Mimesis Çeviri / Guardian. 23 Ekim 2013,
Çeviri: Cüneyt Yalaz
Çocuk tiyatrosu üzerine yazılan her makale ya da inceleme sanki küçük bir zafermiş gibi görülür genellikle. Çocuklara yönelik eserleri kapı dışarı eden ve çocuk tiyatrosunun incelenmeye değer olmadığını öne sürerek yok sayan modası geçmiş ve cahilane düşünme biçimine karşı kazanılmış küçük bir zaferdir de. Öyle ya, ne de olsa çocuk tiyatrosunun bir Tom Stoppard oyunuyla ya da Kral Lear’la aynı değere sahip olması mümkün değildir. Ne saçmalık.
Kumdan kale üzerinde bir oyun alanı. Unicorn Tiyatrosu’nda Shane Zaza, V. Henry oyununda Henry rolünde.
Çocuk romanı yazmaya başladığımdan beri iyi niyetli ama yanlış yönlendirilmiş çok sayıda insanın bana şu soruyu sorması beni hayrete düşürüyor: “Peki ne zaman normal, yetişkinlere göre bir roman yazacaksın?”. Sanki çocuklar için yazmanın hiçbir değeri yokmuş gibi –ki şüphesiz çocuklar en zorlu okuyucu kitlesidir. Tıpkı çocuk edebiyatının son 15 yılda gelişmesi gibi, gençlere yönelik tiyatro da yetişkinlere yönelik tiyatroyu yakalamakla kalmadı, çoğu zaman onu aştı.
Çocuk romanı üzerine yapılan inceleme/eleştirilere çok az yer ayrılıyor; ama söz konusu olan çocuk tiyatrosu üzerine yapılan inceleme/eleştiriler olduğunda bir satır için bile kanınızın son damlasına kadar çarpışmanız gerekiyor. Bu inceleme/eleştirilerin basında yer bulamıyor olması önemli; çünkü bizim kültürümüzde üzerinde inceleme yapılan/hakkında eleştiri yazılan şey kısa sürede değer verilen şey haline geliyor. Çocuklar için veya çocuklarla yapılan tiyatroya dair inceleme/eleştirilerin yokluğu ve kültür-sanat sayfaları ve editörlerinin çocuk tiyatrosunu ciddiye almaktaki isteksizlikleri, yalnızca tiyatronun bu özel alanına değer vermediğimizi göstermiyor; aynı zamanda çocuklarımıza ve onların dünyaya dair deneyimlerine de değer vermediğimizi gösteriyor.
Bunun böyle olması gerekmiyor. Britanya’daki çocukların refahı diğer ülkedekilerle karşılaştırıldığında, endüstrileşmiş ülkeler liginde oldukça alt sıralarda yer alıyoruz. Bununla, çocuklarımızın yaratıcılık ve imgelemlerini değerlendirmek ve beslemekteki yeteneksizliğimiz arasında bir bağlantı olabilir mi? Sınav sonuçlarını had safhada dert ediyoruz ama sanatı müfredatın dışına iteliyoruz. Bunun sonucunda bir enstrüman çalmayı öğrenmek ya da tiyatroya gitmek her çocuğun hakkı olmaktan çıkıyor, sadece ayrıcalıklı bir azınlığın ulaşabildiği etkinlikler haline geliyor. Tıpkı Lee Hall’un “Pitman Painters” oyunundaki karakterlerden birinin söylediği gibi: “Sanat, bütün hayatının anlamını kavradığın yerdir.” Eğer tek bir çocuk bile sanattan dışlanırsa, bunun yarattığı yoksulluğu hepimiz çekeriz.
Geçen hafta Unicorn Tiyatrosu’nda, Ellen McDougall’ın sahnelediği, Shakespeare’in aynı adlı oyununa cevaben yazılmış muhteşem V. Henry’yi izledim. Tıpkı Shakespeare’in oyununda koronun seyirciye “eksikliklerimizi düşüncelerimizle tamamlamayı” önermesi gibi Ignace Cornelissen’in oyunu da hayal gücüne yapılan bir çağrı: Genç seyircinin farklı bir dünya, kendileri için farklı bir hikaye, alternatif bir anlatı hayal etmesine ve başka bakış açılarıyla empati kurmasına yönelik bir çağrı. IQ ya da üniversite sınavında kaç puan aldığınıza dair değil, duygusal zekaya dair bir oyundur bu.
Gençler üzerindeki baskının İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana belki de en yüksek düzeyde olduğu ve kitlesel kültürel ve teknolojik geçişlerin, iklim değişikliğinin ve ekonomik çöküşün yaşandığı bir zamanda ihtiyacımız olan şey, bu sorunları çözebilmek için beyinlerini, ama aynı zamanda hayal güçlerini kullanabilecek bir neslin yetişmesidir. Bir süre önce bir hükümet sözcüsü, okullardaki standartları yükseltmenin, müfredatta ve yüksek öğretimdeki sanat ve uygarlık tarihi derslerinde değişiklikler yapmanın gereğinden bahsediyordu, başarılı bir 21. yüzyıl toplumu için gerekli olan becerilerin ancak böyle geliştirilebileceğini söylüyordu.
Söyleşiyi yapan, bunun matematik ve mühendislik gibi becerilere daha fazla vurgu yapmak anlamına gelip gelmediğini sorduğunda aldığı cevap evet’ti. Kuşkusuz bu becerilere ihtiyacımız var, onların önemini kimse yadsımıyor. Ama bir köprünün nasıl yapılacağı bilgisine sahip olan birinin her şeyden önce o köprüyü hayal etme ya da çok değişik bir türden köprüyü nasıl yaratacağını düşünebilme kapasitesine sahip olması gerekir. Ya da her şeyden önce bir köprüye gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını muhakeme edebilmesi gerekir.
Tiyatro, özellikle de çocuk tiyatrosu hayal gücünü ateşler, çocuklarımıza dünyayla yüzleşmekte, onu anlamakta ve hatta onu değiştirmekte ihtiyaç duydukları becerileri ve yaratıcılığı verir. Çocuk tiyatrosuna değer vermeli ve onu ciddiye almalıyız; bu da demektir ki başka sanat eserleri hakkında nasıl inceleme ve eleştiri mekanizmalarını işletiyorsak, çocuk tiyatrosuna da aynı saygıyı göstermeliyiz.
* Bu yazı Londra’daki Unicorn Tiyatrosu’nda Action for Children’s Art tarafından çocuklar için sanata yaptığım katkılar sebebiyle layık görüldüğüm ödülü alırken yaptığım konuşmanın düzenlenmiş halidir.
1 Yorum
Çocuk Tiyatrosunu ve Çocuk Edebiyatını önemsediğiniz ve ve katkı sağladığınız için teşekkürler..