Bana William Deyin – Özdemir NUTKU
Hakan İsmail Şiriner
Bir Kolaj-Metin Olarak Bana William Deyin
Modernist ve avangardist sanatın, konvansiyonel olanı aşma dürtüsünün, sanatın her alanında sarsıcı ve yıkıcı değişikliklere neden olduğu bilinen gerçek. Modern edebiyatın öncüleri James Joyce, Robert Musil ve Marcel Proust gibi isimlerin gerek özde, gerekse biçimde getirdikleri keskin yeniliklerin hızı kesilmeden Tristan Tzara’nın, Andre Breton’un, Alfred Jarry’nin avangardist metinleri ortaya çıkmış ve giderek post-modern edebiyatın içinde anılan Georges Perec’ten, Raymond Queneau’ya uzanan yazarların çok-sesli, parçalı ve kopuk yapıtları meydana çıkmıştır.
Özellikle post-modernist edebiyatın çoğulculuğu, çok sesliliği, söyleşimciliği, parçalılığı, kopukluğu dolayımında konvansiyonel biçimin yerinden edildiği birçok teknik kullanılır. Kolaj tekniği bunlardan sadece bir tanesidir. Bununla birlikte post-modernist edebiyatın kullandığı birçok tekniğin geçmişte kullanıldığını da görmek de mümkün. Sözgelimi: Cervantes, Don Quijote de şövalye romanslarından parçaları birebir alıntılayarak kullanıyordu.
Kübizmin sentetik döneminde[1] Picasso ve Braque, yeni form ve malzeme arayışı içerisinde tuvale boyanın dışında gazete küpürü, kumaş, cam gibi farklı, buluntu malzemeleri yapıştırarak resimde kolaj tekniğini uygularlar: “Resim dışı unsurları biraraya toplayıp montajlamaya dayandığına göre, kolaj yöntemi, içerisinde yer aldığı yapıtta bir ayrışıklık yaratır. Öyleyse Braque ve Picasso’nun yapıtları da bir süreksizlik, kopukluk, ayrışıklık özelliği sunarlar. Resim yapmaz ayrışık unsurları biraraya getirirler. Bu bakımdan kolaj bir alıntı işlemi gerçekleştirir.”[2]
Bakhtin ve Angenot’nun söylediklerinden hareketle, başka yapıtlardan alınan metinsel unsurların bir söyleşim süreci başlattıkları görülüyor.[3] Bu söyleşim bizi Bakhtin’in diyalojik ilkesine, çok katmanlılık, çok seslilik kavramlarına götürüyor. Aragon’a göre ise kolaj bir yönüyle alıntı ile türdeştir; kolaj yapmak alıntılamaktır. “Her alıntı bir kolaj olarak görülebilir” diyor Aragon ve ekliyor:“Şiir, roman gibi plastik olmayan sanatta, imzalı bir alfabeden sokakta yerden alınan bir mektuba kadar, kolajların var olduğunu kabul ettiğimiz andan başlayarak yazgısal olarak kolaj ve alıntıyı birbirine karıştırmaya, başkasının yazdığı şeyi ya da reklam, duvar yazısı, gazete makalesi vb. günlük yaşamdan alınan her metni kendi yazdığımız şeye aktarma işini kolaj olarak adlandırmaya başladık.”[4]
Bir tür alıntılama olarak beliren kolaj tekniği, edebiyat metinleri kapsamındaki her türlü alıntı ve göndermede olduğu gibi metinlerarasılık’a (intertextuality) dahildir:
“Romanda kolaj, yaygın olarak malzeme bakımından [harfler, sözcükler, gramer] türdeş; bu malzemelerin yarattığı formlar [sözlük, ansiklopedi, makale, çalışma notları/müsvedde, dipnot], bu formların ait olduğu kurmaca ve kurmaca olmayan edebi türler [tiyatro, şiir, destan ve mektup, günce], buna bağlı olarak yaratılan söylem tarzları [estetik, iletişim, bilim] ve nihayetinde yönelinen izleyici kitle [öğrenci, gazete/makale okuyucusu, haber alıcısı] gibi temel ölçütler bakımındansa türdeş olmayan, çok farklı alanlara/hedeflere hitap eden, bu bağlamlar içerisinde işlevsellik kazanmış “metin”lerin bir ana metin fonu üzerine serpiştirilerek yapıştırılması tarzında uygulanmıştır. Nadiren, malzeme bakımından türdeş olmayan “parça”larla oluşturulan kolaj uygulamalarının da bulunduğunu bu arada belirtelim.”[5]
***
Bana William Deyin, Özdemir Nutku’nun Plautus’dan, Shakespeare’den, Çehov’dan, -Hülya Nutku’nun deyişiyle- anlamlı bir bütün oluşturmak üzere parçalar alarak kurduğu[6] bir kolaj metindir. Nutku’nun daha önce kolaj-metin olarak Çehov oyunlarından Kül Altındaki Kor ve Shakespeare tragedya ve komedyalarından Geceler ve Gündüzler’i yaratıp sahnelediğini de eklemek gerek.
