Sezonun En Sivri Oyunlarından Biri: ‘Kim Korkar Hain Kurttan’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Orta yaşlı bir karı kocanın ıstırap verici aşk-nefret oyunlarını konu alan “Kim Korkar Hain Kurttan/Who’s Afraid of Virginia Woolf”, sezonun sivrileri arasında Oyun Atölyesi yapımı olarak sahnelenmekte.

Düş kırıklıkları, başarısızlıklar, kırgınlıklar, mutsuzluklarla dolu bir yaşam süren ve New England’daki bir üniversite kampüsünde yaşayan orta yaş eşiğindeki çiftimiz George (Tardu Flordun) ile Martha (Zerrin Tekindor), bir gece fakülte partisinden dönerken üniversiteye yeni gelmiş olan genç biyoloji hocası Nick (Şükrü Özyıldız) ile karısı Honey (Nilperi Şahinkaya)’i de evlerine davet ederler. Kendi hayat yalanlarıyla yüzleşme konusunda onlar kadar cesur, yıkıcı ve zeki davranamayan genç çiftin gelişiyle oyun yön değiştirir. Saatler ilerleyip içkinin dozu arttıkça itiraflar başlar, yaşamdaki gizler ortaya dökülür ve genç çiftin durumunun da George ile Martha’dan pek fazla parlak olmadığı ortaya çıkar, falan.

Merak Bu Ya

Merakımı mazur görün sormak istiyorum: Acaba, 20. yüzyılın en önemli Amerikan yazarları arasında adı anılan Edward Albee (1928)’nin 1962 yılında yazdığı bu Broadway oyununun özgün adı olan “Who’s Afraid of Virginia Woolf”e kim ve ne için “Kim Korkar Hain Kurttan” halini aldırmıştır?

Yani Virginia Woolf (1882-1941)’un soyadı dilimizde “kurt” anlamına gelen “wolf” ile nasıl karıştırılmış, bunu hangi çevirmen yapmıştır?

Neden yapmıştır?

Kurttan kim korkmaktadır ya da kim kurttan korkmamaktadır?

Yanıtını bilen varsa ve bildirirse vallahi içtenlikle sevinecek, merakımı gidereceğim.

Tekindor’un Rejisi

Oyunu sahneye pırıl pırıl 25 yaşında bir delikanlı koymuş. Dörtlüyü ciddiyetle çalıştırmış. Dörtlü ve hareketli sahneleri mükemmel yönetmiş, en küçük falsoya izin vermemiş. En önemlisi yazarın yazdıklarına kuş kondurma hevesine kapılmamış, yazarın söylediklerinin dışına çıkmamış. Metni hafiften kırpmış kırpmasına da, bütünlüğü bozmamış.

Diğer taraftan, oyuncuların yaratıcı kişiliklerini geliştirmenin yollarını aramış, onlardaki (elbette ki önceden saptadığı) yaratıcılık kaynaklarını yeniden “keşfetmiş”, korumuş, gözetmiş, genişletmiş.

Bir eleştirim, Albee’nin “kitap kurdu” olarak tanımladığı George’un eline tablet vermeseymiş iyi edermiş.

Yaratıcılar

Yasemin Erkan’ın koreografisi basit, yalın, ama yeterli…

Hakan Özipek ışık tasarımında oyundaki duyguyu, düşünceyi, imajı, zaman kavramını, derinliği, perspektifi bütünlük içinde seyirciye ulaştırmış da, bana sorarsa sabah ışıklarını biraz zayıf kullanmış.

O. Enes Kuzu’nun özellikle perde açan müzikleri pek güzel.

Gamze Saraçoğlu’nun kostümlerine (özellikle Martha’nın kostümlerine) söylenecek söz yok, ama yahu Şahinkaya’nın ince bileklerine o bot giydirilir mi?

Honey’in o kostümü acaba doğru bir seçim mi?

Ali Cem Köroğlu’nun dekor verileri, hiç kuşkum yok ki seyircilerin olayı seyretme anındaki kişisel yaratıcılığını da kışkırtıyor. Kutlanası bir dekor tasarımı… Keşke konyak bardağı yerine viski bardağı kullandırmamış olsaydı!

Bu arada, Asude Zeybekoğlu’nun çevirisini, kendisini ışıklar içinde alkışlayarak anlatmış olayım.

Bir Oyunculuk Ziyafeti

Nilperi Şahinkaya’yı 2011-2012 sezonunda Tiyatro İstanbul yapımı Patrick Marber’ın “Yaklaştıkça” oyununda Alice rolünde izlemiş ve karakterin içsel hareket noktasını çok iyi didiklediğini söyleyerek: “… en sıradan fiziksel aksiyonu sahnede icra ederken bile Alice’i kendi itkileriyle uyum içinde tutmayı başarıyor (tiyatro… tiyatro / Şubat 2012)” demiştim. İçsel, ruhsal imge tutkuları üretiyor, can verdiği Alice’i aynı türden bireysel malzemelerden oluşturuyordu.

Ne mutlu bana ki bu oyunda da aynı becerilerini sergiliyor. Kendisini öveceğim, alnından öpeceğim, ama bir daha “değiştiriyor” sözcüğünü “değiştiriyo” olarak kullanmaması koşuluyla.

Oyuna girerken “dizi artisti” diye burun kıvırdığım Şükrü Özyıldız’dan da özür dileyeceğim. Tiyatromuza yeni bir oyuncu geleceğini sezdiğim için sevineceğim. Yanıt atiklikleri iyi, oyunla özdeşleşebiliyor, görevini disiplin içinde yapıyor.

Flordun ile Tekindor

Geçmişin bilançoları ışığında birbirlerine zekice takılmaktan tam anlamıyla onurlarıyla oynamaya kadar varan söz düellolarıyla, sahte ve samimi itiraflarıyla, peş peşe oynanan can yakıcı oyunlarla geçen katastrofik gecenin unutulamaz yıldızları doğal olarak Tardu Flordun ve Zerrin Tekindor.

Flordun, karşıtlıklar arasındaki bağlantıyı vurucu olarak kullanıyor. Konular arasındaki bağlantıyı başarıyla kurduğu gibi, uygun tercihi yaparak, görünen komik gerçeklerin altındaki dramatik yan olmayı gösteren tercihi gerçekleştiriyor.

Zerrin Tekindor ise bu kere de kuru bir malzemeyi yoğurup yaratıcı amaç haline getiriyor. Kupkuru malzemeye ruhsal yaşam kazandırıyor, içerik veriyor. Teatral olguları ve koşulları ölü öğelerden, yaşayan ve yaşam veren öğelere dönüştürme becerisini ve de olamazcasına yeteneğini gene önümüze seriyor.

Oyun üç perde ve 135 dakika, ama su gibi akıyor.

Ardından George’un, Martha’nın, Nick’in ve Honey’in ardına sığınabilecekleri hiçbir yalan, hayal ve kuruntunun kalmadığı, herkesin tüm yaralanabilirlikleriyle çırılçıplak kalakaldığı bir sabaha çıkılıyor.

Yani oyun, oynanacak oyun kalmadığında bitiyor.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla