Persepolis

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Bilal Akar

“Düşmanın yalanına aldırış etme hafız,

Doğru söylese zaten onunla savaşmayız!”

Hafız-ı Şirazi

Sigarasını yakmış genç bir kadının ağzından Kadim pers diyarı söylencesi…

eutt sigarali kadin

Bin bir gecenin esrarını kaybetmiş, Hafız ve Hayyam’ın rubailerini reddetmiş, Mantıku’t-Tayr kuşlarının birer birer yorgun düşüp terk eyledikleri bir Fars diyarı anlatısı Persepolis. Tarihsel olarak Hafız’ın şehri Şiraz’ın yakınlarında yer eden bu kadim şehir Marjane Satrapi’nin kitabına isim olmuş. Çoğumuzun animasyon filmiyle tanıdığımız bu eser, EÜTT(Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu) tarafından 27 Mart’tan itibaren sahnelenmekte. Bu yazıda oyunun özetinden ziyade izleyen seyircilerin ve sahneleyen grubun daha rahat anlayabileceği bir yapı kurmak istiyorum.

İran İslam Devrimi’nin hemen öncesindeki halk hareketinden başlayarak devrimi, devrimin İslamileştirilmesini, devrim sonrası İran’ı ve Batı’da İranlı olma hallerini işleyen bir izleğe sahip olan Satrapi’nin anlatısı, EÜTT tarafından kitap esas alınarak sahneye taşınmış. Geçen seneyle birlikte yenilenen bir kuşağa sahip olan grubun oyun kurma bağlamında kendini denediği işlevli bir seçim olmuş.

Dimağlarımızda çokça yankılanan “Türkiye’nin İran olma hali” şüphesiz seyircinin oyuna bakışında da yer buluyor. Öte yandan şahın devrilmesinden sonraki süreci bir kenara koyarsak iki ülkenin çok da farklı yollar izlemediği göz ardı edilen bir gerçek. Rus-Osmanlı ikileminde bir İran, yüzyıl başında şaha karşı düzenlenen askeri hareketler, 1908 yılında İran’da petrolün keşfiyle ve İngiliz donanmasının petrollü gemilere geçmesiyle başlayan egemenlik çabaları, “İttihat ve Terakki”vari örgütler, başlatılan batılılaşma reformları, ikinci dünya savaşı esnasında Nazilerle flörtleşmeler… Örnekler çoğaltılabilir… Satrapi’nin hikayesi 1979 devriminin hemen öncesinde başlıyor. İki güçlü muhalif hareketin komünizm ve İslamcılığın eylem alanında de facto bir birliktelikle şahı devirmesi sonrasında mollaların iktidarı nasıl ele geçirdikleri ve durumu analiz edip müdahil olmakta geç kalan bir sol hareketin tasviri yapılıyor. İslam devriminden hemen sonra gerçekleşen Irak saldırısı ise oyunda hakkıyla işlenmiş. Bu konuya dramaturjik olarak ilerde daha ayrıntılı olarak değineceğim.

EÜTT, oyunun üslubu ve anlatısıyla paslaşan bir sahne tasarımı yapmış. Sahnenin arkasında yer alan 3 büyük beyaz perde, arkasında konuşlandırılmış ışıklarla oynanan gölge oyunlu sahneler oyunun anlatısına ve hikayesine hizmet eder mahiyette. Bunun dışında anlatı göreviyle sınırlandırılmış ve sahne aralarında şarkılarla bir önceki bölümün özetini ve sonraki sahnenin haberciliğini yapan bir koro. Bu çok parçalı yapı Satrapi’nin hikayesinin sahneye koymakta oldukça başarılı olmuş zira böyle bir reji tasarımı dışında hikayenin tarihsel, toplumsal arka planı ve oyunun baş karakteri Marjane Satrapi’nin karşılaşmaları ve kişisel deneyimlerini anlatmak pek kabil durmuyor. Buradaki kişisel deneyim tabiri, elbette yapısal ve tarihsel deneyimlere tekabül ediyor yoksa kastım yalıtılmış bir bireyin hisleri değil. Yine de bu derece güçlü ve karmaşık bir arka planın seyirci nezdinde ne derece yankı bulduğunu kestirmek güç. Evet, oyunun temel anlatısı Satrapi’nin küçük bir kızken başladığı tanıklık ve mücadele hali. Ancak her anlatı, toplumsal, siyasal arka plana bağlı olarak geliştiği ve ona atfen şekillendiği için kimi zaman boşluklar oluşabiliyor. Bunda hikayenin girift yapısı kadar seyircinin imgelemindeki basmakalıp İran resmi de etken. İran sol hareketinin tarihine veyahut kültürel ve ekonomi alanındaki millileşme çabalarına hakim bir seyirci profili nadir olarak mevcut.

İki perde olan oyun, grubun rejisi tarafından kurgulanan hikayeye dayanıyor. Satrapi’nin sunduğu malzeme kesinlikle çok çeşitli ve geniş. Böyle bir yoğunluğun içerisinden anlatıya zarar vermeden kesintiler yapmak oldukça meşakkatli. EÜTT, takip edilebilen ve çoğunlukla boşluk bırakmayan bir izlek kurgulamış. Ancak kullandıkları malzemenin hala çok olduğu kanaatindeyim. Zira iç öykü dışında oynanan gölge oyunları, koro girişleriyle seyirci bir bombardımana tutuluyor. Bu durum özellikle ikinci perde için daha geçerli. Zira ilk perdede Satrapi’nin başından geçenleri daha kesintisiz olarak izleyebiliyoruz. İkinci perde de Satrapi’nin büyümesi ve ailesi tarafından Viyana’ya gönderilmesi, orada yaşadığı kimlik çatışması, İran’a dönmesiyle birlikte arada kaldığı kültür farklılıkları, evlenmesi, değişen sosyal hayat, İran-Irak savaşı… Oyun sonrası yaptığımız sohbetlerde grup üyeleri kimi turnelerde benzer eleştiriler aldıklarını söylediler. EÜTT’nin birçok üniversite tiyatrosunun zorlandığı bir şey olan oyunu bir sonraki sene de oynama konusundaki kabiliyet ve organizasyonlarını da göze alırsak oyunu yeniden ele alırken daha sağlıklı yaklaşacaklarına inanıyorum. Kalabalık ve yeni bir kuşakla sahnelenen oyun, kurgu ve oyunculuklar üzerine biraz daha çalışılarak kalitesi bir kat daha artırılabilir. Yeri gelmişken, oyuncuların, hem çatı hem de yan karakterlerde tutarlı bir çizgileri var. Sahnelerin hemen hepsinin doğaçlamalarla oluşturulduğu da göz önüne alınırsa bu zorluğun üstesinden başarıyla gelindiği söylenebilir. Ancak, doğaçlamalardan kalma bazı fazla aksiyonların eksiltilmesi sahnelerin biraz daha temizlenmesi, oyunculukların biraz daha sadeleştirip kimi çatı karakterlerin derinleştirilmesi gerekiyor.

Oyun dramaturjik olarak, günümüz Türkiye’sinde muhalif hareketlerin bir kısmına sirayet eden İslamofobi sığlığından çok çok uzakta. İktidarın baskısı ve toplumsal mühendisliği sahnede gösterilerek müdahaleler nedenselleştirilmiş. Ara sahnelerde gösterilen medya odağı da bu dramaturjiye katkı sağlıyor. Bu kısmın da biraz daha güçlendirilebilir. İktidarın sadece kaba kuvvetten ve polisiye yöntemlerden ibaret olmadığı algısı daha da vurgulanabilir. Gerçi içinde yaşadığımız ülke şartlarında iktidar dahi böyle ince mekanizmalara ihtiyaç duymadan kaba kuvveti tek yol olarak görerek hareket ediyor ama… Neyse iktidara farklı yönetişim mekanizmaları konusunda nasihat vermeye çalışmak pek bu yazının amacı değil.

