarların ya da yazarın olduğu bir metin oluşturulabilir. Ama borcun altında kalmak gibi bir gerçeklikle de karşı karşıyayız. Bir sürü şey yapılabilir, kendi metnimizi yazmak, ortak projeler yapmak, kardeş tiyatro grupları ile çalışmak… Bunlar şık şeyler ama önce karın doyması gerekiyor.
Yaz döneminde oyunları oynamaya devam edecek misiniz?
Onur Ünsal: 20 Haziran’a kadar buradayız. Sonra ticari amaçlı olmayacak birkaç turne olabilir. Biz pahalı ekipmanı olan bir tiyatro değiliz. Binlerce ışığımız, yanan, tırlı dekorumuz yok. Bir takım yerlere gidebileceğimizi düşünüyoruz. Yazın büyük ölçüde burası olmayacak ama bana sorarsanız müzik faaliyetleri küçük küçük devam edebilir. İstanbul’da kalanlarla, pek ticari getirisi olmayan ama mekanın devam ettiği bir program devam edebilir. Kadıköylü gruplar var, gelsinler çalsınlar.
Kemal Aydoğan: Sinema yaz dönemi boyuca açık olacak.
İKSV Tiyatro Festivali’ne aktif bir mekan desteği sağlıyorsunuz. Moda Sahnesinde hangi oyunları izleyeceğiz?
Kemal Aydoğan: Yeşim Özsoy Gülan’ın yönettiği Aşk ve Faşizm, Ekip Tiyatrosunun İki Kapılı Ev adlı oyunu, ortak yapım projesi olan Herold Pinter’ın yazdığı Aldatma adlı oyunlar Moda Sahnesinde sergilenecek. Burası açıldığında festivaller için kullanılacak mı diye sordular, biz de kullanılmasını isteriz dedik. Buranın bir festival mekanı olmasında fayda gördük. Çünkü hiçbir festivalin Anadolu yakası ayağı yok. Kadıköy’de son birkaç yıldır enteresan bir hareketlenme var. Geçen yıl Akbank caz festivali CKM’ye gelmişti. Bu yıl da buraya gelecek. Tiyatro, sinema, müzik festivallerine mekan sahipliği yapalım istiyoruz, hatta biz de festivaller yapabilir miyiz diye düşünüyoruz. Sonbaharda ortaklaşa bir caz festivali olabilir, Bgst Organizasyon ile görüşüyoruz. Onur Haziranda mini rock festivali düşünüyor, tiyatro ile ilgili ya da sinemayla bağlantılı şeyler de olabilir.
Moda sahnesi alternatif bir sahne oldu mu?
Kemal Aydoğan: Eh, olsun istiyoruz…
Dila Okuş – Fırat Kuyurtar / Mimesis Söyleşi
1 Yorum
Güzel bir yazı bilgilendirme için teşekkürler