Bahar Çuhadar
Sezonu, handiyse unutulmuş bir kadının öyküsüyle açalım: Tiyatro Boyalıkuş, cumhuriyetin ilk dönemlerinden, adı-sanı pek bilinmeyen bir oyuncunun hayatını sahneliyor: ‘Melek.’ Dünyanın 25 yıllık bir döneminden ‘Melek Muhlis, Melek Tayfur, Melek Ezgi, Melek Kobra’ adlarıyla geçip gitmiş bir operet, tiyatro ve sinema oyuncusu güzel mi güzel bir kadın.
Melek Kobra (Hatıratında bu imzayı kullanıyor), adı en çok ‘Ayşe Opereti’ ile anılan, operet bestecisi Muhlis Sabahattin Ezgi’nin kızı. 30’ların aktörü, ‘dublaj kralı’ Ferdi Tayfur’un eşi. Dünya Güzellik Kraliçesi Keriman Halis’in kuzeni. Etrafı ‘krallar, kraliçelerle’ çevrili bir ‘prenses’. Darülbedayi oyuncusu. Muhsin Ertuğrul imzalı sinema filmi ‘Söz Bir Allah Bir’de Galip Arcan, Cahide Sonku gibi isimlerin rol arkadaşı. Babasının topluluğu ‘Muhlis’in Çocukları’ndaki sahne arkadaşları da tanıdık: İsmail Dümbüllü, Sururi ailesi, İrma Toto (Karaca)…
Şunca zaman sadece Şehir Tiyatroları arşivlerinde kalan Melek’in gün yüzüne çıkışı 2006’da Gökhan Akçura’nın ‘Melek Kobra-Hatıratım’ adlı kitabı yayımlamasıyla olmuştu. Melek’in sahafa düşen defterlerini tesadüfen edinen Akçura, 1939’da tüberküloz nedeniyle ölen ve sonra da unutulan bu kadını bir anlamda yeniden diriltmişti. Şimdi Melek, Boyalıkuş’un temiz bir reji, edebi lezzeti yerinde bir metin ve iyi bir performansla hazır ettiği aynı adlı oyunla bir kere daha diriliyor.
Oyunun yazarı Rüstem Ertuğ Altınay, Melek’in yaşamına sadık kalmış. Ekip de metnin oluşturulmasında yazarın hayal gücünün işin içine, tarihi bilgilerle uyum sağlayacak şekilde yerleştirildiğini belirtiyor. Altınay’ın metninin asıl güzelliği; oyunun gerçeğe uygun olup olmamasından ziyade, Melek’in hatıratındaki edebi dille uyum içinde olması.
Rejisi Jale Karabekir’in, dramaturjisi Nelin Dükkancı’nın elinden çıkan oyunda, sahnede ‘Melek’, yani Yeşim Koçak tek başına. Koçak, -oyunculuğuna gözü kapalı güvendiğim isimlerdendir- Melek’in hastane odasındaki yalnız yıllarını kıvamı yerinde bir performansla taşıyor sahneye. Ne salt bir ‘drama kraliçesi’, ne şımarık bir operet oyuncusu. Öfkeli ama hâlâ âşık olduğu eski eşi Ferdi Tayfur’a, kendisine kol-kanat geren zengin ve görmemiş tüccara, hastanede yalnız hissetmesine sebep olan dostlarına sitemlerini vurgularken, yaklaşımı ölçülü. Hastane odasında geçen oyun, ‘veremli genç kadının acıklı öyküsü’ de değil. Aksine tıpkı Melek’in kendisi gibi keskin dramatik duygularla, ironinin zirve yaptığı anları harmanlayan bir iş. Melek’in muzip mizacı sahneye dengeli bir şekilde dağıtılmış. Koçak’ın sabahlık ve defterler dışında pek aksesuarı yok; bunları da vals yumuşaklığında bir rejiye yediriyor. Muhtemelen, -tarihi kişilikleri anlatan çoğu eserde olduğu üzere- bundan sonra ‘Melek Kobra’ denildiğinde izleyicilerin gözünde Yeşim Koçak’ın yüzü belirecek.
Prömiyer zaafı olduğunu tahmin etsem de mühim: Oyun doğası gereği alacakaranlık bir atmosferde sahnelense de özellikle ilk episodlarda Koçak iyice karanlığa düşüyor. Işık rejisinin düzeleceğini umuyorum.
Oyun, Melek’in hastanede geçirdiği ve ölümle biten üç yıla yakın süren yalnızlığının acısını çıkarıyor. Melek artık hastane odasında yalnız değil.
Oyun 20, 27 Eylül’de saat 20.30’da Sahne Cihangir’de izlenebilir.