Üstün Akmen
Polonyalı Senarist, Oyun Yazarı ve Yönetmen Andrzej Saramonowicz (1965)’in yazdığı, Neşe Taluy Yüce’nin çevirdiği, ‘Testosteron’u 2008-2009 sezonunda Kemal Aydoğan yönetiminde Oyun Atölyesi yapımı olarak izlerken, aklıma önce “Rezervuar Köpekleri” filmi gelmişti. Sonra da ‘larda Birleşik Krallık’taki tiyatro yazarlığında ortaya çıkan ve şiddet, cinsellik, uyuşturucu, cinayet gibi öğeler içeren in-yer-face akımı kaynaklı oyunları düşünmüştüm. ‘Testosteron’ da, aynı in-yer-face gibi kullandığı dil ve imgelerle seyirciyi şaşırtıyordu. Beş yıl sonra ‘Testosteron’u gene Oyun Atölyesi yapımı olarak bu kere de Celal Kadri Kınoğlu yönetimindeki yepyeni bir kadrodan izlerken, itiraf etmeliyim, aynı tadı alamadım.
Konu
Andrzej Saramonowicz’in ‘Testosteron’unda kargaşa, düğün günü damadın gelinden ‘hayır’ yanıtı alması ve gelinin başka birini sevdiğini söyleyerek (ki o kişi düğündeki herhangi biri olan Tretyn’dir) gidip o “başka birini” öpmesiyle başlıyor. Düğünden sonra toplanılacak olan ‘restoran’da, yedi kişi birbirleriyle, yaşamlarıyla ve anılarıyla bir arada kalakalıyorlar. Bu yedi kişi damadın arkadaşı Robal (Gökçer Genç), Basçı Fistach (Gürkan Uygun), damadın babası Stavros (Orhan Aydın), Garson Tytus (Bülent Şakrak), damadın kardeşi Hukukçu Janis (Gökhan Yıkılkan), Magazin Gazetecisi Trtyn (Emre Altuğ) ve (aynı zamanda damat olan) Kuş Bilimci Kornel (Ruhi Sarı)’dir.
Bu yedi karakterin sürtüşmesi oyun boyunca hiç bitmez. Tümünün buluştuğu ortak nokta, kadınlardır. Kadınları sadece cinsel nesne olarak görürler. Kadınları kullandıklarını savlarlarken söyleşi ve tartışmalar, içkinin de etkisiyle kadınlar tarafından nasıl yönlendirildiklerine dönüşür. Robal bu durumu: “… Örneğin dişi şempanzeler, erkeklerini sırf onların yiyeceklerini çalabilmek için sekse davet ederler (Mitos Boyut Tiyatro/Oyun Dizisi-2008/ Sayfa 67)” diyerek özetler. Sadece erkeklerin değil, tüm sosyal yaşantının, tüketim dünyasının ve cinsel birlikteliğin bile kadın egemenliğinde olduğunu yedi erkek istemeseler de eninde sonunda kavrarlar.
Güzelim Çeviri
Neşe Taluy Yüce’nin çevirisi tiyatroya özgü sözceleme durumu göz önünde tutularak yapılmış başarılı bir çeviriydi. Çevrilmiş metin, aracılık işlevini pek güzel yerine getiriyordu, ama bu kez çevirinin içinde birkaç kez yerli yerinde kullanılmış “..mnına kodum”, “… Biz de burada ibnelerle dans ediyoruz”, “… Kodumun kancığı”, “taşak”, “… dallama” ve benzeri sözcüklerin hayli abartılarak yerli yersiz metne eklenmiş olmasını sevmedim.
Diğer taraftan, Serdar Donduran’ın müziklerini kötü bulmadım, Efe Soykaraman’ın sahne tasarımının yazarın çizdiği sahne kurgusuna uygunluğunu alkışladım, ama gene de geçmiş yapımdaki Tolga Çebi’nin müziklerini aradım. Soykaraman’ın dekorunda, Bengi Günay’ın arka plandaki televizyon ekranlarında dönen “Rezervuar Köpekleri” filminden karelerin seyircinin oyunun tavrını belirlemesinde mükemmelen yardımcı olmasındaki yaratıcılığı Soykaraman’ın tasarımında bulamadım. Restoran adı olarak “Testo’s”u da “hafif espri” olarak yorumladım. Kostüm tasarımına sesimi çıkarmadım.
Reji ve Oyunculuklar
Oyundan sonra düşünürken, Celal Kadri Kınoğlu’nu “Testosteron”u yorumlamasında biçimi dramaturgi ve sahnesel yapıda olduğu kadar, metnin anlamlarında da aramamış olmakla suçladım. Kınoğlu, Saramonowicz’in karakterlerini oyunsal durumlara girmiş somut kişilikler olarak görmemişti, dolayısıyla illüzyon da yaratılamamıştı.
Doğrusu hayıflandım.
Oyunculardan Gökhan Yıkılkan çok şirin bir Janis çizerken, Fistach’ta Gürkan Uygun’u da role iyi üstü sarılırken saptadım. Kornel’de Ruhi Sarı, Tretyn’de Emre Altuğ zayıf kalıyordu. Robal’de Gökçer Genç, rolüne dönük olası tüm yaklaşımları bilmiş, anlamıştı, konular arasındaki bağlantıyı başarıyla kurduğu gibi, uygun tercihi yaparak, görünen komik gerçeklerin altındaki dramatik yan olmayı gösteren tercihi gerçekleştiriyordu, Gökçer Genç’i çok alkışladım.
Kıdemli oyuncu Orhan Aydın ise Stavros ile özdeşleşmişti, “şevk” yaratmak gibi zorlu bir görevi başarıyla yerine getiriyordu, kıvandım.
Bülent Şakrak Tytus’u biraz köpürterek yorumluyordu, ama sadece Tytus’un karakterini ortaya koymakla kalmıyor, karakterin duyumsadıklarını da seyirciye yansıtırken, karşıtlıklar arasındaki bağlantıyı vurucu olarak kullanmasına hayran kaldım.
Tytus’u köpürtmesinin günahını Kınoğlu’nun boynuna bağladım.