Plautus’un Palavracı Asker adlı komedyası oyunun içinde Oscar’ın hâlihazırda oynamaya hazırlandığı oyunun metni olarak bulunmaktadır. Oscar ise sıkıcı bulduğu bu metni bırakıp Shakespeare’in tragedyalarına, komedyalarına yönelir. Shakespeare parçaları bu noktada belirmektedir.Kral Lear’ın fırtına sahnesi tiradı, Hamlet’in Ophelia ile olan diyalogu, Venedik Taciri’nin soytarısı Lancelot Gobo’nun, Beğendiğiniz Gibi’de Jacques’ın tiradı, On İkinci Gece’nin soytarısı Feste’nin bir sahnesi, Romeo Juliet’den Romeo ve Othello’dan da Othello’nun bir tiradı. Tüm bu parçaların yanı sıra Çehov’un iki öyküsü de Oscar’ın başından geçen hikâyelere eklemlemiştir. Oscar’ın pansiyonda kaybettiği çizmelerini aktardığı bölüm Çehov’un Çizmeler öyküsünün bir türevidir. Oyunun bütününü de kapsayan ‘oyun içinde oyun’, ‘anlatı içinde anlatı’ özelliği, alıntılanan bu öyküde de kendini açık eder. Özdemir Nutku’nun Çehov’dan alıntıladığı öyküde, Çehov da Perrault’dan Mavi Sakal masalını alıntılamıştır.
Yine Oscar’ın, kavuşamadığı gençlik aşkı Lisa’yı unutamamasının etkileri oynadığı Shakespeare oyunlarında etkisini gösterir. Hamlet’i oynarken Ophelia’da, Othello’yu oynarken Desdemona’da Lisa’yı bulur, anar. Burada bir parantez açarak belirtmeli: Hamlet’in Ophelia’ya manastıra kapanmasını tavsiye eden bölümünü, Othello’nun Desdemona’yı öldürdüğü sahneyi oynaması gerçekte Lisa’nın hayalinden kurtulmak isteğinin göstergesi olarak yorumlanabilir. Dolayısıyla seçilen parçalar oyun içinde oyun’a dâhildir.
Soytarı–Palyaço İkileminde Oscar
Evi bile olmayan, pansiyon köşelerinde pinekleyen, bir taşra tiyatrosunda ucuz bir vodvil oyuncusu bir palyaço olan Oscar’ın iç burkan yaşamından bir kesit sunar Bana William Deyin; ve giderek bunun Oscar’ın yaşamının son kesiti olduğu görülür. Bu Shakespeare aşığı ihtiyar oyuncunun hayattaki en büyük arzusu, bir Shakespeare oyununda başrol oynamaktır.