Oyunun devrim sonrası önemli bir vurgusu da İran-Irak savaşı esnasında yaratılan “şehit” güzellemesi ve bu yolla devrimin sorgulanmasının bertaraf edilmesi. Kendisi de Mahabad kökenli olan Prof. Abbas Vali’nin bu savaşı anlatırken kurduğu bir cümleye yer vermek istiyorum: “Saddam iyi bir komutan olabilir ama kesinlikle kötü bir tarih öğrencisidir. İnsanlar, dış saldırıya uğrayan yeni bir devrimi, kendi yaşam alanlarını savunurken, devrime, iktidara karşı olan sorgulamaları bir kenara bırakırlar.”Buna en iyi örnek ise Rus istilasından çekinen Alman işçi sınıfı önderleri, Kautsky ve yoldaşlarının kayserin savaş bütçesine onay vermesi ve emperyalist burjuva savaşının binlerce cana mal olmasıdır. İran örneğine baktığımızda bir sene sonraki Irak saldırı karşısında artan Pasdaran-ı İnkılap, nam-ı diğer Devrim Muhafızları sayısı oldukça fazla. Askeri teknolojisini ve uyguladığı stratejik taktik birinci dünya savaşından kalma olan İran, sayısal üstünlüğünü kullanarak savaşı uzatmakta kabil olmuştu. Bu sürede yaratılan savaş toplumu, İslam devriminin tüm kurumları ve iktidar mekanizmalarıyla yerleşmesi için oldukça uygun ortam sağlamıştı. Persepolis’te bu toplum mühendisliği de oldukça net olarak yer alıyor.

Son olarak değinmek istediğim bir diğer dramaturjik nokta ise “halk”. Hem animasyon film de hem de EÜTT’nin oyununda halk “maruz kalan” bir mahiyette göze çarpıyor. İktidarın baskısı ve hamleleri tasvir edilirken ona karşı geliştirilen tepkiler tamamen görünmez olmasa da zayıf kalıyor. Buna benzer bir eleştiri grubun bir kaç sene önceki Ayak Bacak Fabrikası oyununun fuayesinde de dillendirilmişti. Oyunun kurgusu açısından nasıl vurgulanabileceğini tam kestiremesem de bu eksiklik hissediliyor.

Kostümlerde ise sade bir tasarıma gidilmiş. Siyah tişört-pantolonun üstüne giyilen yelekler, takılan aksesuarlar ve yüzlerdeki makyajlarla belirli ayrıştırmalara gidilmiş. Oyuna hizmet eden işlevli bir kullanım. Yine de EÜTT kendini biraz daha zorlayıp daha deneysel bir tasarım deneyebilirdi. Grubu yıllardır takip eden bir seyirci olarak, biraz da ukalalık yaparak böyle bir tercihin oyunun görsel niteliğini artırabileceğini söyleyebilirim.

Persepolis, EÜTT açısından kadronun ortaklaşa sahneleyebildiği, katkı verebildiği bir oyun olarak izleniyor. Her ne kadar sürecine tam anlamıyla vakıf olamasam da üniversite tiyatrolarındaki bu kuşak yenileme döneminin ne kadar sancılı olabildiğini kestirebiliyorum. Bir sonraki senenin prodüksiyonu için iyi bir deneme alanı olmuş. 2015 için düşündükleri Camus uyarlaması için kurgulama ve oyunculuk çalışması alanında takdir edilebilecek bir eğitim prodüksiyonu olarak nitelendirilebilir Persepolis.

Grup oyunlarını hem Ege Üniversitesi Kültür Evi’nde hem de çeşitli üniversite şenliklerinde oynamaya devam ediyor.

http://eutt.org/

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Bilal Akar

Yanıtla