Mimesis Söyleşi – Eskişehir Şehir Tiyatroları’nın oyunu “Özgürlüğün Bedeli” 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında 11 Mayıs Salı ve 12 Mayıs Çarşamba günleri Haldun Taner Sahnesi’nde seyirci karşısına çıkıyor. Oyunun yönetmeni Barış Erdenk ile yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz. [Söyleşi: Eser Dilsöz]
Emmanuel Robles’in Türkçe’ye “Özgürlüğün Bedeli” olarak çevrilmiş olan “Montserrat” faşizm ve direniş üzerine önemli yapıtlardan biri. Hatta günümüze kadar da başından bir hayli yasaklama da geçmiş. Oyun Venezuela’da geçiyor ve halkın kurtarıcı olarak gördüğü Simon Bolivar’ın peşinde olan İspanyol ordusunda yer alan Montserrat’ın Simon Bolivar’a yardımı üzerine sorgulanmasını konu ediniyor. Kısaca oyunun adından anlaşılacağı üzere özgürlüğün büyük bir bedeli var. Her dönemde ya da her yerde baskı koşullarının farklı veçheleriyle karşılaştığımız için oyun da aslında anlamlı bir yere oturuyor. Siz oyunu yorumlarken nasıl bir dramaturjik çerçeve kullandınız? Türkiye’deki koşullarla ortaklık yakaladığınız noktalar oldu mu?
Eskişehir Şehir Tiyatroları 2012-2013 tiyatro sezonunda repertuarını “insan hakları” ve “özgürlük” kavramları üzerinden belirledi. Aslında günümüz meselelerini sahneye taşıma isteği bile kendi başına Türkiye’deki koşullarla bir ortaklık demektir. Özgürlük mücadelelerinde yaşanılan kıyımlar sadece Bolivar dönemine özgü değildir. Dünyanın her köşesinde ve her dönemde aynı acı, insanları çığlık çığlığa bağırtmıştır. Zaten bu metnin sözünün evrensel oluşu ve sahnelemeye olanak tanıyan yapısı oyunu seçmemde etkili oldu. Yorumum “tarihin belli bir noktasında yaşanmış bir olayın aktarılması” üzerinden değil “insanlık onurunun en iyi biçimde nasıl elde edileceğini bilmek” fikriyle biçimlendi. Buna bağlı olarak metin üzerinde yapılan düzenlemeleri de bu fikri pekiştirmek üzere gerçekleştirdim. Örneğin; tutsakların öldürülmesi orijinal metinde, tıpkı Antik Yunan tragedyalarında olduğu gibi sahne gerisinde tasarlanmış. Bu ölümleri sahne üzerine taşıdım. Böylece Montserrat’nın, ölümün karanlık baskısı altında dayanacak gücünün azalmasını sağlayarak, bu gücü bulduğu o sihirli kelime “umut”un da bir o kadar kuvvetlenmesini sağladım. Bu umut, yaşanacak özgür ve daha iyi bir dünya için insanları etrafında toplayacak bir Montserrat’yı var edecektir daima!
Yakın dönemde Türkiye’de karşı karşıya kaldığımız bazı yasaklamalarla birlikte bazı toplumsal tepkilerin oluştuğunu da görüyoruz. Özellikle Gezi olaylarından sonra düzenlenen bazı forumlarda birçok insan aslında yaşadığı koşullara tepkisini dile getirdi. Eskişehir de bu karşı çıkışın gerçekleştiği yerlerden birisiydi ve olaylar maalesef genç bir üniversite öğrencisinin ölümüyle sonuçlandı. Bu koşullardaki bir şehirde oyununuz bir süre halkla buluştu. Oyuna gelen olumlu ya da olumsuz tepkiler nelerdi ve bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eskişehir kent olarak Gezi olaylarının en yoğun yaşandığı kentlerden birisiydi. Ancak olayların başladığı mayıs ayının sonlarında “Özgürlüğün Bedeli” oyunu sezonunu tamamlamıştı ve bu yüzden seyircinin, oyunu olaylarla-olayların nedenleriyle nasıl ilintilendirebileceğini görememiş olduk.
Ancak oyunun sözünden ve Gezi olaylarının oluşma nedenlerinden tahmini bir sonuç çıkarabiliriz. Oyunda; Montserrat, Bolivar’ın kaçabilmesi için her türlü işkenceyi göze alır. Ancak onda çok daha ağır bir işkence denerler. Altı kişinin ölümüne onay vermek. Başka bir deyişle altı kişinin ölümüne neden olmak. Bu Montserrat için ölümcül bir vicdan yükü ve çok ağır bir bedeldir. Ölen altı kişi için ise bir ülkenin özgürleşmesine karşılık canlarını feda etmek demektir. Altı kişiden ikisi halkları ve onların özgürlükleri adına hayatlarıyla bedel ödemeyi kabul ederler.
Gezi olaylarında da ölenler ve kalıcı şekilde yaralananlar oldu. Ödenen bedellerin oyundakilerle örtüştüğünü ve bu yüzden aynı dönemde oynansa, oyunla kurulan bağın ve etkisinin çok daha fazla olabileceğini zannediyorum.
Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nin oyuna yönelik eleştiri yazısında oyunda kullanılan mizansen, repliklerin akışkanlığı, sahne trafiği, oyunun müzikleri ve kostümlerle birlikte çok iyi bir uyum içerisinde sergilendiğinden bahsediyor. Bahsedilen bu bütünlüğü yakalamak adına nasıl bir çalışma düzeni oluşturdunuz? Biraz çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Bir oyunun sahnelenmesi aşamasında ve ortaya çıkan sonuçta eğer bir bütünlük var ise –ki öyle olmalıdır- bunun temel nedeni bağlamı olması ve oradan hareket etmesidir. Sadece o bağlam oyunun dekor, kostüm, oyunculuk, müzik ve en nihayetinde rejisini uyumlu bir şekilde belirler. Bu açıdan bakıldığında ben “Özgürlüğün Bedeli” oyununda çıkış noktasını “Kontrgerilla” fikri üzerine kurdum. Orijinalinde oyun, hasta bir şekilde kaçan özgürlük savaşçısı Bolivar’ı yakalamak için her yolu deneyebilecek bir İspanyol subayından hareketlenir. İşte ben bu subayın ve emrindeki yardımcılarının İspanyol “Kontrgerillası” olduğu fikrinden yola çıktım. Böylece Bolivar sorgusu insanlıktan çıkmış, aşağılığın da aşağılığı bir güruh tarafından yapılmış oldu. Bu bakış da dekoru belirledi; İspanyol subaylarının üs tuttuğu büyük bir taş bina düşünün. O binaya girmek bile ölüme çok yaklaşmak anlamı taşırken, ben o binanın mahzeninde rutubetli, tekinsiz bir mekânı kullandım. Işığı etkiledi çünkü soruşturma mahzende geçtiği için yarı karanlık bir ortam oluşturularak var olan ışığın sadece küçük deliklerden sızması sağlandı. İspanyol askerlerinin bile korkuyla baktığı bu kopuk grup elbette ki askeri bir giysiden çok işledikleri cinayetleri, yaptıkları işkenceleri daha rahat uygulayabildikleri bir giysiye ihtiyaç duyacaklardı. Bunlar dönemin askeri kıyafetlerinden esintiler taşıyacak ancak bozulacaktı. Böylece “bağlam” kostümü etkilemiş oldu. Ve en nihayetinde mizanseni de etkileyerek daha yüksek bir iç-dış aksiyonu gerçekleştirdi.
Yakın zamanda Türkiye’de kültür-sanat alanında da çok ciddi yasaklamalar olduğunu günden güne görüyoruz. TÜSAK gündeminden, oyunların yasaklanmasına, istenmeyen filmlere +18 ibaresi konarak kısıtlamalar getirmeye kadar. Sizce bu durum Türkiye’de sanat yapan kişilerde bir otosansür mekanizması yaratacak mı? Yoksa bir karşı çıkışın örgütleneceğini düşünüyor musunuz? Sizce sahnelerde bu karşı çıkışı destekleyecek projeleri görebilecek miyiz?
Oyunların yasaklanması, filmlere +18 ibarelerinin konması ya da yayıncıların-yapımcıların geliştirecekleri otosansür elbette sanat eserlerini nitelik-nicelik olarak etkileyecektir. Ancak bu geçicidir. Antik Yunan’da, Ortaçağ’da da sanat üzerinde çeşitli baskılar, yönlendirmeler ve yasaklamalar olmuştur. Ama o dönem bile yok edilemeyen yaratma, dönüştürme, eleştirme isteğinin bu yüzyılda yok edileceğini ya da ehlileştirileceğini düşünmek saflık olur.
Filmlere +18 ibaresinin konulmasıyla ilgili; bir kurul bir filmin ahlaka aykırı olduğuna karar veriyor. Peki, o kurulun o kararı nasıl aldığı, hangi ölçütlere göre değerlendirdiğini nasıl bileceğiz? Kimin ahlak ölçülerine göre bu karar alınmıştır? Dolayısıyla bu çok sübjektif bir değerlendirme şeklidir ve sakattır. Ayrıca birinin 17 yaşında zarar görüp 18 yaşında etkilenmeyeceği ahlaki norm nedir acaba? Ve yeni aldığım bir haber “İtirazım Var” filmine konulan +18 sınırı +15’e çekilmiş. Merak ediyorum bu sınırı kim koymuştu ve şimdi neden üç yıl geriye çekti?
Net bir şekilde ortadadır ki bu yasa özel tiyatroları da bağlıyor gibi görünse de asıl amacı ödenekli kurumların tasfiye sürecini başlatmasıdır. Böylelikle bu kurumların kontrolü kendi ellerinden çıkarılmış olacaktır. Ödenekli kurumların kapatılması ve özerkliğini yitirmesi ülke sanatına belki de geri döndürülemez zararlar verecektir. Ayrıca TÜSAK’la ilgili pek çok belirsizlik görülüyor. Örneğin özel tiyatrolara yardımların artacağı maddesi var ancak bu yardımların nasıl ve hangi kurullardan dağıtılacağı, bu kurulların özerkliği, yardımı alacak oluşumların o kurullardaki temsili gibi bölümler belirsiz.
Şurası çok açık her hareket karşı hareketini doğurur. Dolayısıyla bu ürkek ortam sanat üretimi açısından çok daha zengin bir döneme neden olacaktır.