Üstün Akmen
Kurban Bayramı’nız kutlu, yüreğiniz umutlu, umutlarınız atlı, sevdanız kanatlı, mutluluğunuz katlı, sofranız tatlı, mekânınız tahtlı, ömrünüz bahtlı olsun.”
Dün, bayramın ilk günü böyle bir ileti düştü e-posta kutuma.
Günümüz sıcak gündemi içinde kanlı ibadet yapmak, bayram kutlamak insanca mıdır diye düşeyazdım.
Şu günlerde yüreğimde umudun yer bulamadığını, sevdamın kanatlanamadan pörsüdüğünü, mutluluğumun kendi içine büzüştüğünü, soframın beti bereketinin kalmadığını kafamda kurguladım.
Bilgisayarın başındayken TV’de “firar” eden boğa, elini doğrayan kasap haberlerine; bir de kurban kesmenin farz mı, vacip mi, sünnet mi olduğu tartışmasına kulak misafirliği yapıyordum.
Suriye’de, Bosna Hersek’te, Somali’de, Karabağ’da, Doğu Türkistan’da, Çeçenistan’da, İran’da, Irak’ta, Myanmar’da, Sudan’da, Fas’ta, Tunus’ta, Libya’da, Mısır’da; yani Türk-İslâm coğrafyasında yaşayanların bayram mayram kutlayamayacaklarında karar kıldım.
Müslümanlar alçakça, kalleşçe birbirlerini katlediyor; yüz binlerce kadının ırzına geçiliyordu.
Olguya, Türkiye halkları da bayram kutlayamaz, kutlamamalı diye yaklaştım.
TV’lerden dün akşam da izledim kurbanlık koyunlar, koçlar, danalar, boğalar tam da “kurbanlık” gibi etrafa bön bön bakarak kuyruk sallıyorlardı.
Önlerinde bir avuç ot…
Kardeş Kanı Kokusu
“Bir bayram yazısı yazmam gerek” diye düşündüm ve ilk tümceyi: “Bayram kutlamak, ülkenin demokrasi güçleri ve var olan durum arasındaki mücadelesinin sonucuna bağlı” şeklinde kurdum.
Ölen ve öldürülen bilmem kaç adet insanın, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türklerin ve Kürtlerin çocuğu, kardeşi, bacısı, oğlu, eşi olduğu düşünülmüyordu.
Ateş düşen o evlerde kardeşlik köprülerine darbe vurulduğu umursanmıyordu.
Mehmetçik ile Kürt Mehmet’in cenazelerinde aynı hüzün duyumsanamıyordu.
Gel gelelim bayram kutlamaktan da geri durulmuyordu!
Paketi Tartışmak
AKP’nin sözde demokratikleşme paketi şaşalı bir törenle Başbakan tarafından açıklandı ya, o günden bugüne bu insanlar bayramı hangi yüzle kutlayacak diye düşünüp duruyordum.
Söz konusu paketi tartışmak bir anlamda AKP’nin oyununa gelmek demek oluyor, biliyorum, onun için hiç tartışmıyorum.
Ben tartışmıyorum, ama paket 30 Eylül’den bu yana tartışılıyor.
Piyasaya alacalı bulacalı, renkli krepon kâğıtları içinde sunulan AKP’nin “Demokrasi Paketi” için kamuoyundan ilginç adlandırmalar geliyor.
Tek Yol: Devrim
İşin esası pakete, kutuya, sandığa, torbaya falan değil, bu toplumun demokratik devrime gereksinimi var.
Toplumsal sorunlar çığ gibi üzerimizde birikiyor, altında kaldık, toplum artık bu yükü kaldıramıyor.
Çözüm aranan Kürt sorununa çare üretilemiyor, üretilemediği gibi çözüme düğüm atılıyor.
Ulusalcılar, Türkiye toplumunun 1923’te kurulan ulus-devlete artık sığmadığının ayırtında değil.
Elbise dar geliyor.
Doksan yıl öncesinin siyasal despotizminin biçemiyle dikilmiş giysi, artık her yerinden dikiş atıyor, sökülüyor.
Siyasal erk, toplumsal kesimlerin acil demokratik değişim isteklerine kulağını tıkıyor.
Kadınlar ve gençler “bu düzen değişmelidir” diyor, kimse dinlemiyor.
Gerçi sokak eylemleri sürüyor; tecavüze uğrayan, katliamlarda can veren kadınların, “çocuk kadınların” eyleme geçiş bilinçleri giderek artıyor, tamam, ama toplumsal duyarlılık ve özgürlük bilinci olamazcasına yavaş gelişiyor.
İşçiler ve memurlar kaderlerine razı görünümündeler.
Aleviler, diğer dinsel gruplar, Romanlar, Çerkezler, Lazlar demokratikleşme mücadelesinde saman alevi gibiler.
Bir parlıyorlar, çabucak sönüveriyorlar.
Bütün bu kesimlerin başında gelen Kürtler, sorunlarının acil çözümü için her olanağı deniyor, değerlendiriyor.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye çığıranlar, Kürt direnişinden hiç mi hiç haz etmiyor.
Kürt sorununun çözümünün yolu her şeyden önce ülkemizin demokratikleşmesinden geçecek.
Kurbanlar kesiliyor, bayram kutlanıyor, ama bu gerçek bilinmiyor.
Dandik Değil, Gerçek Çözüm
Diğer taraftan, bizim Padişah sürekli olarak: “Çatışmaları durdurdum” diye övünmekte.
Övüncünü 2014 seçimlerinde oya dönüştürmeyi hesaplıyor.
Bugünkü ateşkes konumundan yararlanıyor, ama PKK’nın ateşkes çağrısına olumlu yanıt vermesinin demokratikleşmeye bağlı olduğu gerçeğini halkından saklıyor.
Dandik değil, gerçek bir demokratikleşme sağlanamazsa çatışmasızlığın korunamayacağını biliyor, ama gizliyor, söylemiyor.
Bitmesi belirli güçlerce istenilmeyen bir savaşta iki halkın çocukları “şehitler” ve “ölüler” diye ayrıştırılırken bu ülkede hâlâ dinsel bayramlar kutlanabiliyor, insanlar birbirlerine sarılıyor, güya sevgi gösterisinde bulunuyor, öpüşüyor.
Bayramlaşanlar, ölenlerin tümünün dışarıya bağımlı olmanın getirdiği siyasal aymazlığın şehitleri olduğunu anlamak istemiyor.
Padişah güçleri karşı devrimi başardı, din devletine doğru yürüyor.
Oysa ülkemin çok paralı egemen güçlerinin Kürt halkının eşitlik ve kardeşlik taleplerini görmezden gelmediği, savaş çığlıkları atarak ulusalcı ve şoven duyguları diriltmediği, din devleti emellerinin püskürtüldüğü gün değil midir bayram olgusu?
Bayram, ancak barışın kurulduğu gün değil midir?
Öyledir!
O halde bugün, bayram kutlama günü değil, barış için, uygar, çağdaş bir Türkiye ve dünya için çığlık atma günüdür.
Varsın bayramınız kutlu olmasın, çığlığınız güçlü olsun!