Bir Shakespeare tutkunu olan Oscar’ın özellikle oynamak istediği Shakespeare karakterlerinden biri Kral Lear’dır. İlk oynadığı rol, Kral Lear oyununda çok kısa ve dalkavukça bir rolü olan Oswald olur ve bu oyunda soytarıyı oynayan oyuncuyu kıskandığını söyler. Bu durum Oscar’ın dünyasında palyaço ve soytarı ayrımının belirlenmesi adına da önemlidir. Palyaço oynayarak geçimini sağlayan Oscar, Shakespeare soytarılarını palyaçodan ve dalkavuktan ayırır: “Çünkü palyaçoların işi sadece güldürmektir; Shakespeare soytarılarının işi doğruları söylemek ve düşündürmektir.”[7]
Bana William Deyin’de bu palyaço ve soytarı ayrımından sonra Oscar Shakespeare’in soytarılarının parçalarını da oynar. Önce Kral Lear’ı oynarken Lear’ın soytarısını da anar, sonra Lancelot Gobo ve Feste’nin parçalarını oynar. Lear’ın soytarısının Kral’a verdiği cevapları örnekleyerek onun çok akıllı bir soytarı olduğunu söylüyor: “Bu akıllı kaçığın sözleri beni hep etkilemiştir. Çok akıllı bir soytarıdır doğrusu.”[8]
Oscar’ın soytarı ve palyaço ayrımını yapması anlamlıdır. Palyaço sadece güldürünün temsili iken Soytarı humor kullanarak hakikati ifşa edeni temsil eder. Veselovsky, “Ortaçağ’da soytarı, nesnel olarak soyut hakikatin yasa tanımaz habercisidir”[9] der. Barry Sanders ise Elizabeth döneminde soytarıların daha çok tiyatro yapıtlarından ve bu yapıtlar içinde de en önemli kaynak olarak Shakespeare oyunlarından tanındığını söylüyor: “Oyunların güvenli barınağı içindeki soytarılar, yalnızca düzmece, budalaca bir masumluğun koruyucu kılıfı altında değil, yapıtın verdiği yetki, olay örgüsünün tasarımı ve dramatik eylemin gereklilikleri yoluyla da gerçeği cesurca iktidara söyleyebiliyorlardı.”[10]
Oscar’ın gördüğü düşlerden birinde Shakespeare, Oscar’a “siz de bir soytarı havası sezinliyorum; benim soytarılarımı denesenize”[11] der. Freud, Düşlerin Yorumu’nda rüyanın bir boyutunun da kişinin yaşamda gerçekleştiremediği bir durumun düşler yoluyla gerçekleştirilmesi olduğuna değiniyordu. Oscar, yaşamı boyunca var edemediği Shakespeare oyuncusu kimliğini bir düşle var etmeye çalışıyor. Düş sahnesi, sanrı sahnesine dönüşüyor ve yaşam gerçekliği düş gerçekliği ile iç içe geçiyor.
“Ne dedi Shakespeare: ‘Soytarılarımı denesenize’, demedi mi! Belki benim yeteneğimi o da sezinledi. En iyisi büyük tiradları bırakıp Shakespeare soytarılarına yönelmeliyim. Shakespeare soytarılarının genellikle adları yoktur. Lear soytarısının adı verilmez, ama 12. Gece’de Feste var, Beğendiğiniz Gibi’de Touchstone, Venedik Taciri’nde Lancelot Gobo…”[12]
Persona/Gölge-Ben ve Anımsatma ya da Gizli Anıştırma Öğeleri
Oscar’ın Shakespeare oyunlarına dair yaptığı yorumlar palyaço ve soytarı ayrımını yapmakla kalmaz. Hamlet ve Othello üzerine de düşünce belirtir. Oscar’ın bu görüşlerinin arkasında kuşkusuz yazarı Özdemir Nutku’yu görüyoruz. Spender, modernlerde ‘ben’in bir maskeye ya da bir persona’ya dönüştüğünü söyler.[13] Özdemir Nutku’da adeta bir persona, gölge-kimlik olarak varlığını hissettiriyor oyunda.
Hamlet’i oynadığı bölümün ardından “aslında Hamlet, Danimarka Sarayı’nın tek temiz ama bilinçsiz insanı olan Ophelia’yı bu pisliklerden uzaklaştırmak istediği için böyle acımasız davranıyor”[14] yorumunu yapıyor Oscar. Bu yorumun hemen arkasından yine yazarın düşüncelerini ifade ettiği diyebileceğimiz, siyaset, dünya ve düzen eleştirisi geliyor:
“Dünya mı adaletsiz yoksa bizler mi bozuyoruz dünyanın adaletini? Barış isteriz ama hep savaşırız. Çünkü silah tüccarları tetiktedir. Her an her yerde bir savaş çıkartabilirler. Ama barış da nankördür; varoluşunu savaşa borçlu olduğunu hiç bilmez. Ne bitmez tükenmez bir çatışmadır insan yaşamı!”[15]
Bilindiği gibi soytarı figürü felsefi olarak da sosyal olarak da hakikati hem de iktidarın yüzüne söyleyen figürdür. Denilebilir ki, kurmaca-soytarı olarak Oscar bu düzen eleştirileriyle bir tür soytarılık mesleğini yerine getirmiş oluyor.
Yine Oscar, çalıştığı Palavracı Asker metni üzerinde değişiklik yaparken, usta bir Shakespeare çevirmeni de olan Nutku’nun çeviri edimine dokundurduğu sezilir: “Blablabla! Asıl bu satırlar zavallı. Çeviren de ne çevirmiş ya. (…) Eminim, Plautus bu replikleri daha doğru yazmıştır.”[16]
Bu durum bir yönüyle, Shakespeare’in Hamlet’te, Hamlet üzerinden oyunculuk üzerine düşüncelerini aktardığı bölümü de anımsatır.
Oscar’ın kendi düş kırıklığını anımsadığı sahnede söylediği “kim bilir Lisa nerelerdedir. Kiminle evlendi, kaç çocuğu vardır. O da doğanın yasalarına uymuş ihtiyar bir kadın olmuştur”[17] sözleri Orhan Veli’nin Aşk Resmîgeçiti şiirinin ilk bölümünü anımsatır.
“Birincisi o incecik, o dal gibi kız,
Şimdi galiba bir tüccar karısı.
Ne kadar şişmanlamıştır kim bilir.
Ama yine de görmeyi çok isterim,
Kolay mı? İlk göz ağrısı.”[18]
Aynı bölümde Oscar’ın kulis çıkışında tiyatroda unutulması da Çehov’un Vişne Bahçesioyunundaki uşağın ev halkı tarafından unutulmasını anımsatıyor.
***
Son kertede Lisa’yı yıllar sonra görebilme şansını kaybeden Oscar, yönetmenin verdiği Lear’ın soytarısı rolünü de ölümüyle birlikte yitirir. Yönetmenin sözlerine karşılık veremez, kaskatı kalmıştır. Shakespeare tutkunu ve kendisi de öyküsü de hüzünlü olan bu ihtiyar oyuncunun son sözleri olan Beğendiğiniz Gibi’dekiJacques’ın tiradı da Oscar’ın yalnızlığını ve bir kenara bırakılmışlığını aktarmak adına anlamlıdır.
“Bütün dünya bir oyun sahnesidir. Kadın erkek bütün insanlar da oyuncular…Her birinin giriş ve çıkış zamanları vardır. Her insan kısa ömrü içinde çeşitli roller oynar.Ve yedi perdeye bölünmüştür hayatları:Ve son perde: bu acı aynı zamanda coşkulu öyküyü sonuçlandıran bölümdür; ikinci bebeklik dönemidir; tam bir unutulmuşluktur. Gözsüz, dişsiz, hiçbir şeysiz.”[19]
KAYNAKÇA
Kitaplar
Aktulum, Kubilay; Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 2007
Freud, Sigmund; Düşlerin Yorumu 1, çev: Emre Kapkın, Payel Yayınevi, İstanbul 1996
Nutku, Özdemir;Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010
Bakhtin,Mikhail; Karnavaldan Romana, Çev: Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, 1.baskı, İstanbul 2001
Sanders,Barry; Kahkahanın Zaferi, Çev: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, 1.baskı, İstanbul 2001
Kanık, Orhan Veli; Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınlar, 23. Baskı, İstanbul 2008
Süreli Yayınlar
Sazyek, Hakan; Kolaj ve Romandaki Yeri, Kitaplık Dergisi, sayı:92, Mart 2006
Tezler
Caner, Fırat; Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, , Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Bölümü, Ankara 2006
[1] Sentetik Kübizm, 1912’de analitik kübizm döneminin ardından gelir.
[2] Kubilay Aktulum; Metinlerarası İlişkiler, Öteki Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 2007, s.223
[3]Ayr. bilgi için: y.a.g.e.; s.224
[4]A.g.e.;s.225
[5] Hakan Sazyek; Kolaj ve Romandaki Yeri, Kitaplık Dergisi, sayı:92, Mart 2006, s.94
[6] Hülya Nutku; “Oscar mı William mı?”, [Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010,] s.8
[7] Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010, s.16
[8]A.g.e.;s.26
[9]Akt. Mikhail Bakhtin; Karnavaldan Romana, Çev: Cem Soydemir, Ayrıntı Yayınları, 1.baskı, İstanbul 2001, s. 115
[10]Barry Sanders; Kahkahanın Zaferi, Çev: Kemal Atakay, Ayrıntı Yayınları, 1.baskı, İstanbul 2001, s.241
[11]Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010, s.38
[12]A.g.e.; s.38
[13]Fırat Caner; Turgut Uyar’ın Huzursuzluğu, , Bilkent Üniversitesi, Türk Edebiyatı Bölümü, Ankara 2006, s.56
[14]Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010, s.33
[15]A.g.e.; s.33
[16]A.g.y.
[17]Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010, s.41
[18] Orhan Veli Kanık; Bütün Şiirleri, Yapı Kredi Yayınlar, 23. Baskı, İstanbul 2008, s. 144
[19]Özdemir Nutku, Bana William Deyin, Mitos-Boyut Yayınları, 1. Basım, 2010, s.49